Görüş Bildir

Yüksek Seçim Kurulu Haberleri

Yüksek Seçim Kurulu ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Yüksek Seçim Kurulu ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Meclis'e Giden Masraflı Yol
Siyasi partiler milletvekili aday adaylığı için başvuru ücretlerini belirledi. Buna göre en yüksek başvuru ücreti CHP’deki kontenjan adaylığı için ödenecek. AK Parti, CHP ve HDP'de kadın ve erkekler ayrı başvuru ücreti ödeyecek. MHP'de ise ücret sabit: 2 bin lira. Listelere giremeyen adayların ödedikleri bedel geri ödenmiyor.Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girebilmek ve milletvekili seçilebilmek için partiler arasında ve aday adayları arasında yarış başlıyor. Meclis'e giden yol masraflı. Meclis'te turuncu koltuklara oturabilmek için vekil adayları öncelikle milletvekili adayı olmak istedikleri partilere başvuru yapacak. 7 Haziran'da yapılacak genel seçimler için partiler milletvekili aday adaylarından alınacak başvuru ücretlerini belirledi. Aday adaylığı başvuru ücretlerinde bir önceki seçime göre artış var.AK Parti'de adaylık tarifesi AK Parti'de aday adaylığı başvuruları başladı, başvuru süresi 20 Şubat'ta sona erecek.  Bu seçimde AK Parti'den aday adayı olmak için erkeklerden 5 bin lira, kadınlardan ise 2 bin 500 lira alınacak. Engelli aday adaylarından ise ücret alınmayacak. 2011 seçimlerinde ise AK Parti erkek aday adaylarından 3 bin, kadınlardan ise bin 500 lira başvuru ücreti almıştı. 2011 seçimlerinden AK Parti'ye 5 bin 410 kişinin aday adayı olmak için başvurduğu açıklanmıştı. Aynı seçimlerde AK Parti'nin kasasına giren para ise 14 milyon 226 bin lira oldu. En pahalı adaylık CHP’de kontenjan adaylığıAday adaylığı başvuruları önümüzdeki hafta başlayacak CHP de bu seçimde aday adaylarından alınacak ücretleri açıkladı. CHP Sözcüsü Haluk Koç'un verdiği bilgiye göre ön seçime girecek adaylardan 5 bin lira, kadın ve genç aday adaylarından ise 2 bin 500 lira ücret alınacak. En pahalı adaylık ise CHP’deki kontenjan adaylığı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından kontenjan adayı olarak listelerde yer almak için yapılacak başvurulardan 7 bin 500  lira alınacak.CHP'de 2011 seçimlerinde aday adaylarından kontenjan adaylığı için 5 bin, önseçim veya eğilim yoklamasıyla aday gösterilmek isteyenlerden 3 bin, kadın ve gençlerden ise 2 bin lira başvuru ücreti alınmıştı. 2011 seçimlerinde o dönem Genel Sekreter olan Bihlun Tamaylıgil CHP'ye yaklaşık 4bin 200 aday adaylığı başvurusu yapıldığını açıklamıştı. MHP’de başvuru ücreti 2 bin liraMHP aday adaylarının ödeyeceği ücrette kadın-erkek ayrımı yapmadı, başvurulardan 2 bin lira alınması kararlaştırıldı. 2011 seçimlerinde MHP başvuru ücretini bin lira olarak belirlemişti. MHP'ye yapılan başvuru sayısı ise 2 bin 500 olarak açıklanmıştı. MHP’de milletvekili adaylık başvuruları 12 Mart Perşembe günü başlayacak ve 18 Mart Çarşamba günü sona erecek.HDP'de kadın ve gençlere pozitif ayrıcalık   Bu seçim, daha önceki seçimlere bağımsız adaylar veya ittifak yoluyla giren Kürt siyasi hareketi açısından da bir ilk olacak. Seçimlere parti olarak girme kararı alan HDP'de ise aday adaylığı için başvuruda bulunan erkeklerden 2 bin lira, kadın ve 27 yaşın altındaki gençlerden ise bin lira alınacak. Engellilerden ise ücret talep edilmeyecek. HDP'de aday adaylığı başvuruları 16 Şubat'ta başlayıp 2 Mart'ta sona erecek. Engellilerden ise ücret talep edilmeyecek. HDP’de ise aday adaylığı başvuruları 16 Şubat’ta başlayıp 2 Mart’ta sona erecek.BBP'de kadınlardan ücret alınmayacak BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ise erkek aday adaylarından 500 lira başvuru ücreti alınacağını, kadın ve engelli adaylardan ise ücret alınmayacağını açıkladı. Başvurular sonunda partiler aday listelerini belirleyip Yüksek Seçim Kurulu'na sunacak. Bu listelere giremeyen aday adaylarının başvuru ücretleri ise geri ödenmiyor. Sibel Demirci Erdem, Al Jazeera Turk - AA
Mehmet Ali Şahin: 'Sorumlu Davranacağız'
AK Parti'nin önde gelen isimlerinden Mehmet Ali Şahin, seçim sonuçlarının 'farklı bir süreci' başlattığını söyledi. Partisinin sorumlu davranıp istişareleri sürdüreceğini ifade etti.AK Parti'nin Siyaset ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Ahmet Davutoğlu'nun, Bakanlar Kurulu üyeleri ve partinin MYK üyeleriyle yaptığı toplantının ardından bir açıklama yaptı.Mehmet Ali Şahin'in açıklamaları şöyle: 'Sonuçlar farklı bir sürecin başladığını gösteriyor bize. AK Parti olarak bu süreçte de sorumlu davranacağız. Halkımız müsterih olsun. AK Parti olarak bu yeni süreçte de Türkiye’nin son seçimlere göre de en büyük ve güçlü partisi olarak ülke menfaatlerini ön planda tutuma politikamızı devam ettireceğiz.''İstişare çalışmalarımız ve yol haritası çalışmalarımız sürüyor ve sürecek. Çarşamba MKYK, perşembe de genişletilmiş il başkanları toplantısı yapmayı planlıyoruz. Önümüzdeki hafta da yeni vekillerle bir araya geleceğiz.'Şahin, koalisyon ve erken seçim çalışmalarıyla ilgili sorulara ise cevap vermedi.AK Parti 'mesajı' masaya yatırdıAK Parti yönetimi 7 Haziran seçimlerinin sonucunu geniş katılımlı bir toplantıda değerlendirdi. Toplantı saat 11:00'da AK Parti Genel Merkezi'nde başladı ve yaklaşık 9 saat sürdü. Bakanlar Kurulu üyeleri, genel başkan yardımcıları ile kadın ve gençlik kolları başkanlarının oluşturduğu Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeleri ile yapıldı.Toplantıda yüzde 40,8'e düşen AK Parti oyları ve bunun sonucu olarak alınan 258 milletvekilliğinin ortaya çıkardığı tablo değerlendirildi. AKP, tek başına hükümet kurmak için gerekli olan 276 oyun altında kaldı. Ortaya çıkan sonuç koalisyon ya da bir azınlık hükümeti ile gidilecek erken seçim.Davutoğlu başkanlığındaki toplantıda koalisyon olasılıklarının değerlendirilmiş olması da bekleniyor.Bire bir görüşmeler başlıyorCumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu pazartesi akşamı ya da salı günü görüşecek. Prosedür gereği görüşmede Davutoğlu Erdoğan'a istifasını sunacak. Teamüllere göre, YSK sonuçları açıklanıp, Erdoğan yeni hükümeti kurma görevini verene kadar Davutoğlu'nun görevi sürdürmesi bekleniyor.Davutoğlu artık bire bir istişare sürecine başlayacak. Salı gününden itibaren parti genel merkezinde Bakanlar Kurulu, MYK ve MKYK üyeleriyle bire bir görüşecek. AK Parti kaynakları, Davutoğlu'nun üç dönemlikler olarak adlandırılan, partinin tüzüğü gereği bu dönem milletvekilliği listesinde yer almayan eski milletvekillerinin de görüşlerini alacağını söyledi. Kaynaklar, Davutoğlu'nun Yüksek Seçim Kurulu kesin sonuçları açıklayana kadar istişare sürecinin devam edeceğini belirtti.Al Jazeera
“Hukuk Herkese Lazım”
Türkiye’de özellikle son 10 yıldır yargı sistemi çokça tartışılır hale geldi, hukuka güven azaldı. Ergenekon, Balyoz Davalarıyla başlayan ve birçok kişi tarafından siyasileştiği ifade edilen davalarda günümüzde cemaate yakın isimlerin yargılandıkları görülüyor.Yaşanılan bu süreçte özellikle hukuk camiası içerisinden bazı isimler yaşanılan bu hukuksuzluklara itiraz ederek direndi, mücadele etti ve mücadeleye devam ediyorlar. Bunlardan birisi de Genç Avukat Onur Cingil. Cingil,1 Mayıs 2013′teki ve Gezi Direnişindeki polis şiddetinde başta dönemin Başbakanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere sorumlular hakkında dava açmasıyla dikkat çekti. Daha öncesinde Ergenekon davalarında da avukatlık yapan genç hukuk savaşçısı Onur Cingil, kamunun avukatlığını yapmaya, gördüğü hukuksuzluklara karşı bağırmaya devam edecek.Biz de Genç Hukuk Savaşçısı Onur Cingil ile Türkiye’de çok tartışılan yargı sistemini, yargının sorunlarını, gündemi ve CHP Kurultayını konuştuk.“HUKUK HERKESE LAZIM”Ercan KÜÇÜK (EK) : Avukat Onur Cingil kimdir?Onur Cingil (OC) Öncelikle böyle bir imkan sağladığınız için teşekkür ediyorum. Avukat Onur Cingil 10.10.1987’de Burs Yenişehir’de doğmuş, İlk orta lise eğitimini orada tamamlamış, 2005’te Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’la tanışmış, hayallerinin şehri olan, her daim yaşamayı düşündüğü İstanbul’da 10 yıldır yaşayan 5yıldır faal avukatlık yapan, bir çok kişinin tabiriyle Hukuk Savaşçısıdır. Şuanda Marmara Üniversitesi’nde Uluslar arası Hukuk üzerine yüksek lisans yapmaktayım. Hukukun içerisinde lise çağlarından beri de siyasetin içinde yoğrulduk. Ülke sorunlarına her zaman eğildik. Kolektif yaşama inandığım için sadece kendi sorunlarıma değil herkesin sorunlarına eğilmeyi düstur edindiğim için bu şekilde bir mücadeleye lise yıllarımda başladım. Halen CHP’de ilçe yöneticiliği yapmaktayım. Hukuku her zaman insanları daha fazla özgürleştirmek ve toplumu düzenli bir hale getirmek için bir enstrüman olarak görüyorum. Onun için avukatlığı özel avukatlık olarak değil kamunun da avukatlığını yapmak ilkesiyle yapıyorum.YARGININ EN ÖNEMLİ SORUNU?EK : Sizce Türkiye’de hukuk sisteminin ve yargının en önemli sorunu nedir?OC Hukuk sisteminin her daim delindiği ve son 10 yılda hukuk sisteminin göz ardı edildiği bir ortamda hukukçu olmak çok zor. Çünkü sizin öğrendiklerinizin reel hayatta gerçek olmadığı ve açık açık yasaların çiğnendiği bir ortamda mücadele ettiğinizi görüyorsunuz. Hukuk sisteminin aslında en önemli sorunu bu. Hukuku tanımamak. Hukuku delmeyi bir siyasi eylem olarak görüyor iktidarlar. Sokaktaki vatandaşın hukuku, kanunları çiğneme dürtüsü dünyanın her yerinde olan bir şey. İnsan yasaları zorlamak ister. Bunu bilerek de yapmaz. Ama burada asıl tehlikeli olan ve Türkiye’nin en önemli sorunu, bilerek ve isteyerek hukuku tanımamak. Hukuk herkese lazım ifadesi buraya tam oturuyor. Hukuku çiğneyenler hukuka ihtiyaç duyuyorlar, daha da ihtiyaç duyacaklar. İşte o zaman hukuk sistemini delik deşik etmenin ne kadar kötü olduğunu görecekler. Bununla beraber çok fazla sorun var. İstanbul’da 2 tane adliyemiz var. Birisi dünyanın en büyük, diğeri Avrupa’nın en büyük adliyesi. Dünyanın en büyük adliyesi olması övünülecek değil aksine üzülecek bir şey. Çünkü adliyelerin büyümesi demek ülkedeki hukuk sisteminin aslında ne kadar kötüye gittiğini gösteriyor. Suç oranının ne kadar çok olduğunu, borçlunun ne kadar çok olduğunu, dosyaların ne kadar çok olduğunu gösteriyor. Ne kadar küçük binalar olursa hukuk o kadar kendi içerisinde işliyor, toplum o kadar kendi içerisinde hukuku içselleştiriyor demektir. En büyük sorun da belki çok fazla dosya, hantal bir sistem, hakimlerin, savcıların özgür bağımsız olmaması, iradeleriyle karar vermemeleri, bu sistem içerisinde bilgi eksik debelenip durmaları. Özetle,Hukuk sistemimiz patinaj yapıyor denilebilir.EK : Yargıçlar, hakimler özgür değil dediniz. Yargı sistemi içerisinde yıllardır yargı cemaatin kontrolünde denirdi. Ama özellikle 25 Aralıktan sonra cemaat sorgulanır hale gelmiş durumda. Sizce Türkiye’de yargı AKP’nin mi cemaatin mi kadrolaşması altında?OC Buna şu an başka cevap, 1 ay önce başka bir cevap, 17 Aralık’tan sonra başka bir cevap verebilirim. İşte sıkıntılardan birisi de bu. 17 Aralık’ta bir hukuk sistemimiz var. 22 Temmuz da başka bir hukuk sistemimiz var. 2007’de Ergenekon, Balyoz davalarında başka bir hukuk sistemimiz var. Çünkü hukuk sistemi siyasete endeksli sürekli değişiyor.EK : Ama yasalar aynı yasalar..OC Aslında hem haklısınız hem haksızsınız. Önce şuna cevap vereyim. Hali hazırda hakimler ve savcılar AKP’nin hakim ve savcıları olma yolunda ilerliyor. Kadrolar bunlarla dolduruluyor. Özellikle HSYK 1.Dairesi’nde yapılan değişikliklerle oradaki bazı bizim bildiğimiz muhalif hakimlerin diğer bölümlere kaydırılması daha sonradan Sulh Ceza Mahkemeleri’nin kaldırılıp Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulması, 22 Temmuzdaki tutuklamaları getirdi. 