Görüş Bildir

Başbakan Haberleri

Başbakan ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Başbakan ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Arnavutluk Yeni Bir İslami Devlet Kurmayı Planlıyor: Alkol Yasağı Yok, Kadınlar İstedikleri Gibi Giyinebilecek
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, başkent Tiran'da, 13. yüzyılda Türkiye'de kurulmuş bir Şii Sufi tarikatı olan Bektaşi Tarikatı'nın dini anlayışıyla yönetilecek İslami bir yeni devlet planlarından bahsetti. Başbakan Edi Rama, kurulacak devletçik ile 'dini hoşgörüyü teşvik etmek' istediğini söyledi. Kurulacak yeni devlette alkol yasağı olmayacak, kadınların istedikleri gibi giyinmelerine izin verilecek. 
Türk Siyasetinde Ne Kadar Bilgilisin?
Türkiye’nin siyasi tarihi, köklü ve zengin olaylarla dolu bir geçmişe sahip. Siyasi partilerden liderlere, önemli yasal düzenlemelerden unutulmaz seçimlere kadar, Türk siyaseti hem iç hem de dış politika açısından her dönem ilgi çekmiştir. Peki, sen bu karmaşık ve ilginç dünyada ne kadar bilgi sahibisin? Hazırsan, başlayalım!
3 Günlük Ulusal Yas İlan Edildi
Ankara'da meydana gelen saldırıyla ilgili açıklama yapan Başbakan Davutoğlu, 3 günlük ulusal yas ilan edildiğini açıkladı. Siyasi liderlere 'teröre karşı ortak bir tavırda buluşalım' çağrısında bulunan Davutoğlu, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ile yeniden görüşmeyi planladığını söyledi, Demirtaş'a yüklendi.
"Çözüm Sürecinde Birleşik Krallık Örnek Alınabilir"
Ekmeleddin İhsanoğlu: Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmalı. Hem Türkiye’nin yüksek menfaatleri, hem de Ortadoğu’daki mazlum halklar savunulmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın, Gazze’de arabuluculuk yapmadığı iddiasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu , “Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim” dedi. İhsanoğlu çözüm süreci konusunda, Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım” dedi. Çözüm için Birleşik Krallık’ı örnek gösteren İhsanoğlu, “Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım” ifadelerini kullandı. Anadil konusundaki görüşlerine açıklık getiren Cumhurbaşkanı adayı, “Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz” dedi. Türkiye’nin dış politikasını eleştiren Ekmeleddin İhsanoğlu, “Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz” dedi. “Homofobi evrensel bir mesele değildir” sözleriyle çok konuşulan İhsanoğlu, “Bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım” diye konuştu. Hürriyet gazetesinde Cansu Çamlıbel ’e konuşan Ekmeleddin İhsanoğlu, son dönemde tartışma konusu haline gelen noktalara değindi. Gazze: Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. CHP-MHP uzlaşmasını arkasına alarak Cumhurbaşkanlığı yarışı için yola çıkan, yolda 8 partiyi daha çatıya katan Ekmeleddin İhsanoğlu ile Diyarbakır durağının ardından buluştuk. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği döneminden iyi tanıdığım İhsanoğlu, siyasetin temposunu sevmiş görünüyor. Ancak siyasi atışmalarda karşı tarafa laf yetiştirmek söz konusu olduğunda içinden ‘devlet terbiyem el vermez’ geçen cümleler kurmaya devam ediyor. Zaten ona kalırsa bu kadar kısa zamanda gördüğü ilginin merkezinde de bu munis tavır var. Kürtçe eğitim, LGBTİ hakları gibi mayınlı alanlarda üzerine gidince ‘bunları böyle ayak üstü konuşmak doğru olmaz’ diye kesiyor tartışmayı. Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan hakkında kapalı kapılar ardında söylediklerini anlatmaya ikna edemedim. Ama Erdoğan’ın ‘Yapmadı’ dediği Gazze arabuluculuğunu belgesiyle anlattı. Kampanya nasıl gidiyor? Sanki Türkiye’de 76 milyon insan adam yetiştiremeyecekmiş gibi bir anlayışın yıkıldığını görüyorlar. Ben buna çok seviniyorum. Bu uzlaşmanın odağında bulunmam benim için şeref vesilesidir ama bu yükü kaldıracak, layıkıyla ifa edecek çok insanın varlığını ben biliyorum. Milletin önündeki bir perdenin kalkmış olması en müspet gelişmelerden biridir. Bu yarıştaki zorlu rakibiniz Tayyip Erdoğan kendi inandığı çizgiden asla taviz vermeyen, karşıtlarıyla uzlaşma gibi bir derdi olmayan güçlü bir lider profili çizerken farklı siyasi görüşlerin uzlaşma adayı oldunuz. Kişiliğiniz ve tarzınızla da adeta bir antikahraman gibi çıktınız toplumun karşısına. Bu tabiri ilk defa sizden duyuyorum. Daha çok sinemada kullanılan bir tabirdir. Alışıldık başrol tiplemesinin zıddı bir karakteri anlatır. Biz şimdi gerçek hayatı konuşuyoruz. (Gülüyor) Bu tabii milletin beklentisi. Milletin artık daha munis bir şekilde konuşup ikna etmeye çalışan, akıllara hitap eden, huzura davet eden, kavgayı ve ötekileşmeyi reddeden, cepheleşmenin karşısında olan bir kucaklanmaya ihtiyacı vardı. Bu gerçekleşiyor. Bunu buldular. Cuma günü Diyarbakır’daydınız. MHP’yi zaten söylemeye gerek yok da CHP’nin de pek varlık gösteremediği ve kabul görmediği bir şehir. Giderken tedirgin oldunuz mu? Başından beri hiçbir partinin programını da benimsemedim ya da onları temsil etmeye çalışmadım. Zaten benim kim olduğumu herkes biliyor. Ben öyle meçhulden gelen bir insan değilim. 35 seneden beri Türk kamuoyunun önünde açık açık duran, bütün faaliyetleri herkes tarafından takip edilen bir Türk vatandaşıyım. Devletime hizmet ettim, uluslararası ilişkilere hizmet ettim. Herkes tanıyor. Belki televizyonları olmayan köy ve kasabalarda tanımayan olabilir ama bütün Türkiye tanıyor. Ben Diyarbakır’a o partinin ya da bu partinin siyasi programını temsilen gitmedim. Müşterekleri ifade eden ve Türkiye’yi yeniden birleştirmek isteyen, Türkiye’yi daha huzurlu bir ülke haline getirmek isteyen bir adayım. Zaten iki partiyle durmadı ki iş, 10 partiye kadar geldik. Bu partiler içinde sağ partiler de var sosyalist parti de var, kadın partisi de var. Başbakan Erdoğan çatıya son katılan partilerin oy oranlarını espri malzemesi yaptı adeta ‘hepsini toplasan kaç ediyor’ diye. O Sayın Başbakan’ın kendi görüşüdür. Başka şeyler de söylüyor. Ama ben baştan beri yüksek bir çıta koydum, o çıtaya riayet edeceğim ve sadece kendi görüşlerimi ifade edeceğim. Bu yarış Türkiye’nin en yüce makamı için yapılan bir yarıştır. Yarışanlar o makama layık şekilde hareket etmek durumundadırlar. Türk siyasetine biraz daha yüksek kalite ve seviye getirmek için ben gayret edeceğim. Kürt siyasi hareketi ile Ak Parti’nin çözüme bakışlarında ciddi farklar olsa da sonuçta hükümetin başlattığı bir süreç var. Siz ne vaat ediyorsunuz Kürtlere? Türkiye bölünmek istemiyor, can kaybı istemiyor, çatışmak istemiyor. Çok can kaybettik. Sırf bu meselede değil. Bundan önce de biz sağ-sol diye kavga ettik. Bizim neslimiz bu kavgaları, acıları yaşadı. Biz diyoruz ki Türkiye ne siyasi kutuplaşmadan ne de etik kutuplaşmadan dolayı çatışma zeminine kaymasın. Türkiye’nin bütün meselelerini diyalogla ve barışçıl yöntemlerle halletmesi lazım. Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım. Bu söylediklerinize bakarsak o zaman size göre hükümet doğru bir şey yapıyor. Bu barış çalışmalarının hedefi bakımından elbette doğrudur, çünkü bu meseleyi çözmek lazım. Bir daha ancak vatan müdafaasında yabancılar karşısında şehitlik olsun. Geçen hafta yine teröristlere karşı sınırlarımızı korurken 3 evladımızı şehit verdik. Biz bunun artmasını istemiyoruz. Bunu önlemek için de barışı sürekli destelemek lazım. O bakımdan da ben bu barış çabalarının destekçisiyim, çünkü ben savaşa karşıyım. Biz 1000 sene bu topraklarda beraber yaşadık. Bu ciddi bir mirastır. Bizi ayıran farklar bizi birleştiren unsurların yanında devede kulaktır. Temel mesele dildir. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir ülkeyiz. Avrupa bunları aştı. İşte önümüzde Birleşik Krallık örneği var; Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım. Kürt sorununun kaynağını nasıl tarif edersiniz? Bu sıkıntıların sebebi devletimizin her şeyi sopayla halletme adeti. Bu devlet bu sopayı sadece Kürt kardeşlerimize kullanmadı. Dindarlara da kullandı, sağcılara da kullandı, solculara da kullandı. Türkiye’de işkencelerin en büyüğü milliyetçilere yapıldı. 1940’larda tabutluklar vardı, milliyetçilere tabutlarda işkence edildi. Tabii ki zulümler var, hatalar var ve bunları kabul ediyorum. Ama sadece Kürt oldukları için onlara yapıldı da başkalarına yapılmadı değil. Türkiye’nin insan hak ve hüviyetlerinin uygulanması bakımından çok fazla ilerleme kaydetmesi lazım. Avrupa bu işi çözdü derken, İskoçya ve Galler’i örnek verdiniz. Evet şu an için Birleşik Krallık içinde hayatlarına devam ediyorlar ama biliyorsunuz İskoçya bağımsızlık referandumuna gidiyor. Türkiye’nin çözüm sürecinde yerel yönetimlerin güçlendiği, hatta bir takım özerkliklerin gündeme geldiği formüller konuşulsa bakışınız nasıl olur? Ben Birleşik Krallık örneğine bakalım dedim, birebir alalım demedim. Bizimkisi üniter bir devlet ve bunu korumak lazım. Biz bu emaneti bu şekilde aldık ve bu şekilde devam ettirmeliyiz. Sıkı merkeziyetçilikten ademimerkeziyetçiliğe kayılması gerektiği yönündeki görüşleri en azından tartışmaya açık mısınız? Onların hepsi tartışılabilir tabii. Ama tartışıldığı zaman şu hususu dikkate etmek lazım; bu bir siyasi partinin kendi mülahazaları ve oy kaygısıyla bir pazarlık olarak mı görülüyor? Bu temel üzerine kurulan sağlam bir anlaşma olmaz ve kimseyi tatmin etmez. Ancak o siyasi programı savunanları tatmin eder. O da bir seçim hesabıdır. Eğer siz arkanıza parlamento desteğini alırsanız, bu milli meselede milli mutabakatı arkanıza alırsanız ilelebet çözersiniz. İkinci turda Kürtler kime oy verir? Barış süreci nedeniyle doğal müttefikleri Tayyip Erdoğan’dır gibi genel bir kanı var. Sizce? Tabii bunun takdiri Kürt kardeşlerimize aittir. Kürt kardeşlerimizle ilgili sıkıntıları gidermek için kaygan zemin üzerine değil, siyasi hesaplar üzerine değil, sağlam bir zemin üzerine oturmak lazım. Geçici bir oy hesabıyla bakarsanız bu iş, sonunda kalıcı bir şey kalmaz. Biz milli mutabakatın çözümün arkasında olmasını savunuyoruz. Millet Meclisi mutabakat verdiği zaman o artık ilelebet çözülmüş olur. Kürtlerin anadilde eğitim talebi var. Bunu bekleyen insanlara ‘Kürtçe bilim dilidir’ diyerek o oyu nasıl isteyeceksiniz? Bu mesele söylediklerim arasından cımbızla alındı. Filistin meselesinde söylediklerim de öyle yapılıyor. Çarpıtılan laflarımdan biri de başörtüsü. Ben başörtüsü insan hakkıdır, dini vecibedir ve bir gelenektir diyorum. Sanki ben ilk ikisini söylememişim gibi üçüncüsünü halka içine alıp ‘İhsanoğlu gelenek dedi’ diyorlar. Böyle bir tezvirat durumu var. Asıl soruma dönelim, bilim diliyle neyi kastettiniz? Bakın Tanzimat’a kadar bizim bilim dilimiz