Siyaset De, Sanat Da Hayatın Bir Parçası
Barış Atay, bir oyuncu. Onun için sanat ve siyaset birbirlerinden uzak yollar değil. Sektördeki çoğunluğun aksine laflarını esirgemeden söylemesi bundan. Çoğumuz onu “Redhack sözcüsüne sesi benzediği” için gözaltına alındığında dinlemeye başlasak da, politikayla ilişkisi çok daha ötesine dayanıyor; lise ve üniversite yıllarına. Üstelik o zamanlar daha keskin olduğunu söylüyor. Oyunculuk anlamında, iktidar korkusundan kaynaklı kimi kapıların kendisine kapandığının farkında, ama dert etmiyor. Çünkü oyunculuk televizyonla sınırlı değil. Bugünlerde Kırmızı Yorgunları oyunuyla karşımızda Atay. Biz de kendisiyle siyasettten sanata uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. Sizinle geçen yıl röportaj yapsaydık muhtemelen sadece oyunculuk üzerinden konuşurduk. Oysa artık röportajlarınızda başköşe, siyasetin... Ben siyasetten uzakta bir insan değildim zaten. Daha 99’da, konservatuvardan önce Çukurova’da biyoloji okurken öğrenci hareketlerinin içindeydim. Benim açımdan, sanatla siyaset birbirinden uzak tutulabilecek şeyler değil. Ülkesine, dünya konjonktürüne duyarlı bir insanın sanatçı kimliğiyle muhalif duruş sergilemesi çok doğal. Ancak Türkiye’de sadece sanat açısından değil, her türlü meslekte erk güçlerine karşı yakınlık hissetme söz konusu. O yüzden ayrık otu gibi aradan fırlıyoruz. Solla nasıl tanıştınız? Anne-babam 78 kuşağından, öyle bir ailede büyüyünce solla tanışmamanız mümkün değil. O dönemin sancılarını yaşasalar da, bana çoğu örnekte gördüğümüz gibi “Aman oğlum, siyasete bulaşma” demediler. Fakat bir anne-baba olarak yine de ürküyorlar tabii. Almanya’da doğdunuz. Bu bir sürgün hikâyesi mi? Sayılır. Babam cezaevine atılmış. Annemse bekârlık soyadıyla aranıyormuş. Yeni evlendiği için de o soyadıyla yurtdışına çıkmış. Anneannem, dedem filan Almanya’da yaşıyordu, yanlarında doğum yapmış. Babam cezaevinden çıkınca biz de döndük. Herkes potansiyel olarak bir şüpheli Her ne kadar yıllardır politik bir mücadele verseniz de, biz sizi duymaya, dinlemeye yeni başladık. Neden şimdi gözler size döndü? Bunda oyuncu olmamın etkisi büyük tabii. Oyuncu olmasaydı biyolog olacak bir adamın, söylediklerinin ne kadar insana ulaştırabileceğini siz de tahmin ediyorsunuzdur. Özellikle televizyona da iş yapan bir oyuncu olarak, insanların sadece eğlence ya da fast food olarak tanımladığım gündem üzerine çok yumuşak açıklamalar yaptıkları dönemlerde, siz gerçekten bir şeyler söylüyor, tavrınızı net koyuyorsanız insanlar ne dediğinize kulak asıyor. Ben çevremdeki, sokaktaki insanların söylediklerinden farklı şeyler söylemiyorum açıkçası. Sadece onların televizyona çıkıp söyleme şansı olmadığı şeyleri fırsat bulduğumda dile getiriyorum. İnsanların belki de ilgisini çekmesinin sebebi bu; Kendilerinin söylediklerinin bir yerde duyulması. Sesiniz Redhack sözcüsününkine benzediği için gözaltına alındınız, dört gün tutuldunuz... Binlerce insanın yaşadığının yanında dört günlük gözaltı anlatılacak bir şey değil... Mevzu dört