17 Aralık’tan sonra cemaatin hakim ve savcıları tasfiye edilmeye başlandı. Daha önceden hakimler ve savcıların belirli bir kısmı AKP ve cemaatin kol kola verdiği kararlarla atanmışlardı. Bunu suçlamak için değil durum tespiti için yapıyorum. Bizim hukukçu olarak arzu ettiğimiz şey şudur: Berlin’de hakimler vardır hikayesi vardır. Bizim arzu ettiğimiz ‘İstanbul’da, Ankara’da, Konya’da hakimler var’ diyeceğimiz, Türkiye’nin her yerinde gerçekten hukuku temin eden anayasada geçtiği gibi tarafsız ve bağımsız hakimleri savcıları görmek. Ama maalesef şuan göremiyoruz.EK : 17-25 Aralık operasyonlarından sonra bir iddia konuşuldu. AKP’ye yakın olan avukatların hakim ve savcılığa geçiş yaptığı konuşuldu. Siz bu iddialara katılıyor musunuz?OC Bu konuyla ilgili benim de kulağıma gelen bazı şeyler var. Ben bunu baro yetkilileriyle görüştüğümde, bu şüphe acaba doğru mu diye sorduğumda kendilerinden şunu duymuştum. “Evet gerçekten çok fazla hakimlik savcılığa başvuran avukat var”. Biz hakimlik savcılığa, noterliğe vs başvurduğumuzda faaliyet belgesi alırız. Kaç yıldır avukatlık yaptığımıza, mesleki durumumuza dair. Ayrıca baro ile ilişiği keseriz. Baro bunları tespit eder denetler kayıtlara geçirir. O dönemde çok olağandışı, fazla sayıda bir geçişin olduğu biliniyor, görülmüş ama bunun sebebi bizzat budur diyemeyiz, ama şüphe uyandırıyor.EK : Özellikle son 3 yılda bayağı dava açtınız. 1 Mayıs’ta, Gezi’de sorumlu olarak gördüğünüz Başbakan, İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi hakkında davalar açtınız. Takipsizlik kararları çıktı. Yargının bağımsız olmadığını söylediniz. Bu davaları açarken nasıl beklentileriniz vardı ki? Bu davalar hakkında bilgi alabilir miyiz?OC Dedik ya hukuk herkes için gereklidir. Bir kere biz hukuk gözüyle bir davanın sonucunu ne olacağını çok önemsemeyiz. Tabi ki de kazanmak isteriz fakat en önemli özelliğimiz belki de budur. Bundan bir şey çıkmaz diyerek sade bir vatandaş gözüyle bakmaz, davanın sonuna kadar gideriz. Bu davaları açarken ben şunu çok iyi biliyordum ki; Ben Haklıydım, Biz Haklıydık. Bunu zaten kamuoyu gerek 1 Mayıs’ta gerek Gezi döneminde görmüştü. Ama soruyorsanız dürüst bir şekilde cevap vereyim. Burada bir sonuç çıkmasını engelleyeceklerini biliyordum. Her şeye rağmen bir hukukçu olarak bunun savaşını verdik, vereceğiz, vermeye devam edeceğiz. Çünkü hukukun, yasalarımızın şöyle bir güzelliği vardır: İlla bir şeyden sonuç almak değil, birilerinin hala bir savaşı verdiğinin göstermesi önemli bir olgudur. Hala bu ülkede korkmadan birileri suç duyurusunda bulunabiliyor. Başbakan hep şunu söyler; Bu ülkenin koskoca başbakanı. Bu ülkenin koskoca başbakanı değil de bu ülkenin koskoca vatandaşları vardır. Çünkü burada asıl olan vatandaştır. Adı üstünde milletin vekili olan vekillerdir onlar. Vatandaşa yapılan her türlü haksızlığa, zulme karşı da hukukçular olarak mücadele vermek bizim boynumuzun borcudur. Bunu kendimiz için değil de, vatandaş için kamunun avukatlığını yapmayı düşünüyorsanız bunu yapmamanız zaten sizin için asıl yanlış olandır. Bu söylenen dosyalarda da bunları yaptık.Biliyorsunuz başka açtığımız davalar da var. Ama gündeme oturanlar bunlar. Türkiye’de 12 yıldır hukuk tanımazlık, baskı, şiddet rejimi vardı. Bu rejim içerisinde 1 Mayıs 2013 bana kalırsa bir fitilin ateşlenmesiydi. Tabi ki birçok faktör var ama zaten 1 Mayıs olmasaydı bence Gezi olmazdı. 2007-2009-2010’da da şiddet devam ediyordu. Ama 1 Mayıs’ta patlama oldu. 2013’te ben hukuksuzluğa da maruz kaldım. Tahminen 4 m mesafeden gözlerimin içine baka baka bir çevik kuvvetin attığı gaz kapsülü geldi bacağıma. Aynı gün Dilan’ın başına gelmişti kapsül. Bununla ilgili, hukukun gösterdiği gibi hiyerarşik açıdan sorumlular hakkında suç duyurusunu yaptık. Kimdir sorumlular? Başta emri bizzat ben verdim diyen Başbakan.Araçlar, belediye otobüsleri, tekneler, gemiler durdurulmuştu. Seyahat özgürlüğü de yoktu. Çevik kuvvet etrafımızı sardığından hürriyetimiz de kısıtlandı, canımıza kastedildi. Ve yaralandım. Böyle bakıldığında Başbakan, İçişleri Bakanı, polisin amiri olan emniyet müdürü, Vali, Belediye Başkanı ve polisler hepsi birlikte olanlardan sorumluydu. Gezide de aynısı yaşandı. Tahmin edebileceğimiz üzere takipsizlik kararı verildi. Bu kararlara karşı hukukun gösterdiği yollardan itiraz mekanizmasını işlettik. Şu an her iki dosya da Anayasa Mahkemesi’nde.Bireysel başvuruda bulundum. Bununla ilgili mücadeleyi bırakmayı düşünmüyorum. Bundan sonraki adım AİHM’dir. 1 Mayıs’ta 20 gün raporlu yatmıştım. Bu nedenle tazminat da talep edildi Anayasa Mahkemesi’nden. Bireysel başvurunun konusu da şu oldu: Bize etkin hukuk yolu tanınmadı. Bu Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine, insan haklarına aykırı bir durumdur. Ben hukuk sisteminin olduğu bir yerde Başbakandan, Bakandan, Validen hukuk sistemi içerisinde hesap sorabilirim. Ama bunların hepsine takipsizlik kararı verildi. Fezleke hazırlanıp dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin görüşme de beklenmedi. Sorumsuzca davranıldı. Polislerle ilgili tesadüf odur ki tam benim gaz yediğim vurulduğum yerde, Gezi döneminde Divan otelinde mahsur kaldığımız yerdeki gibi mobeseler çalışmıyordu. Aziz Nesin hikayesi gibi. Görgü tanığı yoktu, kapsül yoktu, silah yoktu, memur yoktu. Dolayısıyla bunların yargılanmaması için ellerinden geleni yaptılar. Çağlayan’da biliyorsunuz avukatlar gözaltına alındı. Benim arkadaşlarım da alındı. Ben de oradaydım. O gün de kanunsuz emri yerine getirenler hala yargılanmadılar. O dosya da AYM’de hala. Biz hukuk çerçevesinde birileriyle mücadele etmeye devam edeceğiz. Ben ve benim gibiler anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz mantığında değiliz.KANUNSUZ EMRİ UYGULAMAK SUÇTUREK : O dönem polislerle yapılan görüşmelerde, söyleşilerde polisler “emir aldık” dediler. Emir aldık cümlesi polis şiddetini ne kadar normal gösterir? Emir almaları emri uygulamaları polisi ne kadar masum gösterebilir? Polisin emre karşı gelme hakkı yok mudur?OC Bunu o dönem çok sık söyledik. Halen de söylüyoruz. Hukukçu meslektaşlarım çok iyi bilir. Bir kavram vardır. Kanunsuz emri uygulamak suçtur. Dolayısıyla kanunsuz emri yerine getirenlerin bu sebepten yargılanması gerekir. Bu emri verenlerin de yargılanmaları gerekir. Bana emir verildi ben de bunu yaptım demek onların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Tabii ki de burada hukuki açıdan çizdiğimiz gibi sosyal olgu olarak baktığımızda polislerin durumlarını da tartışmak lazım. Birçokları emir aldıklarından bunu yapıyorlar ve sonunu düşünmüyorlar. Özlük hakları, çalışma durumları tartışmalı. Banklarda günlerce yatırılıyorlar. Bozuk peynirlerin olduğu sandviçler veriliyor. Eğitimli değiller, hukuktan hiç haberleri yok.EK : Ethem Sarısülük’ün katili Polis Ahmet Şahbaz, mahkemede kendisine şiddet uygulandığı, afişe edildiği gerekçesiyle Ethem’in ailesinden şikayetçi oldu. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?OC Yolunda giden bir hukuk sistemi sanığın haklarını da korur mağdurun haklarını da korur. Ama siyasallaşmışsa hukuk ya da birilerine göre olmuşsa sanığın da mağdurun da hakları zedelenir.. Ama spesifik olarak söylendiğinde Ethem Sarısülük herkesin gözü önünde, mobese kameralarının her ne kadar görüş açısını değiştirmeye çalışsalar da, açıkça öldürülmüştür. Bu bir polis kurşunuyla olmuştur. Ahmet Şahbaz’ın yaptığı görülmüştür. Şu an için kesinleşmiş bir hüküm olmasa da delilleri ile olay ortadadır. Asıl burada, bir gencin öldürülmesi, ailesinin durumu, o dönemde neredeyse 81 ilde hükümet tarafından yapılan şiddetin tartışılması gerekmektedir. Bu tartışılmadan açılan davalar vicdanı yaralayan bir durumdur. Ben Ethem, Ali İsmail ve diğer davaların mahkemeler tarafından objektif olarak ilerletilmediğini biz de çok söylenen vicdanı rahatlatıcı kararlar vermediğini söyleyebilirim.EK : Akit Gazetesi ve Sancaktar Dergisi’ne dava açtınız. Bu dava hakkında bilgi alalım. Davayı neden açtınız ve şuan bu dava ne durumda?OC 10 Kasım 2013’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve kurtarıcısı olan Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili Sancaktar Dergisi tarafından Akit Gazetesi’ne verilen bir ilan vardı. Bir holdingin vermiş olduğu bir reklama benzer ama oradaki görüntüyü, mantığı kullanarak, Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret eden bir ilan verilmişti. Bu başka bir zaman başka bir düşünce olarak belirtilseydi belki farklı yorumlar yapılabilirdi. Burada bence mahkeme heyetinin de gözden kaçırdığı olay şuydu: Bu ilan Atatürk’ün ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım’da verilmişti. İsim verilmese de kastedilen kişi belliydi. Siyah bir fon üzerine “Olmasaydı da Olurduk” diyerek bütün ülkenin aslında hatta bütün manevi değerlere baktığınızda Atatürk özelinde manevi şahsına bir hakaret edilmişti. Bununla ilgili bir suç duyurusunda bulundum. Bu konuda ben suç duyurusunda bulunurken Kadro Hareketi de destek vermişti. Kadro Hareketi de bu