Arapçaydı. Ondan sonra tedrici olarak Türkçe kitaplar yazılmaya başlandı fizikte, kimyada, matematikte. Yavaş yavaş Türkçe’de terminolojiler yaratılmaya başlandı. Ben bilim dili olarak bunu kastettim. Yüksek eğitim meselesi noktasında söyledim ve İngilizce’yi de örnek verdim. Esas mesele bence bu değil. Esas mesele anadil meselesi. Orada ben şunu söylüyorum; insanın anadili ana sütü gibidir. İnsan nasıl ana sütü olmadan büyüyemezse, o hakkını kimse ondan alamazsa, anadil hakkını da kimse alamaz. Ben bunu şahsi tecrübem olarak söylüyorum. Ben gurbette doğmuş bir insanım. Gurbette insan vatanını ancak anadilini konuştuğu yerde hisseder. Düşünün Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz. Yükseköğretim boyutunu anlatıyorsunuz. Peki ilköğretimde, lisede de Kürtçe eğitim sizin için tamam mı? Hayır yani, bu bir söyleşide bu kadar kolay karar verilecek bir konu değil. Kategorik olarak karşı mısınız, değil misiniz? Bunlar ciddi meselelerdir. Ayaküstü bence bunu konuşmayalım. Birdenbire ilköğretim, yüksek eğitim falan konuşmak meseleyi başka mecralara sevk eder. Bunları tartışmanın zamanı değildir şimdi. Mesele anadilin hak olarak tanınmasıdır ve insanların anadilinden mahrum edilmesinin çok yanlış olduğunu söylemektir. ‘Öcalan’ın özgürlüğünün önünü açacak bir yasa önünüze gelirse bunu imzalar mısınız’ diye sormuşlar size. Siz de ‘Toplumda mutabakat olan her şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmek durumundadır’ diye yanıt vermişsiniz. Doğru mu? Toplumda ve Meclis’te mutabakat tabii ki. Cumhurbaşkanının önüne böyle bir yasa gelirse Meclis’ten gelecektir. Meclis’in ve toplumun kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanın da herhalde kabul etmesi gerekir. Milli mutabakatın olmadığı bir konuda millet bölünür. Milletin bölünmesini cumhurbaşkanı kabul etmez. Cumhurbaşkanın görev ve yetkileri arasında Anayasa’nın 104. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti milletinin bütünlüğünü temsil etmek vardır. ‘Meclis’te kabul edilip önüme gelirse imzalarım’ diyorsunuz. Evet. Meclis’in nitelikli çoğunlukla kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmelidir. Peki genel olarak Öcalan’ın bu süreçte izlediği tavrı nasıl yorumluyorsunuz? Ben bu konudaki detaylara vakıf değilim, onun için bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Bu hükümetin kendi kendine yürüttüğü bir şey. Zaten benim de söylediğim; artık hükümetin daha şeffaf olması ve Meclis’e bilgi vermesi gerektiği. Geçmişte Gazze için arabuluculuk yaptığınız yönündeki sözlerinize Başbakan Erdoğan’dan ‘gülünesi iddia’ şeklinde yorumlar geldi. Siz tam olarak hangi dönemi, hangi ihtilafı kastettiniz? Hamas 2006’da seçimleri, nezih ve şeffaf bir seçimi kazandı. İktidarı kurarken ilk ziyaret ettikleri uluslararası teşkilat bizimkisi oldu. Önce Halid Meşal sonra Dışişleri Bakanı Mahmud Zehar geldi. Bizden destek istediler, biz de yardımcı olmaya çalıştık. Hatta o zaman AB Dış Politika Yüksek Komiseri olan Solana ziyaretime geldiği zaman Hamas’a yardımcı olmak gerektiğini anlattım. Hamas, içeride daha çok hizmetlere dayalı bir dini grup olarak başladı, sonra siyasi partiye dönüştü. İç siyaset üzerine kurulu söylemleri vardı, dış siyaset o zamanlar yoktu. Ben de onlara dış siyaset söylemleri konusunda bazı tavsiyelerde bulundum. Sayın Meşal bunu müspet karşıladı. Ben birkaç kez Şam’a gittim, onlar geldiler. Fakat Hamas iktidara geldikten sonra El Fetih ile aralarında çatışmalar başladı. Silah kullanma başladı, siyasi söylemler de sertleşti, toplum gerildi, karşılıklı adam öldürmeler sürdü. Ben o zaman El Fetih ile Hamas arasındaki bu tansiyonu düşürmek için bir dizi çalışma yaptım. Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. ‘Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan’ın Filistin meselesindeki tavrına dair söylediği bazı şeyleri açıklarsam çok ayıp olur’ şeklinde bir ifade kullandınız geçen haftalarda. Neyi ima ediyorsunuz tam olarak? Bunları bugün basın önünde paylaşmak gerçekten benim devlet terbiyeme yakışmıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı’na a ev sahipliği yapan Suudi Arabistan’ın görevinizin son iki senesinde sizin geri çekilmenizi Türk hükümetinden talep ettiği, hatta AK Parti sizin arkanızda durdu diye kendilerinin Ankara’daki elçi atamasını askıya aldığı doğru mu? Bunlar tamamen hayal mahsulü. Devletlerin jestleri, size tavrı nereden belli olur? Hiçbir devlet sevmediği, takdir etmediği insana nişanını vermez. Ben görevimin sonunda Suudi Arabistan hükümetinin bu takdirlerini aldım. Belgeleri de var, bizzat kral adına takılan nişan da var. Bu merasimde oradaki hanedanın mensupları, bütün devletlerin büyükelçilerinin yanında Türkiye büyükelçisi de hazır bulundu. Devlet hiyerarşisinde kraldan sonra gelen dışişleri bakanı nişanı takdim etti ve çok güzel bir konuşma yaptı. Hatta bundan sonra da benim tecrübelerimden yararlanmak istediklerini ifade ettiler. Bu sefir raporlarında da gazetelerde de yazılan, bütün dünyanın bildiği şey. Bazıları, bunları bilmiyor ve kulaklarına fısıldanan şeyleri söylüyor. Bunlar kem söz. Kem söz sahibine aittir. Özellikle Mısır ve Mursi üzerinden ciddi bir ihtilaf yaşadınız Ankara’yla. Her şeye rağmen ‘Genel sekreterlik görevini bırakana kadar AK Parti hükümeti arkamda oldu’ diyebiliyor musunuz? Şüphesiz ki 9 sene içinde ben genel sekreter olarak ettiğim yemine sadık kaldım. Bütün İslam dünyasına ve İslamiyete hizmeti şiar edindim. Bu arada bir Türk olarak ülkemin haklı davalarında hep yanında ve yardımcı oldum. Ben bunları söylemek istemiyorum ama şu var ki genel sekreter seçilmem Türkiye’nin dış politikasına bir katkı olmuştur. Bu değişik sahalarda tecelli etmiştir. Özellikle Kıbrıs meselesinde tecelli etmiştir. Nitekim Kuzey Kıbrıs Türk hükümeti de bana olan takdirini en yüksek şekilde ifade etmiştir. Ben de bununla her zaman gurur duyarım. Bunların detayına girmeyelim. Ben göreve ilk geldiğimde bazı ülkeler beni Türk dış politikasının uzantısı olarak görmeye başladı. Bunlar büyük devletlerdi. Ben kendilerine içtiğim anda sadık kalacağımı ve Türkiye’nin böyle bir talebi olmadığını söyledim. Böyle bir talebi de olmamıştır Türkiye’nin. Ama 2009’a kadar Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle münasebetlerinde fazla bir problem yoktu. Çok ahenkli bir şekilde ilerliyordu. Bilhassa Arap ayaklanmalarından sonra tavırlar farklılaştı. Türkiye’nin son yıllarda hangi Arap ülkesiyle münasebetlerin geliştiğini söyleyebilirsiniz? Her gün daha az samimiyete ve daha derin farklılıklara gidiyoruz. Hükümet derinleşen kutuplaşmaların kendilerinin diktatörlere karşı ilkesel bir tavır almasından, vicdan temelli bir dış politika izlemelerinden kaynaklandığını savunuyor. O bir dış siyaset tercihidir. Artık o söylemin sahipleri onu savunsun. Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz. Siz genel sekreter iken İslam ile terör kelimelerinin birlikte kavramsallaştırılmasına karşı bir mücadele verdiniz. Fakat gelinen noktada hayatımızda IŞİD diye bir gerçek var. Bu kötü noktaya biz bir günde gelmedik. İstibdat idareleri, siyasi ve sosyal zulüm, ideolojik zulümle, uzun yılların birikimiyle gelindi. Bunların karşısında insanlar bir ideolojiye sığınıyorlar. Eskiden Marksizm, Leninizm, Maoizm vardı. Bugün de onlar yok. Bir tek yönelecekleri ideoloji din etrafındaki ideoloji. Bu da tabii dinin bütün değerlerine ters düşer. Bunlar dinin rahmet, mağfiret, insanlık mesajını nefrete ve şiddete çevirip adına İslam diyorlar. Cahil insanları arkalarından sürüklüyorlar. Biraz önce nişanını aldığınızı anlattığınız Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın finansmanıyla bu noktaya geldikleri yönünde ciddi bir kanaat var. İslam devletleri sonuçta bu tür doğrudan ya da dolaylı desteklerle radikallere prim vermiş olmuyor mu? Bunların finansmanı çok büyük kaynaklardan geliyor. Gayrimeşru silah trafiğinden, narkotik trafiğinden, Afrika’daki köle trafiğinden, aşırıcı uçları destekleyen işadamlarından geliyor. Bunlar bizim görebildiklerimiz. Bir de göremediğimiz karanlık güçler var. Dünya bunlarla mücadele etmede maalesef başarısız oldu. İşte Afganistan’daki durum, Irak’taki durum, Suriye’deki durum. Sizin biraz önce hatırlattığınız benim 9 sene boyunca verdiğim mücadele bunların dinle ilişkisini koparmak içindi. Çünkü bunlardan İslam sıfatını aldığınız zaman çıplak kalıyorlar. Tetikçi, terörist olarak kalıyorlar. Ama İslami cilayı kabul ettirdikleri zaman esas tehlike orada. ‘İslam Devleti kurduk’ diyorlar şimdi. Bu terör devletidir. El Cezire’ye verdiğiniz bir mülakatta söylediğiniz ‘Homofobi evrensel bir mesele değildir’ lafı arşivlerde duruyor. LGBTİ bireylerin hakları ve toplumdaki konumlarıyla ilgili görüşünüz nedir? Tabii bu çok hassas bir mesele. Bir taraftan bu insanların toplumda yer aramalarıyla ilgili insan hakları boyutu var, bir de toplumun hassasiyetleri var. Bu iki parametre arasında düşünüp ele almak lazım. O denge nasıl bulunur? Toplumdaki homofobiyi aşacak formül nedir sizce? Nedir homofobi? LGBTİ bireylerini kabullenmeyen, hatta onları dışlayan aşırı yaklaşımı özetleyen bir kavram diyebiliriz. İşte bu hassasiyetleri ele almamız lazım. Birdenbire sert bir şekilde bir tarafın üzerine gitmek doğru olmaz. Bir de şu var; bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım. Bir taraftan bu şekilde davranan insanlar var ve kendi haklarını müdafaa ediyorlar. Cinsel yönelimlerini özgürce tanımlamalarını hakları olarak görüyorsunuz o halde, öyle mi? Bir taraftan buna karşı olan bir ekseriyet de var. Şimdi benim bunu böyle ayaküstü, hem de havaalanına yetişecek bir anda söylemem mümkün değil. T24
Başbakan Erdoğan'ın Konvoyunda Zincirleme Kaza
Ankara'dan Denizli Çardak Havalimanı'na uçakla gelen Başbakan ve Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan, seçim otobüsüne binerek Çardak İlçesi'nden şehir merkezine hareket etti. Başbakan Erdoğan'ın önde bulunduğu konvoyun arkalarında, şehir merkezine girişi sırasında içinde başbakanlık koruma aracının da bulunduğu 5 aracın dahil olduğu zincirleme trafik kazası yaşandı. Kazayı hafif sıyrıklarla atlatan sürücüler yola devam etti. Başbakan Erdoğan, miting öncesi şu sıralarda Denizli Valiliği'ni ziyaret ediyor. Ramazan ÇETİN / DENİZLİ, (DHA)
‘Bunlar Molotof Koalisyonu’