gün değil ama... Elbette, etkilerine baktığınızda şu an iş bulmakta sıkıntı yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz. Söyledikleriniz birileri tarfından özel olarak takip ediliyor mu? Sanırım ediliyor. Ama şu yaşadığımız günlerde herkes potansiyel olarak bir şüpheli. Söyleyeceğin ilk sözde ben sana; gözaltındayken ne yaptın, diye sorabilirim. O yüzden sancılı bir süreç. Ama bırakılınca insanların Gezi’den ne kadar çok şey öğrendiğini, o birlikteliğin nasıl bir şey olduğunu gördüm. Gezi çok farklı bir vücut kazandırmış Türkiye’deki toplumsal muhalefete. Herkes üzerinde bir değişim yarattığı gerçek. Bu bana da sirayet etti tabii. Mesela, ne gibi? Karamsarlıktan kurtulduğumu hissedebiliyorum. Emniyet 3.5 milyon dese de, Gezi eylemlerine katılan, destek veren 10 milyon insan olduğunu biliyoruz. Bu toplumsal muhalefet açısından ciddi bir sayı. İnsanlar diyor ki, “İki ay sürdü, sonra sönümlendi”. Bu çok olağan. Hiç kimse sokakta iki ay slogan atamaz. Hele hele bizim gibi şiddete başvurulmayan sivil direniş eylemlerinde. Karşınızda bir polis ordusu var ve sokak arasında sopalarla çocukları öldürmekten kafalara gaz bombası atmaya, çatılarda duran çocukları vurmaya varan acımasızlıktalar. Ama insanların daha özgür bir yolda gidebileceğini biliyorum. O yüzden de iyimser olabilirim. Ya mesleğiniz açısından? Söylemleriniz yüzünden pek çok kapının kapanacağı bir gerçek. Oyunculuğu salt diziyle sınırlarsak mesleğimi yapamıyormuşum gibi görünürüm. Ama ben hâlâ tiyatro oyunumu yapıyorum. Sinema senaryosu yazıyorum. Oyunculuk bin yıllara dayanır. Sinemanın, yüz yılı aşkın geçmişi var. Diziyse Türkiye’de 15-20 yıl öncesine dayanır. Bu tür durumlarda size yaptıramayacakları tek şey mesleğinizin belli bir kısmı olur. Evet, ama bir oyuncunun geçimini sürdürmesi için önemli bir kaynak, diziler... Siz oyunculuk dışında hiçbir şey yapamam derseniz, aç kalma ihtimaliniz var, doğru, ama ben bundan çekinen bir adam değilim. Gerekiyorsa başka bir iş kolunda da, -ki oyunculuğumu yapacak kadar rahatlayacağımız bir döneme geleceksek ya da onun için çaba sarf ediyorsak-, çalışabilirim. Parayla aram hiç iyi olmadı zaten, yaşayabileceğimiz kadar kazanıyorsak sıkıntı yok. Eşim yardımcı yönetmen, benden daha kolay iş buluyor. Birbirimizi tolere edebiliyoruz. Altı yüz elli lirayla yaşayan insanlar varken, “Ben nasıl yaşıyorum”un cevabı çok gereksiz kaçıyor. Kendi filmlerimi çekebilmek istiyorum Peki “Kırmızı Yorgunları” oyununuz Kocaeli’nde sansüre uğradı. Devam ediyor mu oyun? Garip bir sansür hikâyesiydi o. Bürokratın işgüzarlığıydı bence. Belli ki bir yerde konuşmamı dinlemiş ya da okumuş, “birileri”nin rahatsız olacağını düşünmüş. Sahne müdürü arayıp, “Zar, zor kabul ettirdik, ama sizi aylık programa yazamayacağız” dedi. Görünmeden oynayın, demek bu; Biz de oynamadık... Oyun, normalde mayısa kadar sürecekti, ama bir sinema filmiyle anlaştım gibi. Kış filmi ve hava bir türlü soğumadığı için ertelenme ihtimali var. Ertelenmezse oyunun sezon finalini bu ay yapacağız. Oyunculuğa