tip sosyal konularda her zaman yanımızda oldu. Mahkeme bu dosyayla ilgili 3. Celsede sanıklarla ilgili beraat kararı verdi. Bu kararı verirken herhalde mahkeme heyetinin vicdanı da rahat değildi diye düşünüyorum. Hatta bununla ilgili savcı 1,5 sayfaya yakın mütaala verdi ve bu mütalaada da bizim birçok tespitimizi savcının da tespit ettiğini gördük. Ama burada bu ilana düşünce özgürlüğü dendi. Ben düşünce özgürlüğüne en gemiş sınırlarda inanan bir insanım. Bununla ilgili her zaman hukuk mücadelesi verdim. Ama burada mevcut olan bir kanun vardı. Atatürk’e edilen bir hakaret vardı. Ve bu hakarete düşünce özgürlüğü demek bana göre hukuk bilmezlikti. Ve bu karar vicdanları da etkilemişti. Bu beraat kararını temyiz ettik. Temyiz neticesinde Yargıtay’dan olumlu bir cevap geleceğini düşünüyoruz. Bu olayı Türkiye’deki son 10 yıldaki siyasi ortamdan da ayıramayız. Karşımızdaki yayın grubu daha önceden bu kararı veren mahkeme heyetinin meslektaşlarına, hakimlere düzenlenen Danıştay saldırısında bir nevi tetikçiliği yapan bir gazeteydi. Bunu yapmaya devam ediyorlar. Bu verilen kararlar aslında onların yaptıkları hakaretleri, hukuka aykırı eylemleri ve hedef göstermeleri de cesaretlendiriyor. Benim bu davada verilen beraatla ilgili en çok üzüldüğüm nokta buydu. Ben Yargıtay’ın bu karardan döneceğini ve sanıkların işlenen suçtan yargılanacaklarını düşünüyorum.EK : Atatürk’ü koruma kanunu düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı mı?OC Bu aslında geniş perspektifte başka alanlarda konuşulabilir ama bu yasalar özel yasalar bir çok ülkede mevcutta olan yasalardır. Bunları genel çerçevede bu böyledir bu düşünce özgürlüğüne aykırıdır şeklinde değerlendirmekten çok, burada bir hakaret var mıdır kanun neden çıkmıştır gerekçesi nedir? Bunlara bakarak konuşmak lazım. Kanun maddesinin gerekçesinde ve daha sonrasında öğretim görevlilerinin, hukukçuların yaptığı yorumlarda ülkenin kurucusu ve kurtarıcısı olarak tüm millete mal olmuş, ülke sınırları gibi, bayrak gibi bütün ülke için manevi anlamlar taşıyan ve buraya karşı yapılan ve işlenen suçlar bütün toplumu ilgilendiren bir eylem olduğundan bu tüp uygulamalara yasak getirilmiştir. Çok eskiden, Demokrat Parti döneminden gelen bir yasadır. O dönem Atatürk’e karşı büstlerine, ismine, yazılan yazılarla, yapılan eylemlerle hakaretler sonucunda çıkan bir yasadır. Düşünce özgürlüğünün sınırları çerçevesinde değerlendirildiğinde şöyle diyebiliriz: Bir kişiye hakaret etmek düşünce özgürlüğü denilebilir mi? Dolayısıyla burada eğer bir hakaret varsa bu düşünce özgürlüğü kapsamında Değildir. Hele ki bu bir ülkenin milli kahramanıysa.EK : Seçim döneminde AKP’nin astığı pankartlarla ilgili hukuki mücadele başlattınız. Bu başvurulardan nasıl bir sonuç elde ettiniz?OC Türkiye’de son 12 yılda yapılan seçimler aslında AKP iktidarının düşündüğü gelecekte konulan taşlar. Ve her seçimin aslında seçimden çok ötede önemleri var. Cumhurbaşkanı seçimleri de böyleydi. Bu seçimde RTE Başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçmek istemekle perde arkasında şunu arzu ediyordu. Bir anlamda yetkilerinin arttığı ama sorumluluklarının azaldığı bir makam. Sorumsuz bir hale geliyor. Son dönemde deklare ettiği devlet başkanlığı, başkanlık sistemi de düşünüldüğünde atılan adım ve talep edilen görev Başbakan açısından sadece bir seçim zaferi değildir. Seçimin kaybedilmesi de sadece bir seçim kaybı değildir. Bu seçimde aslında diğer seçimlerde de olan ama daha fazla artan 298 sayılı Seçim Kanunu’nun ihlali, son çıkan Cumhurbaşkanlığı Kanunu ihlali yapıldı. Benim yaptığım da teknik anlamda bir suç duyurusu değil, görevli olan idari makamlar olan Kaymakamlığa ve ilgili idarelere karşı şikayet ve itirazlarımdı. Bunu siyasi olarak ilçe başkanlıkları da yaptı. AKP, Üsküdar’da bazı pankartlar astı, sonra bu pankartları başka ilçelere de astı. Biz bu pankartları 2 Temmuz’da Üsküdar’ın her yerine asıldığını gördük. O kadar çok asıldı ki toplanmasını zorlaştı. Bu siyasi bir taktiktir. Pankartın üzerinde cumhurbaşkanlığı forsu ve üzerinde Yeni Türkiye’nin Yeni Cumhurreisi ifadesi vardı ve adayı ifadesi olmaksızın seçilmiş havası yaratılıyordu. Burada, milli iradeyi ne kadar zikretseler de milli iradeye karşı gelmek vardı. Adaydan öte seçilmiş bir insandan bahsediyorlardı. Son kanun uygulamaları ve değişikliklerle beraber partiler propaganda yapamazken buradaki pankartlarda AKP’nin amblemlerini, aday kelimesinin olmadığını ve forsu görüyoruz. Belki de hepsinden önemlisi bu pankartlar 2 Temmuz’da asılmaya başlandı. Ama seçim propaganda serbestliği 11 Temmuz’da başlamıştı. Tam 9 gün bu pankartların indirilmesi için mücadele ettik. Bu mücadelede 11 Temmuz’u geçirene kadar idare uğraştı. YSK’dan görüş sorduklarını söylediler. Ben zaten İlçe Seçim Kurulu’na ve Yüksek Seçim kurulu’na da başvurmuştum.Kaymakamlığa hatta ve hatta mevcut kanunlarımızda tamamen yasaklanmasına rağmen cami ibadethane ve buna benzer yererle asıldığı için müftülüğe de sormuştum. Üsküdar Küçük Selimiye Camii’ne pankart astılar. Üsküdar Belediyesi tarafından kurulan çadır cami, namazgaha, Karacaahmet Mezarlığı’na astılar. Müslümanlıktan en çok bahseden insanlar siyasetin ibadethanelere sokulmaması gerektiğini bilmesi gereken insanlar buralara astı. Sonuç olarak Onur Cingil başarısız mı olmuştur? Hayır olmamıştır. Yine mücadele etmiş, bunda başarılı olmuştur. En önemlisi de şunu ifşa etmiştir. Burada başarısız olan idaredir. Yani eğer ki kaymakamlık bu pankartları kaldıramadığını ortaya koyuyorsa başarısız olan yerler kaymakamlıktır, müftülüktür. Üsküdar’ı, İstanbul’u ya da Türkiye’nin herhangi bir yerini vali, kaymakam değil, ileri demokrasilerde olmaması gerektiği halde yürütmenin başı yani o dönemki Başbakan yönetiyordu. Asıl sorgulanması gereken bu. Ve ben bu tespiti ve tescili yaptığım için kendimi mutlu hissediyorum. Ama gönül isterdi ki vatandaşlarımızın bunu görmemesi ve hukukun çiğnenmesinin engellenmesi. Ama bu konuda da mücadeleye devam edeceğim.EK : 22 Temmuz’da başlayan Emniyet mensuplarına operasyon devam ediyor. Bu polislerden bazılarının Ergenekon, Balyoz davalarında aktif görevler aldıklarını, cemaate yakın olduklarını da duyduk. O hukuksuzluklar içinde yer alan polisler bugün yargılanıyor. Bu süreçte hukuksuzlukların yaşandığı, sahur vakti gözaltına alındıkları tartışıldı. Kağıt üstünde yattıklarını, Çağlayan Adliye’sinde çevik kuvvet polisleri tarafından zincire alındıklarını gördük. Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalarda hukuk yoktu da şimdi mi ortaya çıktı? Siz bu davalara nasıl bakıyorsunuz?OC Bir vatandaş olarak da, bir hukukçu olarak da, siyasetin içinden birisi olarak da vereceğim cevap aynıdır. 22 Temmuz operasyonları başladığından ibaren yapılan hukuksuzlukların karşısında durdum. Bununla ilgili her ortamda bunu dile getirdim. Hatta bazı fotoğraflarla anlatmaya çalıştım. 2007 yılında başlayan benim de avukat olarak görev yaptığım Ergenekon sürecinde gördüğüm bir şey vardı. İnsan hakları ihlal ediliyordu, masumiyet karinesi ihlal ediliyordu. İnsanlar kaçacaklarmış gibi CMK’ya aykırı olarak sabaha karşı elleri kelepçelenerek polis arabalarına girerken başlarını polisler elleriyle ittirerek kaktırarak, tek bir kelime söylemelerine izin vermediklerini gördük. Ve bunlara karşı çıktık. Konuşmamızın aslında ana fikri şu oluyor; ‘hukuk herkes için lazımdır’ı herkese her fırsatta hatırlatmak gerekiyor. O gün hukuku çiğneyenler bugün hukuku hatırlamaya başladılar. Bizde hukuk sisteminde sana göre yasa bana göre yasa yoktur. Hatta biz anayasayla ilgili son dönemde “banayasa” kavramı üretildiğini gördük. Bunu anayasa değişikliklerinde de çok net gördük. Yasaların çıkmasında en önemli husus şudur: yasalar herkes içindir, geneldir soyuttur, subjektif değil objektiftir. Bu son dönemde yapılan bütün yasaları incelediğimizde bir amaca gitmek için yapıldığını görüyoruz. 2007’de Ergenekon operasyonu yapılması için iletişimin ve ortam dinlemelerinin yapılması için çıkan yasa maddeleri, gözaltı, arama, el koyma ve en önemlisi tutukluluk süreleriyle ilgili çıkan yasaların yasa maddelerinin tesadüf eseri olarak çıkarılmadığını gördük. Bunlar 2007’yi getirdik. O dönemde doğruları gören hukuktan yana olan yürekli hukukçular ve vatandaşlar bunlara karşı geldik. Bana yakın aydınlar yazarlar, benimle aynı şeyi düşünen siyasetçiler olduğu için yapmadım. Bunu 22 Temmuz sürecinde herkese gösterdim. Cemaatin AKP’yle sorun yaşayacağı, AKP’nin cemaati ele geçirmek için yasalar yapacağı, Sulh Ceza Mahkemeleri’ni formülüze edeceği, sulh ceza hakimliği kurup HSYK 1.Dairede yaptığı değişikliklerle kendi istediği kararları verecek hakimleri atayacağını kimse bilemezdi. 22 Temmuz’da yapılan operasyonda gözaltı süresi olan maksimum 4 günlük süre ihlal edilmekle gözaltı süresi 2 gün 3 gün hatta günlerce orada gözaltı süresi biten insanlar tutsak edildi. Yasa açık açık ihlal edildi. Bu Ergenekon ve Balyoz davaları, Odatv, KCK davalarında yapılan ihlallerin birebir aynısıydı. Polislerin, polis ablukasına alındığı gün aklıma biz avukatların Çağlayan Adliyesinde ablukaya alınıp gözaltına alındığı gün geldi. Ki orası avukatların çalışma alanı olup çevik kuvvet polislerinin girmeyeceği bir yerdi. 2 fotoğrafı yan yana koyduğumda aslında roller değişiyor ama hukuka ihtiyaç değişmiyor. Cemaat şu anda bir hukuksuzlukla karşı karşıya. Dosyalardaki iddialar doğrudur yanlıştır onu tartışmıyorum. Savcı iddiada bulunur aleyhe ve lehte delilleri ortaya koyar. Hüküm açıklanana kadar herkes masumdur. Hatırlanacağı üzere biz bunu Ergenekon ve Balyozda da söyledik. Suçta ve cezada kanunilik dedik, masumiyet karinesi, deliller, uzun tutukluluk, gözaltı sürelerinin ihlali dedik. Bugün baktığımızda aynı yerdeyiz. Ama kanunların ihlali de aynı yerde. Roller değişti. Yapılan haksızlıklara ve hukuk ihlallerine karşı hepimizin aynı anda tepki göstermesi gerekiyor yoksa Nazi zulmüne maruz kalan rahip gibi bir sabah kalktığımızda tepki verecek kimsesi olmayan hale düşeriz.EK : Yargının vicdanları rahatlatması gerekiyor dediniz. Bu davalar önceki davalarda mağdur edilenlerin vicdanlarını rahat ettirmiş olamaz mı? Böyle düşünülemez mi?OC Ergenekon ve Balyozda hukuk zulmüne maruz kalanlar , 22 Temmuzdaki hukuka aykırılıklara maruz kalan insanların tahmin edemeyeceği kadar ilkeleri olan, hukuka inanan insanlardır. Hiçbirinin oh olsun dediğine inanmıyorum. Vatandaşların bile hiçbiri oh olsun demiyor. Ama şunu söylüyor herkes “Gördünüz mü? O dönem neredeydiniz?” Bazı milletvekilleri o dönem neredeydi? Bazı TV kanalları ben çok iyi hatırlıyorum “Ergenekon Terör Örgütü” diyordu. Hepsine terörist diyordu. Ama o dönem yapılan bir şey vardı. Aslında yapılan yargılama değil itibarsızlaştırma operasyonuydu. Burada askerleri, aydınları, yazarları ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Zira hepsinin tutsak edilmesinin stratejik ayrı bir amacı vardı. Ama hepsinin ortak bir noktası da var. Hepsi bir şeye engeldi. Siyasal iktidarın yapacağı karanlık da diyebileceğimiz işlere engeldi. Bugün gördüğümüz geldiğimiz noktaya engeldi. Bir köşe yazarı düşünün, eminim dışarıda olsaydı yazdıklarıyla onları engelleyecekti. O dönem onu yaptılar. 