Başbakan Davutoğlu, İç Güvenlik Paketi'ne ilişkin, 'Bu yasayı engellemek isteyenler şiddet ortamından sorumludurlar. Bunlar molotofçu koalisyon' dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Sivas Valiliğini ziyaretinde gazetecilere yaptığı açıklamada, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun annesi Fidan Yazıcıoğlu'nun vefatı dolayısıyla Sivas'a gelerek cenaze törenine katıldığını belirtti.'Cesur ve onurlu insan Muhsin Yazıcıoğlu'nu siyasi hayata bırakan rahmetli Fidan Hanım'ı, Dışişleri Bakanlığı dönemimde Sivas'ta evinde ziyaret ederek elini öpme şerefini bulmuştum' diyen Davutoğlu, 'Gerçek bir Anadolu kadınıydı. Tutumuyla, vakar ve misafirperverliğiyle unutamadığım bir hatıra yaşamıştım. Bir kez daha kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Muhsin Yazıcıoğlu dostuma da Allah'tan rahmet diliyorum. Allah cennette kavuştursun. Tüm Sivaslı hemşehrilerimize de taziyelerimi iletiyorum' diye konuştu. Davutoğlu, gazetecilerin İç Güvenlik Paketi'ne ilişkin sorusu üzerine, son 3 gün içinde Meclis'te hiç ummadıkları manzaralarla karşı karşıya kaldıklarını söyledi.İç Güvenlik Paketi'nin 6-7 Ekim olayları sonrasında, çok detaylı çalışmalarla hazırlanmış, o zamandan beri gündemde olan bir yasa olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:'Bugünlerde meclise sevk edilmiş olmakla birlikte aylardır daha kasım ayında benim detaylarını grup toplantısında kamuoyumuzla paylaştığımız bir yasadır. Bu süre içinde bu yasaya hiçbir katkıda bulunmayan, eleştirilerini hiçbir objektif temele dayandırmayan, defaatlerce çağrı yapmış olmamıza rağmen alternatif hiçbir görüş getirmeyen muhalefet partileri, bir anda ortak bir çabayla şiddet ve gerçekten meclisimizin vakarına yakışmayan bir davranışı meclisimize taşıyorlar. İki hafta önce bu yasa tasarısının tekrar gündeme gelmesini geçen hafta uzattık. Hep (acaba sağduyulu bir şekilde muhalefet partileri bir karar beyan ederler mi?) diye. Kanaat beyan etmek yerine demek ki bu arada perde arkasında bazı görüşmeler yaptılar bazı konularda mutabık kaldılar ki bir anda birbirleriyle anlaşması mümkün olmayan partiler bir çizgide buluştular. HDP bunun öncülüğünü yapıyor, CHP fiilen kürsü işgallerine yöneliyor MHP de bunlara destek veriyor. Bu tablo ibret verici bir tablodur. Her şeyden önce siyaseten bunu vurgulamak lazım.'Meclis görüşmelerinde engelleme olabileceğini ancak bunun da bir usulü, adabı olduğunu dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:'Engellemek, kürsüde konuşan kişiye müdahale etmek, onun üzerine yürümek suretiyle ya da toplantıyı idare eden, oturumu idare eden grup başkanvekiline yönelik bir takım müdahalelerde bulunarak olmaz. Yine meclis iç tüzük içinde, zaten grup önergeleri her gün, gündemde bir anlam taşımayan grup önergeleriyle sürekli bir engelleme faaliyeti içinde bulunuyorlar.'Molotofçu koalisyonBaşbakan Davutoğlu, 'Bu yasayı engellemek isteyenler şiddet ortamından sorumludurlar. Bu yasayı engellemek için meclisi dahi şiddet ortamına dönüştürenler halka hesabını veremezler. Onlara destek veren MHP de veremez. Hepsi birden molotofkokteylini savunuyorlar. Bunlar molotofçu koalisyon. Molotof koalisyonu...' dedi.'Biz daha önce birçok sınavlardan geçtik' diyen Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:'Birçok böyle şiddet, engelleme yöntemleriyle karşılaştık. 2010 referandumu sürecinde neler yaşadığımızı herkes biliyor. Ama hiçbir zaman attığı adımdan meclis adabına saygılı olmak yanında, yasaların geçmesi konusunda kararlı tutumdan vazgeçmeyeceğiz. Gerekirse sabaha kadar oturumlar sürer ama bir daha bu ülkede molotofkokteyliyle yanmış kızlarımızı görmek istemiyoruz. Bir daha bu ülkede yüzlerine maske takmış sokağa çıkıp maskeyle ortalığı kasıp kavuran vandallara izin vermeyeceğiz'AA
‘Dolmabahçe Mutabakatı’ Sonrası Masa Neden ‘Dağıldı’?