dair hedefiniz nedir? Oyunculukta şu nokta hedefim demek mümkün değil, o kadar ucu açık ki... Öldüğünüz güne kadar hâlâ sette ya da sahnede olabilirsiniz. Hedef demeyelim, ama hayallerim var. Oyunculuğu hiç bırakmayan ve kendi filmlerini de çekebilen bir adam olmak istiyorum. Hayallerimi gerçekleştirdikçe yenilerini kuracağım, biliyorum, bunun sonu yok çünkü. Senaryo yazıyorum, demiştiniz. Yakın zaman için hayata geçirilmesi mümkün olacak mı? Toplumsal şiddet üzerine yazdığımız bir senaryo var. Onu ilk film yapmayı planlıyorduk, ama değişiklik oldu. Şimdi hikâyesini benim, senaryosunu iki arkadaşımın yazdığı, 80’de başlayan ama yüzde 80’inin günümüzde geçtiği bir aile hikâyesi var. Daha çok 12 Eylül Darbesi’nin ve sonrasında oluşan siyasi düzenin aile yapısı, aile içi ilişkiler üzerindeki etkisiyle ilgili. Bir abi-kardeşi anlatıyor. Planımız, maddi konuyu halledip yazın çekmek. Yeni siyasi anlayış yaratılmalı Şu an gündem yolsuzluk kasetleriyle sallanıyor, Cemaat ve AKP arasında kirli bir savaş başladı... Kendini gelişmiş adleden bir ülkenin gündemi açısından bu olaylar, rezalet. AKP için ne düşünüyorsam, cemaat için de aynı hisleri taşıyorum. Ne zaman ki çıkarları çatıştı, birbirleri hakkında çirkin bir politika gütmeye başladılar. Meclisin kürsüsünden, Ne istediler de vermedik, diyen bir başbakanın, bu adamlar terörist, çete, demesinin gram değeri yok benim açımdan. “Kahramanlık destanı yazdılar” dediği polisleri birkaç ay sonra çete olmakla suçlayan da Başbakan. Bu çok çirkin bir savaş ve çözüm kesinlikle AKP ve Cemaatin birlikte temizlenmesinden geçiyor. Bunun yolu da toplumsal muhalefette. Sadece sokaklara inip yeni bir Gezi yaratmaktan bahsetmiyorum, Gezi’nin getirdiği dalga yeni bir siyaset anlayışı yaratmalı.Hataylısınız. Dolayısıyla Suriye’deki çatışmanın Türkiye’ye yansımalarına, Hatay’daki kaygıya da ilk elden tanıklık ediyorsunuz. Gündem nedeniyle Hatay unutuldu, ama nedir şu anda durum? Hükümetin Suriye politikası korkunç şekilde patladı. Planladıkları hiçbir şey istedikleri gibi olmadı. Çünkü oradaki yapıyı çözemiyorlar. Antakya Suriye’nin yapısına çok benzer, Hıristiyanlar, Türkler, Araplar hep birlikte yaşar... Suriye’de bekledikleri gibi iktidar devirilmesi olmazsa savaşı buraya taşıma ihtimali beliriyor. Sınır kapılarından sürekli militanlar giriyor, çıkıyor. Hatta mülteci kamplarında militanların, muhalif komutanların kaldığına dair söylentiler var. İnsanları tedirgin eden bu. Özellikle Reyhanlı katliamından sonra tepki hiç AKP’nin istediği gibi olmayınca her gün Suriye’ye gidip geldiğini bildiğimiz insanların azaldığını gördük. Ama nerelere çekildiklerini bilemiyorsunuz tabii. Buralar bir anda karışabilir. Fakat bu adamlar bunu nasıl görmüyor, diyemiyoruz. Çünkü amaçları bu! Şu an iktidarı kurtaracak tek şey bir kaos gibi görünüyor. Hem ekonomik sıkıntıyı açıklamak zorunda kalmayacaklar, hem seçim sonuçlarını manipüle edebilecekler, belki de seçimleri iptal edecek bahane yaratacaklar. O yüzden sürekli kaosu pompalıyorlar.