17 Aralık olmasaydı 22 Temmuz olur muydu? Bence olmazdı. Ya da 17 Aralık operasyonunda 25 Aralık operasyonunda Halkbank Genel Müdürünü tutuksuz yargılanması için tahliye eden birisinin bugün arama el koyma kararlarını veren hakim olması tesadüf mü? Bu sorulara cevap verdiğimizde her şey ortaya çıkacak.EK : Ergenekon, Balyoz Davası sanıkları bu dava bizim davamızdır, AKP’nin davası değildir, biz bu davaları sonuna kadar destekliyoruz, elimizdeki her türlü belgeleri sunarız şeklindeki görüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?OC Bu da madalyonun başka bir yüzü. 22 Temmuzla ilgili ortaya atılan iddiaların boyutunu tartışmadığımı zaten söylemiştim. Bunların doğru olup olmadığı er ya da geç ortaya çıkacaktır. Burada benim tartıştığım nokta şu: 22 Temmuzla ilgili açıldığı iddia edilen Selam Tevhid dosyalarının açıldığı tarih aslında 2011dir. Yani 2011 den beri bu dosyalar mevcuttur. 3 yıl beklendi. Siyasi iktidar bunu bilmiyor muydu, biliyordu. Ne tesadüftür ki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bunu akıl etti. Bu bir algı yönetimidir bence. Ergenekon sanıklarının söylediklerine gelince 22 Temmuzu yapan polisler birçoğunu Ergenekon balyoz davalarında dinlemeleri gözaltıları yapan yakalamaları aramaları el koymaları yapan kişiler olduklarını biliyoruz. Bu sürecin içerisinde oldular. Ama bu soruşturmanın düğmesine basanlar da o dönem Ergenekon ve Balyozu yönlendirdiler. Siyasal iktidarın o dönem başındaki bir kişi ben Ergenekon’un Balyoz’un savcısıyım diyordu. Şimdi de 22 Temmuz sürecinin ihbarcısı oldu ya da sözcüsü oldu bütün her şeyi o yönlendiriyor. Hatta öyle bir şey oldu ki artık görün bak daha neler olacak denmeye başlandı. Ergenekon balyozda bunu önceki cumhurbaşkanı demişti. Şimdi de Erdoğan söylüyor. Cemaat AKP işbirliğinde Ergenekon, Balyoz, KCK, Odatv gibi son 12 yıla damgasını vuran davaların açıldığı da kesin. Bunun ismi Selam ve Tevhid olmuş başka bir şey olmuş. Hiçbir şey fark etmez. Polislerle beraber bunu yapan başkaları da vardı. Hukuk bunları da yakalayana kadar bağımsız tarafsız yargıçlar tarafından sorgulamalar yapılıncaya kadar benim bu davalarla ilgili soru işaretim vardır. Yine soruyorum 17 Aralık olmasa 22 Temmuz olur muydu? Bu polisler bu işi yapmıştır denmesi bir yana buradaki asıl olayın faillerinin ortaya çıkmadığını da görmek gerekir. Yani siyasal iktidarın başındakilerin..EK : Bir kesim de cemaatin üstüne gidildiğini, cemaatin ortadan kaldırılacağını ifade ediyor. Bu operasyonlarda sonuna kadar gidilmeli, bu operasyonlara karşı çıkan cemaate sahip çıkıyor deniyor.OC Burada öne çıkan hukuksuzluklardır. Hukuka uygun olarak yapılan bir şey varsa tabii ki de üzerine gidilecek. Ama benim gördüğüm kadarıyla ilk üstüne gidilmesi gereken şey hukuksuzlukların tespit edilmesidir. Ondan sonra ortaya koymanız gereken şey bu soruşturma dosyalarında soruşturmayı yapan savcıların, kararları veren hakimlerin durumlarına bakmak gerekiyor. Biz burada hukuka uygun bir şekilde eğer karar verildi diyebiliyorsak burada karşı çıkmamamız gerekiyor. Ama burada cemaate değil hukuka sahip çıkmak olarak düşünülmeli. Öteki türlü çok basite indirgenmiş oluyor. Ama soruluyorsa ki cemaat hukuksuzluk yapmamış mıdır? En az AKP kadar yapmıştır. Buna cemaate sahip çıkmak olarak görülmesine karşıyım. Ben kendi adıma hukuka sahip çıkarım. Ortada bir şey varsa üstüne gidilmesini isterim. Cemaat de olsa böyledir, AKP de olsa ben de olsam böyledir. Eğer ki bu soruşturmanın adil olduğuna inansaydık ki bundan üzüntü duyuyorum. Son dönemde yapılan bütün her şeyde hukuka güvenmeme var. Hukuka güven çökmüştür Türkiye’de. İnansaydık ben de sonuna kadar derdim ki evet cemaatin hukuksuzluk yaptığı için üstüne gidiyorlar. Ama ben art niyet olduğu konusunda, daha doğrusu açık bir hesaplaşma olduğu konusunda derin şüpheler taşıyorum.HSYK KİMİN?EK : Adalet Bakanı 17 Aralık operasyonlarından sonra “Bu HSYK bizm hazırladığımız HSYK değildir. CHP’nin hazırladığı HSYK’dır” şeklinde bir açıklama yaptı. Sizce bu HSYK kimin HSYK’sı?OC Siyaset içerisinden bir cevap vereyim. Ben Türkiye’de ilk defa şunu gördüm. Her zaman muhalefet olan bir iktidar var. Hep muhalefet. Aslında iktidar ama hep mağdur. Mağrur ama mağdur. CHP’nin suçlanması da bir AKP alışkanlığı. Erdoğan 6-7 Eylül olaylarında bile iktidarda CHP’nin olduğunu söylemişti ama çok sevdiği Menderes vardı. Dolayısıyla bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar vatandaşın olağan yaşantısında inanacağı şeyler söylüyor. Ama aslında yalan atıyorlar. Bugünkü HSYK, 12 Eylül 2010 referandumundan sonra oluşan bir HSYK’ydi. HSYK’nın bir önceki seçimlerinde eşekli demokrasi vardı. Yani iktidar bir kişiyi parmakla gösterdi. Ve ona oy verildi. Bununla ilgili bazı konuşmalar ortaya çıktığında şu cümle söylendi; “İktidar eşeği göstersin ona da oy veririz”. HSYK’yı CHP yapmadı, AKP yaptı. 2010 referandumuyla birlikte. O referandumda biz halka kandırılıyorsunuz. Şekerlemeler konuldu ama bu aslında fare zehiri gibidir diyorduk. HSYK cemaatle AKP birbiriyle zıtlaşmadan önce ikisinin işbirliğiyle kurulan bir HSYK’ydı. Kavga oldu cemaat tavsiye edildi. AKP’nin HSYK’sı olmaya başlandı. Son HSYK değişikliklerinin ardından 1.Daireden yapılan değişiklikle tamamen AKP’nin kurulu oldu. AKP’nin HSYK’sı oldu. Burada cemaate yakın olduğu söylenen hakim ve savcıların 17-25 Aralık’ı yapacağı tahmin edilememişti. Dolayısıyla tasfiye de edilememişti. Hukuka aykırı iş yapan kim varsa bunlarla ilgili idari soruşturma açıp gerekli cezalar verilebilirdi. Ama bana dokundu diye yapılan bir tasfiye varsa bu çok yanlış olur. Dün Atatürkçüler tasfiye ediliyordu bugün cemaatçiler tasfiye ediliyor. Öyle bir an gelir ki AKP’nin hakim ve savcıları tasfiye edilir. Bu hukuk değildir.EK : Biraz da siyasete grelim. CHP, MHP ile ortak Cumhurbaşkanı adayı gösterdi. Milletvekilleri de dahil olmak üzere birçok partili adayı basından öğrendi. Büyük uzlaşıya gidildi ve birçok parti adaya desteklerini açıkladı. Ama CHP’de adayı eleştirenler parti ahlakına aykırı davrandı denildi. Parti kurullarına, örgüte danışılmadan aday gösterilmesi mi parti ahlakına aykırıdır, yoksa o adaya karşı gelinmesi mi?OC Ben olaya şöyle bakıyorum. Bir kere ülke içinde ve parti içinde demokrasi olmazsa olmaz. Bu demokrasiyi ülkemize getiren CHP içinde de olmazsa olmazdır. Bazı konulara cevap verirken Türkiye’nin son dönemine ve bazı dinamiklere de bakmak gerekiyor. Türkiye’de ciddi anlamda bir kötü gidişat var. Herkes huzursuz, geleceğini göremiyor, sindiriliyor. Bence Türkiye’nin son dönemine Recep Tayyip Erdoğan’ın ciddi anlamda otoriterleştiği, siyasi anlamda hiç kimseyi tanımadığı bir ortamda cumhurbaşkanlığı seçimine gittik. Bu çerçevede bazı kararları değerlendiriyoruz. Tabana sorulmadan verilen kararlar bana göre demokrasiye çok uygun değil ve bunların tartışılması gerekiyor. Ama bir partide yönetici olmak çok dikkatli davranmayı gerektiriyor. Bir karara karşı çıkmak demek başka bir yanlışı yapmak anlamına gelmemeli. Demokrasiyi kesinlikle savunalım. Tabana sorulmamasını tartışalım. Ama vereceğimiz tepkilerde dikkatli olalım. Bazen tepkilerimizi sert verdiğimizi düşünüyorum. Bu tepkilerin vatandaş nezdinde “işte anlaşamıyorlar, gördünüz mü?” şeklinde değerlendirildiğini ya da siyasi muhatabınız parti tarafından ciddi anlamda kullanıldığını görüyorum. Partiyi aileye benzetiyorum. Aile içerisinde her zaman sorun olur. Ama bunların dışarıya taşmaması önemlidir. Sorunların hepsinin içeride çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de baskı ve şiddetin bitmesi gerekiyor. Siyasal iktidarın daha fazla güçlenip pervasızlaşmasından korkuyorum. Bundan önce yaşadıklarımızı özleyeceğimizi düşünüyorum. Tahmin bile edemeyeceğimiz hukuka aykırılıklar, siyasi etiğe aykırı şeylerin yaşanacağını düşünüyorum.YENİ TÜRKİYE TARTIŞMALARIEK : Ekmeleddin İhsanoğlu 10 Ağustos’ta seçilemedi ve RTE 12.Cumhurbaşkanı oldu. Yeni Türkiye söylemleri bir hayli arttı. Sizin Yeni Türkiye’den beklentileriniz ne? Ve sizce Yeni Türkiye ne demek?OC Devletler geçmişten günümüze gelen gelenekleri, yaşadığı tarihi olayları, dünyadaki gelişmelere göre aldığı tavırları ile yaşayan, gelişen, geçen yıllar içerisinde değişen bir yapı gösterirler. Ülkemiz neredeyse bir asırlık bir Cumhuriyet ve kurulduğu günden bu yana değişen dünyada elbette ki değişme ve gelişme gösterdi. Fakat devletlerin bazı gelenekleri vardır ki, bazı temel anlayışları, kuruluş felsefeleri vardır ki, bunlar insanın genlerinin değişmesi nasıl ki sonunu getirir, devletlerin de temel anlayışlarının değişmemesi gerekir. Bunları şundan söylüyorum, son yıllarda “değişim” “yenilik” “yeni” kelimeleri içleri adeta boşaltılarak vatandaşlarımıza her şekil ve şartta olumlu bir şey gibi gösterilmekte. Halbuki “Erdoğan değişim anlayışı ve uygulamaları” ilerleme yönünde değil tamamen demokrasimizi ve geleneklerimizi geriye götürür şekilde, kendi iktidarını ortaya koyan, olumsuz yönde bir değişim olarak gerçekleşmekte.Bu gerçekleri ortaya koyduktan sonra net bir şekilde şunu söyleyebiliriz ki, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması, işte kurmaya çalıştıkları kendi anlayışları ve hegemonyalarını ifade eden Yeni Türkiye kavramını ortaya çıkardı.Bir şeyin yenisi varsa, eskisi de vardır. Devletin yenisi olmaz, bazı anlayışlar yenilenir. Ama burada Erdoğan’ın söylediği Yeni Türkiye artık demokrasinin askıya alındığı, hukukun olmadığı, belki seçimlerin bile ilerde yapılmayacağı, özgürlüğün korunmadığı, tek parti, tek anlayış, tek adamın olduğu, rahatça yolsuzluğun hırsızlığın yapıldığı, ülkenin dış ülkelerinin oyuncağı, toprakların ise sömürülme alanı olduğu, kısacası Erdoğan’ın Türkiye’si anlamına geliyor. Bu da bana göre Türkiye’nin bitmesi anlamına geliyor. Dediğim gibi Türkiye tektir, Yenisi olmaz ama benim için Yeni anlayışı Erdoğan’sız ve AKP iktidarının olmadığı bir ülkeyi ifade ediyor.CHP KURULTAYIEK : CHP 5-6 Eylül’de 18.Olağanüstü Kurultayı’nı gerçekleştirdi. Siz de PM’ye adaydınız. 