Dolmabahçe mutabakatı sonrası 'masanın dağılmasıyla' ilgili HDP’li üst düzey bir yetkilinin verdiği bilgi, sürece tartışma yaratacak yeni bir boyut kazandırdı. Öne sürülen bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatında PKK'ya silah bırakma çağrısını duymayınca 'masayı devirdi'. Aynı kaynak, PKK'nın silah bırakmasıyla oluşması beklenen pozitif hava ile AKP'nin çoğunluğu sağlayarak Erdoğan'ın başkanlık yolunun açılmasını beklediğini ifade etti.
İsmail Hakkı Musa, MİT Müsteşarlığı'na Vekaleten Atandı
Milletvekilliği aday adaylığı için görevinden istifa eden ve şu saat itibariyle eski MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan'ın yerine Müsteşar Yardımcısı İsmail Hakkı Musa'nın vekalet edeceği açıklandı.Başbakanlık kaynaklarından alınan bilgiye göre Fidan, Başbakan Davutoğlu başkanlığında yapılan Çözüm Süreci toplantısından saat 16.40'ta ayrıldı.Başbakan Davutoğlu ile Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan, Bülent Arınç ve Numan Kurtulmuş, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Fidan'a bugüne kadar yaptığı katkılar ve yerine getirdiği görevler dolayısıyla teşekkür etti.Davutoğlu, Fidan'ın ayrılmasının ardından MİT Müsteşarlığına, Müsteşar Yardımcısı İsmail Hakkı Musa'nın vekalet etmesine ilişkin yazıyı imzaladı.MİT Kanunu gereği vekalet yazısı, Resmi Gazete'de yayınlanmıyor.Öte yandan; yeni müsteşarın adının, Başbakan Davutoğlu tarafından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sunulacağı, konunun MGK'da görüşüleceği, ardından ikili kararname ile imzalandıktan sonra atama sürecinin tamamlanacağı bildirildi.Fatih Çakmak, AA
Atatürk Orman Çiftliği'ne Başbakanlık Binası İçin Bir Ret Daha
Başbakan Erdoğan, 'Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım' dedi, ama mahkemeden ikinci kez ' ret' geldi. Ankara 5.İdare Mahkemesi'nin projelerin durdurulması yönünde aldığı karara Başbakanlık'ın itirazı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından da reddedildi. Aysel Alp'in Hürriyet'teki haberine göre, Ankara 5.İdare Mahkemesi, Mart ayında Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) Alanları 1/10.000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ve 1.Derece Doğal ve Tarihi Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planının yürütmesinin durdurulması talebiyle meslek odalarının açtığı davada yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Bu karar, AOÇ'de yapımı devam eden Başbakanlık Hizmet binası ile Ankapark gibi projeler dahil hepsinin işleminin durdurulması anlamına geliyordu. Ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı davalı olarak; Başbakanlık ise davalılar yanında müdahil olarak bu karara itiraz etti. İtirazı değerlendiren Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1.Kurulu 17 Nisan tarihli kararı ile bu itirazı reddetti. BAŞBAKAN DA OLSA KARARA UYACAK Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, mahkemelerin AOÇ'de üst üste karar aldığına dikkat çekerek, 'Ancak Başbakan başta olmak üzere hukuk kararlarının uygulanması engelleniyor. AOÇ'de yaşanan talana karşı açtığımız ana plan davasında yürütmeyi durdurma kararı alındı.Başbakan, 'başbakanlık binası için yıkabiliyorlarsa gelsinler yıksınlar, devam ediyorum' dedi.Bu ülkenin başbakanı da olsa kanun önünde eşit olmak durumunda ve hukuk kararlarına uymak durumunda. Ben yapıyorum, siz de gelin, gücünüz yetiyorsa yıkın, demek hukuka meydan okumaktır. Madem hukuk kararlarına meydan okuyorsunuz, sonra niye gidip tekrar Ankara 1.Bölge Mahkemesine itiraz ediyorsunuz.İtiraz ettiniz, itirazınız rededildi. O zaman bu karara uyacaksınız' dedi. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduklarını da anımsatan Candan, Bölge İdare Mahkemesi'nin aldığı bu son kararın Anayasa Mahkemesindeki başvurularını güçlendirdiğini söyledi. Mahkemenin esastan iptal kararı vermesini beklediklerini ifade eden Candan Anayasa Mahkemesinin bu hukuksuzluğa karşı kararının önemli olduğunu, hukuk kurallarına uymayan ve hukuka meydan okuyanların Cumhurbaşkanı olmayı hak etmediklerini ifade etti. Gazeteport