2 aday yarıştı ve kazanan Kılıçdaroğlu oldu. Saadet Partisi’nden gelen Mehmet Bekaroğlu PM’ye girdi. Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sürecindeki söylem ve hareketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonra CHP’de neler yaşanır? Parti sola mı kayar? Yoksa AKP-HDP Karışımı bir partiye dönüyor kaygısı ne kadar gerçekçidir?OC CHP’nin Kurultay tecrübesi fazladır bilirsiniz. Ben bile 4 yılı aşkın siyasi yaşamımda 1’i Tüzük Kurultay’ı olmak üzere 3 Kurultay gördüm. Açıkçası Kongreler ve Kurultaylar süreçlerini ben pek sevmemekteyim bunu öncelikle söylemek isterim. Her ne kadar sosyal demokrat partiler için Kurultay ve Kongreler kendini kontrol etme, düşüncelerden bir sentez çıkarma ve yenilenme buluşmaları olsa da, Kongreler ve Kurultaylar enerjiyi içe dönük bir hale getirdiği ve maalesef çoğu CHP’linin sadece içteki seçim zaferlerini kazanım olarak gördüğünden bu süreçler benim için aslında çok olumlu gelmemekte.5-6 Eylül’de yapılan 18. Olağanüstü Kurultay’da sizin de dediğiniz gibi ben de Parti Meclisi Üyesi Adayıydım. Bilindiği üzere Üsküdar’da 2 dönemdir İlçe Yöneticiliği yaptım. Gençlik Kollarındaki dönemi de katarsak, 1 Genel Seçim 1 Yerel Seçim ve 1 Cumhurbaşkanlığı Seçimi olmak üzere her türlü seçim çalışmasında ve atmosferinde bulundum, emek verdim. Özellikle hukuki ve siyasi mücadelemi birçok kişi yakından bilmekte. Genç yaşta ve kısa sürede CHP’ye ciddi emekler sarf ettiğimi düşünüyorum. Ayrıca gençliğin dinamizmini içinde taşıyan, iktidar olmak için birçok plan ve projesi olan bir hukukçuyum. Bu sebeple de Parti Meclisi’nin aktif, katılımcı, genç ve kaliteli bir yapıda olması amacıyla ben de taşın altına elimi koymak istedim. Seçimdeki benim sözüm “Muhalefette geçen yaşamımda iktidar olabilmek adına daha çok emek vermek ve daha çok ter dökmek”ti.Bu çerçeve de yaklaşık 2 hafta iyi bir çalışma sergiledik. Tüm Türkiye’ye ulaştık ve sonradan aday olursak iyi bir oy alacağımızı fark ettik. Ankara’ya gidip toplam 4 gün de orada bire bir adaylarla tanıştık, görüştük ve oy istedik. Türlü olumsuzluklara, engellemelere, anahtar listelere rağmen, bir anlamda bağımsız bir aday olarak neredeyse Türkiye’nin her ilinden oy alarak benim için bir birinden değerli 67 oy aldım fakat PM’ye maalesef giremedim. Tabi ki bu bir adımdı, bir başlangıçtı. Gezinin sloganında olduğu gibi “Bu daha başlangıç Mücadeleye devam” dedik. Beni mutlu eden, ülkenin her yerine bu kısa siyasi yaşamımda ulaştığımı görmekti Benim tanışmak isteyen genç kardeşlerim, ağabeylerim bana ulaştı, bazı delegeler Gezi ile ilgili olarak yaptığım suç duyurusunu bilmekteler ki arkamdan Gezi’nin avukatı diye seslenenler oldu. Bir daha ki Kurultay için ben kendi adıma çalışmalarıma aralık vermeksizin devam ediyorum ve arkadaşlarımla bir daha ki Kurultay’a, umarım CHP’nin iktidarında, PM’ye girmeyi hedefliyorum.Diğer yönden CHP’in Kurultay’ına bakarsak, siyasi açıdan birçok tespitte bulunabiliriz. Öncelikle Genel Başkan Adaylarının nezaketi açıkçası çok hoştu. Tabi ki aksaklıklar olur, laflar söylenir ama genel olarak tarafların birbirine saygılı davrandığı bir Kurultay yaşandı.Kurultay’da partinin politikaları, son durumu, siyasi hamleleri, Genel Başkanın tercihleri tartışıldı ve bu sosyal demokrat partilerde olması gereken tartışmalardı. Burada Cumhurbaşkanlığı Seçimlerindeki İhsanoğlu tercihi ya da seçime ilk turda birden fazla aday ile girilmemesi eleştirilere neden olmakla beraber Bekaroğlu’nun Genel Başkanın anahtar listesinde olması da yeni bir tartışma doğurdu.Bunlar siyasi ve şahsi tercihlerdir. Bunlara yönelik olarak tabi ki eleştiriler olacaktır. Zira şahsen ben sağdan oy almaya tamam, ama sağdan siyasetçi devşirmeye karşı olan bir kişiyim. CHP bir kitle partisi, herkes üye olabilir, organlarında görev yapabilir, aday olabilir. Fakat partinin ilkelerine, anlayışına, programına bağlı olmak, sol – sosyal demokrat ilkelere sahip çıkmak şartıyla. Yoksa nasıl ki Ertuğrul Günay AKP’ye geçince solcular AKP’ye oy vermediyse, Bekaroğlu partiye geldi diye sağcılar da CHP’ye oy vermeyecektir. O yüzden alınan kararlara saygı göstermekle beraber ben çözümün sol anlayışta, umudun da solcu siyasetçilerde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bir de CHP’ye emek veren benim gibi son dönemlerin deyimiyle “partinin öz evlatları”nın partide daha fazla yer bulması gerekmekte. Bu hem bizler için bir hak; hem de CHP’nin geleceği için bir zorunluluktur.Ama son olarak şunu söyleyebilirim ki, partinin soldan uzaklaşmasını kimse sağlayamaz. Tartışmalar, yanlış kararlar olabilir ama partinin kimliği, değerleri ve kurtuluşu, ülkenin kurtuluşunda da olduğu gibi soldadır.ÖCALAN’A AF TARTIŞMALARI, ÖCALAN SERBEST KALIR MI?EK : Yasalar herkese eşittir, sana bana göre yasa olmaz dediniz. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü yıllardır tartışılan bir konudur. Genel af çıkartılsın deniyor. Bu af Öcalan’ı kapsar mı diye sorulduğunda yasalar herkesi kapsar deniliyor. Af Abdullah Öcalan’ı da kapsarsa siz buna nasıl bakarsınız? Vicdanlar yaralanmayacak mı?OC Buna hukukçu olarak cevap vermek gerekirse mevcut yasalar Öcalan’ın özgür kalmasına izin vermiyor. Dolayısıyla biz her vatandaşa aynı şekilde baktığımızdan şuan için böyle bir ihtimal yok. Bazı hamleler var. Bunların da değerlendirilmesini biz hukukçular ve vatandaş yapacak. Yasalar çıkarsa değerlendireceğiz. Ama böyle bir ihtimal pek görünmüyor. Ben terör sorunu değil de Güneydoğu, doğu olarak bakıyorum olaya. Orada yaşanılan bazı sorunlar var 30-35 yıldır. Böyle bakıldığında, yapılan hamleleri eleştirirken şöyle görüyorum. Aslında, Terörün bitirilmesi için yapılan hamleler eleştirilmiyor. Şu an yapılan şey tamamen siyasi iktidarın kendi geleceklerini devam ettirmek için yaptıkları popülist işbirlikleri olduklarını görüyoruz. Eleştirdiğim nokta işte bu. Burada ne bazı sorunları çözmek ne de terörü bitirmek var. Benim gördüğüm kadarıyla bir grubun diğer grupla Oslo’daki gibi seçimlere endeksli, “seçimlere kadar, seçimlerden sonra, aman şunu yapmayın” tarzında ciddi bir işbirliği var. Burada terörü bitirme, vicdanları rahatlatma, bir kişiyi yargılama gibi bir şey yok. Bu amaçlarda olduğunda bunu başka şekilde konuşabiliriz. Bunun dünyada örnekleri var. İngiltere’de İspanya’da var. Burada önemli olan şey şu; herkes terörü bitirmek istiyor mu? Siyasi iktidar işbirliği içerisine girip önündeki seçimi kazanmaya çalışıyor. Diğer grup biz Amerika’yı Irak’ta nasıl koruduysak burada da AKP’yi koruruz şeklinde ilerliyor. Ama ne oluyor? İki popülist yaklaşımın arasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları eziliyor. Hala Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok sorun çözülemedi. Ama baktığınızda birçok kişi sorunu çözmek için çalıştığını söylüyor. Bu sorunları eğer ki çözmek istiyorsak söz vereceğiz. Biz bu masaya çözmek için oturduk, menfaatimiz, popülist yaklaşımımız yok, önümüzdeki seçimler gibi bir hesabımız yok diyeceğiz. Biz ayrılıkların bitmesini istiyoruz. Biz her türlü çatışmanın bitmesini istiyoruz diyeceğiz. Bunu emperyalizmle antiemperyalistlerin çatışması olarak değerlendiriyorum. Birileri silah üretiyor birilerine satıyor. Sonra ötekine de satıyor. İkisine de birbirine vur diyor. Bizim gibi antiemperyalistler bunu anlıyor, bu bizi birbirimize kırdırma, emperyalizme daha fazla para kazandırma oyunudur. Bu coğrafyadaki, petrol, doğalgaz, su oyunudur. Bu oyunda roller taraflar değişiyor ama hikaye aynı. Bunu herhalde önümüzdeki süreç gösterecek.TÜRK BAYRAĞINI İNDİRENLERE POLİSİN MÜDAHALESİEK : Diyarbakır’da başlayan bayrak indirme olayını da konuşalım. Birileri çıkıp bayrağı indiriyor, polis de çıkıp ayağından vuruyor. Sonra deniyor ki bayrağı indiren ruhsal problemi olan birisidir. Polis aşağıdan baktığında bunu fark edebilir mi? Polisin müdahale etmesi, silah kullanması hukuki midir?OC Bayrak bu ülkenin bayrağı, hepimizin bayrağıdır. Her ülkede olduğu gibi bizim bayrağımız da değerlidir. Burada bayrağa, manevi olan değerlere yapılan müdahaleleri ben yanlış buluyorum. Bu cami de olabilir, toprak da olabilir, bayrak da olabilir. Burada Türkiye inen bayrağı tartıştı. Fakat, son yıllarda fiziken inmese de, özellikle dış politikada inen itibar ve karizma kaybını görmedi. Ortadoğu’da Türkiye’ye biçilen rol, projelerin eş başkanlığını üstlenme, sıfır sorun diyerek yola çıkılarak bütün komşularla sorun yaşaması, bölgede istenmeyen bir model durumuna düşülmesi, içeride sürekli yaşanılan sorunlar, Soma vs. Türkiye’nin içte ve dışta karizması ve itibarı zaten aşağıya inmişti. Dolayısıyla bayrağa yapılan müdahaleyi Türkiye’de bozulan düzen, birlik, dirlik olarak bakıyorum. Son 10 yıldır yalpalayan bir ülke görüyorum. Buna müdahale hukuki midir, değil midir noktasında manevi değerlere yapılan hareketlerin yanlış olduğu söylenebilir. Hukuka da aykırıdır. Buna yapılacak müdahale ne olmalıdır bu tartışılır? Polisin silah kullanması gerekir mi? Bana sorarsanız gerekmezdi. Başka türlü bir müdahale ya da müdahalesizlik yapılabilirdi. Tabiî ki engelleme yapılmalıydı. Ama bence silah kullanımı olmamalıydı.EK : Son sözlerinizi alalım.OC Teşekkür ederim. Benim için çok keyifli oldu. Sorular güzeldi. Çetin sorulara maruz kaldık. Umarım okuyanlar da sohbetten keyif alırlar. Türkiye’de artık herkesin özgür bir şekilde birlik, dirlik içerisinde, insan haklarına, hukuka saygılı, herkesin eşit kabul edildiği, ayrılığın olmadığı, gerçekten ekonomik refahın olduğu, bir babanın ya da annenin evine erzağını rahat rahat kendi parası ile götürebildiği, çocuklarıyla ilgilenebildiği, çok yüksek saatler çalıştırılıp sömürülmediği, eve ölmüşçesine gelmediği, emeğin en yüce değer olarak kabul edildiği günler olmasını temenni ediyorum. Ben inanıyorum ve bunun için çalışıyorum. Savaşıyorum.
MHP Cumhurbaşkanlığı Genelgesi Yayınladı
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin il ve ilçe yöneticilerine gönderilmek üzere 8 maddelik genelge yayınladı. Provokasyon uyasının yapıldığı ve AKP hükümetinin eleştirildiği genelgede, “Cumhurbaşkanı Seçim sürecini sabote etmek, krize sokmak için bazı mihrakların tetikte beklediği şüphe götürmez bir gerçektir” denerek, çatı aday Ekmeleddin İhsanoğlu’nun milletin her ferdine anlatılması istendi. Yayınlanan genelge şöyle: AZİZ MİLLETİMİZ İÇİNDEN KUŞATILMIŞ, İÇERİDEN İHANETE UĞRAMIŞTIR Türkiye uzun zamandır; adı konulmamış bir krizin, ilan ve itiraf edilmemiş bir bunalımın tesiri altında kıvranmakta, kopkoyu bir esaretin pençesinde can çekişmektedir. AKP hükümetiyle geçen 12 yılın bilançosu yabancılaşma, yasak, yalan, yıkım, yozlaşma, yolsuzluk ve yoksullukla temellenmiştir. Geçen yıllar boyunca Türk milleti yok sayılmış, Türk tarihi reddedilmiş, Türk bayrağı indirilmiş, Türk vatanı bölücülerin taarruzuna uğramıştır. Milli ve manevi değerlerimiz çok açık, çok tehlikeli, çok aktörlü saldırıların hedefi olmuştur. AKP’yle birlikte PKK mevzi elde etmiş, bölücü odaklar cesaret kazanmış, bebek katili mevki, statü ve itibar payesi alarak siyasal bir figür mertebesine adım adım çıkarılmıştır. Başbakan Erdoğan dönemsel iktidar gücünü millet lehine ve yararına kullanmaktansa, Türk ve Türkiye düşmanlarının çıkarları için seferber etmiştir. Bu yüzden aziz milletimiz içinden kuşatılmış, içeriden ihanete uğramıştır. Başbakan ve hükümeti adaleti örselemiş, kardeşliği sekteye uğratmış, birlikte yaşama iradesini hançerlemiştir. Ülkemiz ve demokrasimiz tarihin en vahşi, en zalim, en sinsi tertip ve tehdidiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Başbakan Erdoğan siyasi varlık ve geleceğini teröristlere, küresel çetelere, para ve servet avcısı lobilere, üzerimizde hesap ve hevesleri olan batılın bekçilerine aynısıyla bağlamış ve sabitlemiştir. Başbakan ve hükümetiyle geçen 12 yılda; Fitne kazanı fokur fokur kaynamış, iftira ateşi alabildiğine körüklenmiştir. Küfür ve hakaret zirveye tutunmuş; haksızlık, hukuksuzluk ve hıyanet sel gibi yayılmıştır. Doğruluk ve dürüstlük gözden düşmüş, haram ve hırsızlık el üstünde tutulmuştur. Şiddet ve asayişsizlik kontrolden çıkmış; uyum, uzlaşma, hoşgörü ve anlaşma hasletleri kaybetmiştir.” BAŞBAKAN TERÖRİSTLERİN ÖZERKLİK İSTEKLERİNE, OTONOMİ BEKLENTİLERİNE YEŞİL IŞIK YAKMIŞTIR Başbakan Erdoğan ‘ezberleri bozuyoruz’ diyerek, Türkiye’nin sosyal dokusunu yaralamış, tarihi yürüyüşünü yavaşlatmıştır. ‘Geçmişle yüzleşiyoruz, yanlışlarla hesaplaşıyoruz, ileri demokrasiyi getiriyoruz, hayalleri gerçekleştiriyoruz’ sözleriyle aziz ecdadımızın kutlu mirasını küresel akbabalara, bölgesel terör örgütlerine peşkeş çekmiştir. ‘Açılım yapıyoruz, çözüyoruz, barışıyoruz, görüşüyoruz, milli birlik ve kardeşliği tesis ediyoruz’ iddialarıyla PKK terör örgütüne altın tepsi üzerinde Türkiye’yi ikram etmiştir. TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen, madde madde kabul edilen sözde “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı” Türkiye’nin onyıllardır sürdürdüğü terörle mücadelesini hiçe sayan bir zillet ve rezalet olarak tarihe geçmiştir. İhanete ortak olanları, teröre yüz sürenleri, PKK’yla kurulan pazarlık masalarında Türkiye’yi satanları hukuki, idari veya cezai sorumluluktan muaf tutma arayışı asla sonuç vermeyecektir. Dünyanın hiçbir medeni ve güçlü ülkesinde kanun çıkararak terörün sonlandığı, bölücülüğün pes ettiği veya emellerinden vazgeçtiği görülmemiştir. Yine Dünyanın hiçbir iddialı ve kudretli devleti teröristlerin her istediğini normal görüp makul bularak huzur ve selamete kavuşamamıştır. Bölünerek güçlenmiş, milli tez ve kabullerinden tavizler vererek dirliğe ulaşmış, atalarına sırt dönerek talihi açılmış bir ülkeye tarih henüz sahne olmamıştır. PKK’nın taleplerini hazmettire hazmettire karşılamak, statü ve kimlik konusundaki dayatmalarını etap etap sonuçlandırmak milli ve üniter devlet yapımıza ölüm fermanı yazmakla eşdeğerdir. Başbakan teröristlerin özerklik isteklerine, otonomi beklentilerine yeşil ışık yakmıştır. Başbakan İmralı canisinin çetesiyle birlikte affına el altından vize vermiş ve bunu pazarlıklarla takvime bağlamıştır. PKK’lı militanların sözde eve dönüşü, sosyal yaşama katılımı ve uyumlarının temini konusunda TBMM’in kutlu iradesini alet etmiş, millet vekâletini kötüye kullanmıştır. Şu günlerde Meclis’te, AKP’nin sayısal çoğunluğuyla kanunlaşan PKK’nın talep listesi Türkiye Cumhuriyeti’nin mahvına, Türk vatanın parçalanmasına tamı tamına yasal kılıf hazırlama çabasıdır. CUMHURBAŞKANI ADAYI OLMASI BİLE BAŞLI BAŞINA SKANDAL VE AYIPTIR Türkiye, Erdoğan eliyle bölünme kulvarına sokulmuştur. Ve bu bölünme süreci tek milletin idamı, tek vatanın imhası, tek devletin itlafı, tek bayrağın inkarı, tek dilin iflasından başka herhangi bir netice doğurmayacaktır. PKK’nın önce özerklik, ardından federasyon, daha sonra konfederal, en sonunda da bağımsız Kürdistan amacına Erdoğan şevkle hizmet etmektedir. Kürdistan’ı zımnen tanıyan, Barzani’ye övgüler düzen, millet hasımlarına methiyeler yağdıran bu zihniyetin, Cumhurbaşkanı adayı olması bile başlı başına skandal ve ayıptır. Bu itibarla Erdoğan milletin değil, milliyetsizlerin, vatansızların, millete cephe alan geniş bir şer koalisyonun ‘parlak adamı’dır. Erdoğan milli iradenin ya da milli gücün değil; milli değerlerin, manevi emanetlerin karşısındaki yegâne adamdır. KÜRT KÖKENLİ KARDEŞLERİMİZ ALÇAK TELKİNLERE KAPILMAYACAKTIR Başbakan İmralı canisiyle başkanlık konusunda fikir birliği halindedir. Başbakan; Barzani, İşçi Partisi, HDP, yandaş medya, havuzcu işadamları, DHKP-C, IŞİD, El Kaide, İmralı canisi, İsrail ve Müslüman katilleriyle ortaklık içindedir. Haçlı hesaplarının yedeğinde, zalim niyetlerin kuyruğunda, Türk ve Cumhuriyet düşmanlığının peşinde kim varsa Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması için mücadele vermektedir. HDP’nin adayı olarak ön plana çıkmış Eşbaşkan, Başbakan ve partisinin piyonu olarak kapalı kapılar arkasında desteğini belirli şartlar doğrultusunda vaat etmiştir. AKP; HDP ve PKK’yla Türkiye’nin parçalanması konusunda uzlaşmış ve anlaşmıştır. İradesini Kandil’e, varlığını canilerin emrine seneler evvel devreden malum Eşbaşkanın, BOP Eşbaşkanıyla gizli ihanet nikahı kıyması Kürt kökenli kardeşlerim tarafından hoş görülmeyecektir. Şunu bir defa bilmek lazımdır ki, bin yıllık kardeşliğin aziz emaneti olan Kürt kökenli kardeşlerimin ne HDP, ne BDP, ne PKK, ne AKP ne de İmralı’daki emzikli bebek katili temsilcisi değildir. Kürt kökenli kardeşlerim istismara aldanmayacak, isyana davet eden alçak telkinlere kapılmayacaktır. Oynanan oyunları bozacak, yazılan senaryoları inanıyorum ki yırtıp atacaklardır. Yine inanıyorum ki, 10 Ağustos’ta tercihlerini birlikten, istikrardan, iffetten, bütünlükten, huzurdan ve kardeşlikten yana kullanacaklardır. Artık Kürt kökenli kardeşlerimin uyanış şafağı sökmüş, silkinip, doğrulma ve üzerlerindeki ağırlığı fırlatıp atma zamanı gelip çatmıştır. Doğu ve Güneydoğu üzerinden çıkar sağlayan yabancı uşakları, emperyalizme keşif kolu sağlayan fesat yuvaları Kürt kökenli kardeşlerimin dirilişiyle, vahdet kararıyla hüsrana uğrayacaklardır. Çünkü bölünmenin, ayrı düşmenin, küsmenin, kopmanın, ufalanmanın, dilimlere ayrılmanın hiç kimseye bir faydası dokunmayacaktır. Bu nedenle Erdoğan’ın HDP’yle gayri meşru temas ve beraberliği ters tepecektir. CUMHURBAŞKANI OLURSA, SEÇECEĞİ KUKLA BAŞBAKANLARLA DİKTATÖR OLMA YOLUNDA HIZLA İLERLEYECEKTİR Türkiye’nin karşısında toplanan, Türk milletinin aleyhine faaliyet gösteren tüm mihraklar için Erdoğan son şans, son eşik, son ümit, son adamdır. Bunun için Cumhurbaşkanı olması maksadıyla içte ve dışta çok faal bir lobi çalışması karanlık bir kampanya eşliğinde yürütülmektedir. Başbakan Erdoğan bölücülüğün aynı zamanda vitrin süsü, aynı zamanda vesaiti, aynı zamanda da vokalisti olmaya istekli ve adaydır. 12 yıldır sürdürdüğü Başbakanlık göreviyle Türkiye’yi perişan eden Başbakan’ın yarım kalan darbesini, yarım kalan saldırılarını tamamlamak için Çankaya’yı bir fırsat gördüğü neredeyse kesindir. Ne var ki, Başbakan hala 17-25 Aralığın hesabını verememiştir. Hala rüşvetçi bakanlarıyla ilgili Meclis Soruşturmasını savsaklamaktadır. Hala ayakkabı kutularını, yatak odalarında bulunan para kasalarını, villaları, villalardan çıkan milyar dolarları izah edebilmiş, bu kapsamda aklanmış da değildir. Başbakan’ın sicili kapkaradır. Ve bu sicil Cumhurbaşkanı olmaya hukuken, ahlaken, vicdanen engeldir. Tarafsız Cumhurbaşkanı olmayacağını söyleyen, rehavete kapılmayacağını ileri süren Başbakan’ın işlediği onlarca anayasa suçu elbette yakasından düşmeyecek, peşini bırakmayacaktır. Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olduğu taktirde tarafsız kalmayacağına dönük ifadeleri de bizatihi Anayasa aykırıdır. Yol, köprü, havalimanı yapma polemikleriyle Cumhurbaşkanı’nın görevlerini sulandıran Başbakan’ın, daha düne kadar “devlette çift başlılığa izin vermem, yetkilerimi kimseyle paylaşmam” sözleri unutulmuş değildir. Anlaşılan Çankaya’ya çıkarsa ihalelere fesat karıştırmaya ve yandaşları kollayıp hukukun kanına giren malum işadamlarından yüzde almaya devam edecektir. Başbakan, şayet Cumhurbaşkanı olursa, seçeceği kukla başbakanlarla diktatör olma yolunda hızla ilerleyecektir. AKP’ye oy veren aziz vatandaşlarım, AKP’de görev yapan vicdanlı milletvekili ve yönetici arkadaşlarım derin Erdoğan komplosunun farkına varmalıdır. Bilinmelidir ki, hırsızlığa adı karışmış, soyguna azmetmiş, ihanete tam teşebbüs etmiş bir şahsın Cumhurbaşkanı veya adayı olması Türk milletine pahalıya mal olacaktır. Bu itibarla Erdoğan masalı, Erdoğan serüveni sandıkta bitirilmelidir. BAŞBAKAN’IN MİLLETİN KESESİNDEN SEÇİM MASRAFLARINI KARŞILAMASI AHLAKSIZLIĞIN İLERİ BOYUTUDUR Ayrıca Başbakan’ın devletin bütün imkanlarını Cumhurbaşkanı olmak için kullanması, milletin kesesinden seçim masraflarını karşılaması ahlaksızlığın, kural ve insaf tanımazlığın ileri boyutudur. Başbakan’ın emrinde devletin uçakları, helikopterleri, otobüsleri, otomobilleri, valileri, kaymakamları, memurları sıra sıra dizilmiştir. Buna karşılık Türk milletinin sesi ve nefesi olmaya aday, büyük bir uzlaşmanın eseri olarak temayüz etmiş Sayın Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu kısıtlı ve dar imkanlarla demokrasi mücadelesini sürdürmektedir. Sayın İhsanoğlu sadece beş siyasi partinin değil, milli iradenin ortak çatısı, ortak kararıdır. Sayın İhsanoğlu Türkiye’nin adayı, masumların nidası, mazlumların hamisi, sessiz milyonların tercümanı, kenara itilenlerin rüyası, horlananların davacısı, küçümsenenlerin alacaklısı, Anadolu bozkırlarının çığlığıdır. Sayın İhsanoğlu milletin safında, milletin yanında, milletin hizmetinde bir değer iken; Erdoğan despotluğun, art niyetin, vefasızlığın, vizyonsuzluğun, çalmanın, kaba gücün, baskının, zorbalığın çirkin yüzüdür. Kucaklaşmak ve buluşmak için Sayın İhsanoğlu Cumhurbaşkanı olmalıdır. Kutuplaşmayı bertaraf etmek için Sayın İhsanoğlu Cumhurbaşkanlığına seçilecek en doğru, en meşru, en doğal, en layık isimdir. GEÇMİŞTE UYGULANMIŞ BAYAT SİYASET OPERASYONLARININ TEKRAR DOLAŞIMA SOKULDUĞU ANLAŞILMAKTADIR Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça maksatlı ve belirli gayelere yönelik tartışma ve dedikoduların arttığı gözlenmektedir. Özellikle partimize ve davamıza gönül veren milyonlara yönelik geçmişte uygulanmış bayat siyaset operasyonlarının tekrar dolaşıma sokulduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı bazı hususların açıklığa kavuşturulması ve ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması acil ve gerekli görülmüştür. Genelgede, “Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kampanyasını yürütmek için Türk siyasetinin beş güzide partisinin katkılarıyla bir Seçim Koordinasyon Merkezi teşekkül ettirilmiştir” denilerek, şu maddelere yer verildi: 1) İlk turu 10 Ağustos 2014′te yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimine katılacak şahısların müracaatları 29 Haziran 2014 tarihinde başlamıştır. 30 Haziran 2014 tarihinde seçimlere katılma yeterliliği olan siyasi partiler Yüksek Seçim Kurulu tarafından tespit ve ilan edilmiştir. 3 Temmuz 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı adaylığına başvurunun son günü olarak belirlenmiştir. 8 Temmuz 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı Seçimi nedeniyle aday gösterilenlere ilişkin geçici aday listesi Yüksek Seçim Kurulu tarafından Resmi Gazete’de ilan edilmiştir. Bu tarih adaylara yönelik itirazların da başlangıcıdır. Nihayetinde 11 Temmuz 2014 Cuma günü Cumhurbaşkanı kesin aday listesi Resmi Gazete’de duyurulacak, aynı anda propaganda dönemi de başlayacaktır. Başbakan Erdoğan ile HDP Eşbaşkanı olan şahsın Cumhurbaşkanı adaylığının sorunlu ve tartışmaya açık olduğu daha önce tarafımızca ifade edilmiştir. Yapılan itirazların sonucu ne olursa olsun, tüm parti teşkilatlarımız, tüm dava arkadaşlarımız var güçleriyle ve heyecanla Sayın Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyasına aktif destek vereceklerdir. Mahalli düzeydeki karşılama, tören, ziyaret, toplantı, miting ve benzeri çalışmalara gerek yöre milletvekillerimiz, gerek MYK üyelerimiz, gerekse de teşkilat yöneticilerimiz en üst düzeyde iştirak edeceklerdir. Bu konunun takip ve temininden Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı müştereken sorumlu olacaklardır. 2) Cumhurbaşkanı seçiminin daha önce TBMM’de yapıldığı bilinmektedir. Bu seçimin doğrudan doğruya ve ilk defa millet tarafından yapılması usul açısından bazı aksaklıklara, bazı sorunlara, bazı anlaşmazlıklara sebebiyet verebilecektir. Bu itibarla kampanya dönemi boyunca çok dikkatli olunacak, bilhassa sandık güvenliğine önem verilecek, haksızlık ve usulsüzlüklerle başa çıkabilmek için olağanüstü mücadele sergilenecektir. Tüm teşkilatlarımız Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’nın tavsiye, bilgilendirme ve talimatlarına riayet edeceklerdir. 3) Cumhurbaşkanı seçim sürecini sabote etmek, krize sokmak için bazı mihrakların tetikte beklediği şüphe götürmez bir gerçektir. İçimize sızan bazı AKP kontrollü unsurların ve devlet içinde yuvalanmış karanlık odakların değişik platformlarda provokasyonlara kalkışma ihtimali yabana atılmamalıdır. Bu vesileyle hiçbir dava arkadaşımız herhangi bir gerginliğin, herhangi bir çatışmanın, herhangi bir çekişmenin taraf ve faili olmayacaktır. Tüm çalışmalar demokratik sabır ve nezaket içerisinde sürdürülecek, milletimizin her ferdine Cumhurbaşkanı adayımız sayın Prof.Dr.Ekmeleddin İhsanoğlu tanıtılacak ve anlatılacaktır. 4) Başbakan Erdoğan ve hükümetinin Cumhurbaşkanı Seçim sürecinde algı operasyonlarından medet umacağı, bu maksatla sinsi taktik ve stratejileri devreye sokacağı bugünden bellidir. Geçmişte benzerlerine rastlanan kamuoyu yönlendirme kurnazlıklarına ısrarla ve tekraren tevessül edilecektir. Hatta bu konuda ilk çalışmalar hükümetin kol kanat gerdiği, rüşvet ve haram parayla beslediği havuz medyası tarafından başlatılmıştır. Yandaş medya ve AKP güdümündeki sosyal medyada partimize oy veren değerli kardeşlerimizden bir bölümünün Erdoğan’a kayacağı hayasızca gündemde tutulmaktadır. Açıkça Türklük ve milliyetçiliğe mahsurlu ve şaşı bakışta İmralı canisiyle aynı fikri maziden gelen, PKK’nın yedek parçası olan çevrelerin bu ipe sapa gelmez ham ve ucube hayali MHP’nin hedefte olduğuna işarettir. Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e kafatasçı, katil, Fatiha bilmeyenler, namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar, ırkçı, faşist, morg bekçisi, vagon, şerefsiz, alçak, adi küfürleriyle hakaretler eden PKK havarisi Erdoğan’a en ufak bir destek verilmesi varoluşumuzun inkarıdır. Başbakan’ın ‘Ülkücü kardeşlerim’ diyerek oy hesapları yapması düştüğü derin çukurun, koltuk uğruna nasıl bir şahsiyet fukarası olabileceğinin net ispatıdır. Bu bayağı propagandanın püskürtülmesi için herkes teyakkuz halinde olacaktır. Başbakan, Cumhurbaşkanı olabilmek için dava arkadaşlarımızı ve gönüldaşlarımızı çirkefçe aldatmanın ve akıllarını çelmenin basitliğine kapılmıştır. Milliyetçi-Ülkücü Hareket dününe, fikriyatına, şeref ve namus bildiği değerlerine kast etme niyetinde olan 17-25 Erdoğan’ı çok iyi bilmektedir. TC’yi silen, Andımızı kaldıran, ‘Ne Mutlu Türküm Diyeneö sözünü şeytanlaştıran, milliyetçiliği ayaklar altına alan, onbinlerce vatan evladının katilleriyle müzakere çadırında kucak kucağa oturan Erdoğan’a Milliyetçi- Ülkücü Hareket’ten bir oy bile gitmesi söz konusu değildir. Aksine, gelişmeler AKP’ye oy veren değerli vatandaşlarımın Erdoğan’a yüz çevirecekleri, Sayın İhsanoğlu’na destek verecekleri yönündedir. Bu çerçevede AKP medyasında çıkan, internet ortamında servis edilen hiçbir beyanata, kafa karıştırıcı açıklamaya, habere, yoruma, partimizin sağlam bünyesini yıpratmaya yönelik kara kampanyalara itibar edilmeyecektir. Medya, Tanıtım ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı basın ve yayın organlarındaki AKP tuzağını ve komplosunu çok yakından takip edecek, gerekli müdahaleyi anında yapacaktır. MHP’yi akıllarınca dizayn etme, yön verme, içten içe kemirme fikri taşıyan AKP maşaları, yandaş medya asalakları çok sıkı şekilde izlenecek, lazım gelen her mücadele sergilenecektir. 5) Yine AKP’nin gölgesine yatan yalaka ve satılmış medya, Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Prof.Dr.Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bazı sözlerini silah gibi kullanarak özellikle partimizle çelişkiye düştüğünü yazıp çizmektedir. Sayın İhsanoğlu bir partinin değil, milletin adayı olup siyasi bir kaygı gütmeksizin herkese, her kesime seslenmek durumundadır. Sayın İhsanoğlu siyasi mensubiyet taşımayan, siyasi bir hedefle hareket etmeyen, herkesin ortak görüşünü yansıtma iddiasında olan kaynaştırıcı, birleştirici ve uzlaştırıcı bir Cumhurbaşkanı adayıdır. Bu nedenle asılsız ve yersiz sözlerle Sayın İhsanoğlu’nu destekleyenlerin şevkini kırmaya, arasını açmaya dönük AKP kumpasına karşı çok hazırlıklı olunacak, hiçbir şekilde aleyhte icra edilen propagandalara aldırış edilmeyecektir. 6) Cumhurbaşkanı Seçim sürecinde Genel Merkez duyuruları, açıklamaları, bildirileri, mesajları yakından takip edilecek, tüm açıklamalar bu çerçeveyle sınırlı kalacaktır. 7) Seçim kampanyası süresince belirlenmiş slogan, flama, logo, afiş, döviz gibi materyallerin yeknesaklık içinde kullanımı sağlanacaktır. 8) Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin olarak yayımlanan 18 Nisan 2014 tarihli Genelge hükümleri de geçerliliğini korumaktadır. Umut ve temenni ediyorum ki, Türk milleti 10 Ağustos’ta adaleti, hakkaniyeti ve beraberliği tercih edecektir. Cumhurbaşkanı Seçimi Türkiye’ye musallat olan belaların defi için tarihi bir karar anıdır. Aziz milletimiz istikbalini oylayacak; cepheleşmeye, çözülmeye, çürümeye ve dağılmaya karşı muhabbeti, kardeşliği, esenliği, tecrübeyi, huzuru, sakinliği, tavizsiz iradeyi seçecektir. Bu düşüncelerle tüm dava arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum. Cenab-ı Allah bizleri mahcup etmesin diyorum. Mübarek Ramazan ayının bereket ve rahmeti hepinizin üzerine olsun. Yolunuz ve bahtınız açık olsun. Rabbim yar ve yardımcınız olsun. (DHA)
Adayların Pusuladaki Yerleri Belli Oldu
Cumhurbaşkanı seçiminde kullanılacak birleşik oy pusulasında cumhurbaşkanı adaylarının yerlerinin belirlenmesi için Yüksek Seçim Kurulunda (YSK) kura çekimi yapıldı. Kura sonucunda, oy pusulasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan birinci sırada, Selahattin Demirtaş ikinci sırada ve Ekmeleddin İhsanoğlu üçüncü sırada yer alacak. YSK'nın seçim takvimi uyarınca, kesin aday listesi 11 Temmuz'da Resmi Gazete'de yayımlanmış ve propaganda dönemi başlamıştı. Buna göre, adaylıkları kesinleşen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş'ın fotoğraflarının da yer alacağı birleşik oy pusulasında adayların yerlerinin belirlenmesi için YSK'da kura çekildi. Kura sonucunda, oy pusulasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan birinci sırada, Selahattin Demirtaş ikinci sırada ve Ekmeleddin İhsanoğlu üçüncü sırada yer alacak. Oy verme günü saat 17.00'ye kadar, ölüm veya adaylıktan vazgeçme nedeniyle meydana gelebilecek eksilmeler, kesin aday listesinde değişiklik yapılmasını gerektirmeyecek. Oylamalara tek adayla gidilmesi halinde, oylama referandum şeklinde yapılacak. Aday, geçerli oyların çoğunluğunu alması halinde cumhurbaşkanı seçilmiş olacak. Oylamada, adayın geçerli oyların çoğunluğunu alamaması halinde seçim yenilenecek. Yeni seçilen cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan cumhurbaşkanının görevi devam edecek. Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilecek, TBMM üyeliği sona erecek. Seçim takvimi Yurt içi ve yurt dışı seçmen kütüklerinin kesinleştirilmesi ve yurt içi sandık atama işlemleri, 20 Temmuz Pazar günü gerçekleştirilecek. Yurt dışı seçmenler, 21 Temmuz Pazartesi günü Türkiye saati ile 08.00'den itibaren YSK'nın 'www.ysk.gov.tr' internet adresinden oy verecekleri gün ve saat aralığını belirlemeye başlayacak. Radyo ve televizyonda yayın için başvuran cumhurbaşkanı adaylarının radyo ve televizyonda yapacakları propaganda konuşmalarının yayın ve zaman sıralarının belirlenmesi için ?24 Temmuz Perşembe günü YSK'ca kura çekilecek. Yurt dışı seçmenler, oy verecekleri gün ve saat aralığını 25 Temmuz Cuma günü Türkiye saati ile 17.00'ye kadar belirleyebilecek. Yurt dışındaki vatandaşların randevu aldığı tarihte oy kullanmaya gitmemesi durumunda bulunduğu ülkede oy kullanması mümkün olmayacak ancak gümrüklerde oy kullanılabilecek. Randevu almayanların 4 gün içindeki hangi gün oy kullanacaklarını sistem otomatik olarak dağıtacak. Seçim propagandası ve yasaklarının başlangıcı 31 Temmuz Perşembe günü ayrıca yurt dışı temsilciliklerde oy verme işlemine başlanmış olacak. Yurt dışı temsilciliklerinde oy verme işlemi 3 Ağustos Pazar günü sona erecek. Adaylar, radyo ve televizyon propaganda konuşmalarına 3 Ağustos Pazar günü başlayacak. Seçmen bilgi kağıtlarının seçmenlere dağıtılması 4 Ağustos Pazartesi günü tamamlanacak. Seçim propaganda dönemi 9 Ağustos Cumartesi günü saat 18.00'de sona erecek. 10 Ağustos Pazar günü yurt içinde oy verilecek ve seçim yasakları saat 24.00'te sona erecek. İkinci oylamaya ilişkin takvim İlk oylamada geçerli oyların salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde seçimin ikinci oylaması 24 Ağustos Pazar günü yapılacak. Cumhurbaşkanı seçimi ilk turunun geçici sonuçlarının ilan edileceği 11 Ağustos Pazartesi, propaganda dönemi başlayacak. Sandık kurullarının kararları ve tutanaklarına karşı ilçe seçim kurullarına yapılacak itirazlar yine bu tarihte saat 17.00'ye kadar yapılacak. Üçüncü maddede yapılan itirazlar, ilçe seçim kurullarınca en geç saat 23.59'a kadar karara bağlanacak. İlçe seçim kurulu kararları ile birleştirme tutanaklarına karşı il seçim kuruluna itiraz, 12 Ağustos Salı saat 17.00'ye kadar yapılacak. İlçe seçim kurulu kararlarına karşı yapılan itirazlar, il seçim kurullarınca en geç saat 23.59'a kadar karara bağlanacak. İl seçim kurulu kararlarına ve il birleştirme tutanaklarına karşı YSK'ya itiraz ise 13 Ağustos Çarşamba günü saat 17.00'ye kadar yapılabilecek. İl seçim kurulu kararlarına ve il birleştirme tutanaklarına karşı yapılan itirazın YSK'ca karara bağlanmasının son günü 14 Ağustos Perşembe olacak. YSK'ca kesin seçim sonuçları, Resmi Gazete, radyo ve televizyonda ilan edilmek üzere ilgili mercilere 15 Ağustos Cuma gönderilecek. Gümrük kapılarında ve dış temsilciliklerde oy verme işlemine 17 Ağustos Pazar günü başlanacak. Cumhurbaşkanı adaylarının radyo ve televizyonda propaganda için başvuruları ve propaganda sırasının belirlenmesi için kuraya katılacak aday veya temsilcisinin ve Türkiye Radyo Televizyon Kurumu temsilcisinin Yüksek Seçim Kuruluna bildirilmesinin son günü de bugün olacak. 18 Ağustos Pazartesi, radyo ve televizyonda yayın için başvuran cumhurbaşkanı adaylarının radyo ve televizyonda yapacakları propaganda konuşmalarının yayın ve zaman sıralarının belirlenmesi için YSK'ca kura çekilecek. Adayların radyo ve televizyon propaganda konuşmaları 20 Ağustos Çarşamba günü başlayacak. İlçe seçim kurullarınca sandık kurulları başkanlarına, çoğaltılması sonlandırılan sandık seçmen listeleri dahil seçim araç ve gereçlerini içeren torbaların hazırlanması bitirilecek. Dış temsilciliklerde oy verme işlemi bugün sona erecek. Seçim propaganda dönemi, 23 Ağustos Cumartesi günü saat 18.00'de sona erecek. 24 Ağustos Pazar oy verilecek ve seçim yasakları saat 24.00'te sona erecek. 25 Ağustos Pazartesi cumhurbaşkanı seçimi geçici sonuçları ilan edilecek. Sandık kurullarının kararları ve tutanaklarına karşı ilçe seçim kurullarına saat 17.00'ye kadar itiraz yapılabilecek. İkinci maddede yapılan itirazlar, ilçe seçim kurullarınca en geç saat 23.59'a kadar karara bağlanacak. İlçe seçim kurulu kararları ile birleştirme tutanaklarına karşı, il seçim kurullarına 26 Ağustos Salı saat 17.00'ye kadar itiraz yapılabilecek. İlçe seçim kurulu kararlarına karşı yapılan itiraz, il seçim kurullarınca en geç saat 23.59'a kadar karara bağlanacak. İl seçim kurulu kararlarına ve il birleştirme tutanaklarına karşı, YSK'ya yapılacak itirazın son günü 27 Ağustos Çarşamba olacak. İl seçim kurulu kararlarına ve il birleştirme tutanaklarına karşı yapılan itirazın, YSK'ca karara bağlanmasının son günü ise 28 Ağustos 2014 Perşembe olacak. YSK'ca kesin seçim sonuçları Resmi Gazete, radyo ve televizyonda ilan edilmek üzere ilgili mercilere gönderilecek. AA | CNN Türk
Hüseyin Çelik: 'Aramızda Hiçbir Zaman Kardeş Kavgası da Saltanat Kavgası da Olmadı'
AK Parti MKYK toplantısı sona erdi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti sözcüsü Hüseyin Çelik, açıklamalarda bulunuyor. Çelik, gazetecilerin 'Başbakan Erdoğan istifa edecek mi' sorusuna 'Bırakalım bunları, kendimizi kandırmayalım. Bugüne kadar ne dünyada ne de Türkiye'de bunun bir örneği yoktur. Başbakan Erdoğan'ın istifa etmesini gerektirecek ne kanun ne de YSK kararı var. Sayın Başbakan istifa etmeyecek. Boşuna kendinizi yormayın' dedi. Çelik'in açıklamalarından satır başları İlk defa yurt dışındaki vatandaşlarımızın bulundykları ülkede oy kullanmaları bu seçimin başka bi özelliği. AK Parti disiplinli organize ve kararlı olarak seçimlere hazırlandı. Kılıçdaroğlu 'Siyasetçiden cumhurbaşkanı olmaz' diyerek siyaseti ve siyasetçiyi tahkir ve tezyif etti. BAŞBAKAN ERDOĞAN İSTİFA EDECEK Mİ? Kamuoyu araştırmasında en az 5 farklı ankete göre, adayımız Başbakan Erdoğan 50'nin üzerinde oyla ilk turda seçilecek. Kılıçdaroğlu ve yardımcılarının beyanları var. MHP ve HDP cephesinden bu konuda açıklamalar var. Sayın Başbakan, Cumhurbaşkanı adayı olursa, Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı olarak seçime girecek demiştim. Her genel seçim bir Başbakanlık seçimimidir. Kılıçdaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğu zaman istifa etti mi? Bırakalım bunları, kendimizi kandırmayalım. Bugüne kadar dünyada da Türkiye'de bunun örneği yoktur. Başbakan Erdoğan'ın istifa etmesini gerektirecek ne kanun ne de YSK kararı var. Sayın Başbakan istifa etmeyecek. Boşuna kendinizi yormayın.ERDOĞAN SONRASI AK PARTİ Biz ayın 10'una kadar cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenmiş durumdayız. Bizde hiçbir zaman kardeş kavgası da saltanat kavgası da olmadı. Boşuna kimse kendisine gelecek aramasın. CUMHURBAŞKANLIĞI VİZYON BELGESİ Vizyon belgesi şu anda hazırlanıyor. 10 Temmuz'a yetiştirmeye çalışıyoruz.habertürk
Seçim Yasakları Başladı
Cumhurbaşkanı seçimine yönelik propaganda dönemi saat 18.00'de sona erdi ve yayın yasakları başladı. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve Radyo Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) belirlediği bazı yayın yasakları, dün gece yarısından itibaren başlamıştı. Buna göre, 'Siyasi partiler veya adayların oy verme gününden önceki 24 saate kadar olan sürede radyo ve televizyonlarda birlikte veya ayrı ayrı açık oturum, röportaj, panel gibi programlara katılarak görüşlerini açıklayabilecekleri, medya hizmet sağlayıcıların da siyasi reklam yayınlayabilecekleri' belirtilmişti. YSK kararına göre, bugün saat 18.00'den itibaren ise seçim günü yasakları başladı. Seçimin yapılacağı yarın saat 18.00'e kadar radyolar ve her türlü yayın organları tarafından seçim ve seçim sonuçları ile ilgili haber, tahmin ve yorum yapılamayacak. Yarın, 18.00-21.00 saatlerinde radyolarda ve her türlü yayın organlarında sadece YSK tarafından seçimle ilgili verilecek haber ve tebliğler yayımlanabilecek. Seçim günü saat 21.00'den sonra bütün yayınlar serbest olacak. YSK, gerek görürse yayın yasağını yarın saat 21.00'den önce de kaldırabilecek. Ferdi TürktenAA
Seçmen Listeleri Askıya Çıktı
Seçmen listeleri, mahalle muhtarlığı binalarında 1 Kasım'da yapılacak genel seçim için askıya çıktı.Mahalle muhtarları tarafından Yüksek Seçim Kurulu'ndan teslim alınan seçmen listeleri, muhtarlık binalarında vatandaşların göreceği yerlere asıldı.Zeytinburnu Beştelsiz Mahalle Muhtarı Adem Yavuz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, seçmen listelerini bugün saat 08.30'dan itibaren askıya çıkardıklarını, şu ana kadar bir kişinin seçmen listesini kontrol etmeye geldiğini söyledi.10 Eylül Perşembe günü listelerin kaldırılacağını dile getiren Yavuz, o güne kadar vatandaşların gelip isimlerine bakmalarını, isimleri listede bulunmuyorsa nüfus müdürlüklerine gidip işlemlerini yapmaları gerektiğini ifade etti.Merkezefendi Mahallesi Muhtarlığı Azası İbrahim Uyanık ise cumartesi ve pazar günü de açık olduklarını belirterek, vatandaşların muhtarlığa gelmek yerine internetten de bilgilerini sorgulayabileceğini belirtti.AA
Seçim Yayınlarını YSK Yerine RTÜK Denetleyecek...
İktidar, Cumhuriyet’in duyurduğu skandal hazırlığı resmen Meclis’e getirdi. Tasarıya göre seçim yayınlarını YSK yerine RTÜK denetleyecek...Cumhuriyet'ten Alican Uludağ'ın haberine göre seçim döneminde özel televizyon ve radyoların yayınlarının denetimini Yüksek Seçim Kurulu’ndan (YSK) alarak bazı medya organlarını rahatlatmak isteyen AKP, skandal teklifi Meclis’e getirdi.Düzenleme yasalaşırsa en son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan’a saatlerce yer ayırıp diğer iki adayı görmezden geldikleri için YSK’den onlarca ceza alan özel kuruluşlar, 7 Haziran seçimleri için rahatlayacaklar. Yayınlarla ilgili denetimi yalnızca üyelerinin çoğunluğu AKP’lilerden oluşan RTÜK yapacak. Cumhuriyet, AKP’nin seçim dönemi yayınlarını YSK’nin elinden alma planını “Skandal hazırlık” başlığıyla duyurulmuştu. İşte o hazırlık, dün sessiz sedasız bir şekilde bir torba yasanın içerisine konularak TBMM’ye getirildi.Mevcut RTÜK yasasında seçim dönemi yayınlarıyla ilgili usul ve esasların YSK tarafından düzenleneceği belirtiliyordu. Bu çerçevede RTÜK, yayınları YSK’nin kararları doğrultusunda izliyor ve denetliyordu. RTÜK’ün hazırladığı raporlarla ilgili son kararı ise YSK veriyordu. YSK, özellikle 30 Mart yerel seçimleri ile 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, özellikle Erdoğan lehine orantısız yayın yapan kanallara onlarca ceza yağdırmıştı.AKP’li 8 milletvekilinin imzasıyla TBMM’ye sunulan torba tasarıda YSK’nin bu yetkileri tırpanlandı. YSK’nin tüm özel televizyon ve radyoları seçim dönemlerinde denetleme yetkisi RTÜK’e bağlandı. Düzenleme yasalaşırsa YSK yalnızca TRT’nin yayınlarını denetleyebilecek. YSK yalnızca seçim günü yayınlarından sorumlu olacak.3 çocuğa 1300 TL yardım3 çocuğa 1300 TL yardım AKP’nin seçimlere 3 aydan az bir süre kala Meclis’e getirdiği yasa teklifinde, yer alan diğer bazı başlıklar şöyle:MEB’e 47 bin kadro: Teklifle Milli Eğitim Bakanlığı’na 47 bin öğretmen kadrosu ihdas ediliyor.Üç çocuğa 1300 TL: Seçim öncesi 3 çocuk teşvikleri için de düğmeye basıldı. Birinci çocuk için 300, ikinci çocuk için 400, üçüncü ve sonraki çocuklar için de 600 TL doğum yardımı yapılacak.Anadolu Ajansı’na ihale kıyağı: Teklifle TRT’nin Anadolu Ajansı’ndan yapacağı mal ve hizmet alımları kamu ihale yasası kapsamından çıkartıldı.Konut yardımı: Konut satın alacaklara devlet katkısı verilecek. Katkı 15 bin TL’yi geçemeyecek.Maket konutta teslim uzuyor: Teklife göre, ön ödemeli konut satışında, devir veya teslim süresi 36 aydan 42 aya çıkarılıyor. Devir veya teslim tarihine kadar tüketicinin bir gerekçe göstermeden sözleşmeden dönme hakkı olacak.