onedio
Görüş Bildir

Ali Kırca Haberleri

Ali Kırca ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Ali Kırca ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Galatasaray Ali Kırca'yı KAP'a Bildirdi!
Galatasaray, Ali Kırca'nın Medya İletişim Direktörlüğü görevine getirildiğini KAP'a yaptığı açıklamayla duyurdu. Galatasaray, Ali Kırca'nın Medya İletişim Direktörlüğü görevine getirildiğini KAP'a yaptığı açıklamayla duyurdu. İşte Galatasaray'ın KAP'a yaptığı o açıklama; Şirketimiz Yönetim Kurulu'nun 14 Mart 2014 tarihli Yönetim Kurulu Kararı ile, Şirketimizde '' Medya ve İletişim Direktörlüğü '' şeklinde ayrı bir direktörlük kurulmasına, tüm sosyal medya, Galatasaray TV ve iletişim konularının bu direktörlük tarafından idare edilmesine ve bu direktörlük görevine de Sayın Ali Kırca' nın tayin edilmesine oy birliği ile karar verilmiştir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.Eurosport
Bir Zamanlar Deliler Gibi Kullandığımızı Unuttuğumuz 13 Smiley Grubu
Msn bir neslin konuşma, sosyalleşme platformu olarak tarihte yerini aldı. Kah 'Kız Msnleri' paylaşıldı, kah karşındaki pislik senin avatarını çaldı, yeri geldi saçma sapan Msn grubunda konuşmalara katıldın, Msn Plus ile nickini renklendirdin, kişilere tek tek çevrimdışı olabilme seçeneğiyle mutluluğu tattın. Seni engelleyip silenleri bulabildiğin program çıktığında kendini hacker gibi hissettin. Evet kardeşim, omzumda ağlayabilirsin. Ben ki senin 'aTHarLı pLaY BoY' nickine şahit olmuş ona rağmen arkadaşlığıma devam etmiş insanım. Omzumda ağla çok değil bana. Gelelim Konumuz olan Smiley durumlarına. Bizim binbir emek bulduğumuz smileyler hakkında biraz konuşalım;
"1 Haziran'da Taksim'in Halka Açılması İçin Abdullah Gül, Erdoğan'ı İkna Etti"
Can Dündar, medyaya yönelik baskılara ilişkin 'Medyada toplu istifaların olmaması, medyanın yüz karasıdır' ifadesini kullandı “Gözdağı” belgeseliyle adından söz ettiren gazeteci Can Dündar, Gezi Parkı eylemlerinin başlamasının hemen ardından 1 Haziran’da 'Taksim'in halka açılması için Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan'ı ikna etti. Ve polis çekildi' ifadesini kullandı. Can Dündar, “Medyanın bu kadar kuşatma altına alındığı bir dönemde “biz bu baskıya dayanamayacağız” deyip, topluca ayrılan bir ekibin çıkmaması hepimiz için yüz karasıdır. Biz bunu NTV’de yapabilirdik. NTV gibi haberciliğin yüz akı olmuş bir kanalın iktidarın eline teslim edilme sürecinde “burası aynı zamanda izleyicilerin ve çalışanlarındır” deyip, orayı komple terk edebilseydik tarihe geçerdik. Milliyet gibi bir gazetenin başka bir patron altında iktidara teslim edilmesi sürecinde “biz buna razı değiliz” deyip topluca çıkabilseydik, tarihe geçerdik” ifadelerini kullandı. Diyarbakır’da Türk bayrağının indirilmesine ilişkin konuşan Dündar, “Gezi bu kadar öfkeyle bastırılmasa belki bugün bayrak olayını da farklı karşılıyor olabilirdik. Çocuğu bile bu kadar dövsen şımarır, komşunun camlarını taşlar, evine bayrak asar. Bu tür refleksler olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin milliyetçiliğin tırmanacağı bir döneme girmesi kötü bir refleks. Ama bu da konjoktürel ve geçici bir şey. Bunun bedelini hükümet de ödeyecek. Ödemeye de başladı. Bu kadar şiddetle barışçıl bir gösteriyi bastırdığın zaman barış sürecinin kalmayacağını görmen lazım” dedi. Medya Tava’dan Neslihan Akdaş’a konuşan Can Dündar’ın söyleşisi şöyle: Gözdağı Belgeseli'ni göstermek isteyen televizyonlar oldu mu? Ana akım medyadan teklif geldi mi ya da gelir mi yayınlamak için? Tahmin ettiğin gibi ana medyadan gelmez. Halk TV, Ulusal TV, İMÇ göstermek istedi. Ama doğrusu evde tek başına izlensin istemiyorum şimdilik. Parklarda, toplu gösterimlerde insanlar bir şeyler paylaşarak izlesin. İnsanların da efor sarfetmesini istiyoruz izlemeleri için. Gezi de öyleydi. Evinden, TV’nin başından çık, insanlarla birlikte ol duygusu. O yüzden bir TV kanalına da vermedim. ' Gözdağı’nda daha önce paylaşılmamış, ilk kez izlediğimiz görüntüler de var değil mi? Çağrı yaptık, insanlar görüntülerini bizlerle paylaştı. Belgeseldeki gözünü kaybeden insanların vurulma anları ilk kez yayınlandı. Çoğu amatör kameraydı zaten. O gençler de kendilerini anlatma fırsatı buldu ilk kez. Bir detay daha vardı belgeselde, gözden kaçmasın. “1 Haziran’da Taksim'in halka açılması için Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan'ı ikna etti. Ve polis çekildi' diyordunuz perforede. İlk kez yüksek sesle söylendi. O da kulis bilgisi. Taşları yerine koyunca Erdoğan’ın sonradan çıkıp “Arkadaşlar böyle diyor” sözlerinden aslında şüphelenmemiz lazımdı Cumhurbaşkanı’nın devreye girdiğini , işin kötü gittiğini fark edip Erdoğan’ın parkı açması için ikna etmesini. Parkın açıldığı dakikalarda ordaydım. Polis aniden çekildi. Bunun arkasında kulis olduğunu öğrendim ve bunu belgesele koydum. Belgeselde BDP bayraklı gençlerle, Atatürk posteri taşıyanlar birlikte halay çekiyordu. Gezi neden değerli, o sahneleri izleyince tekrar hatırladık. Çünkü “birlikte yaşayabiliriz”i göstermişti bize. Ancak daha geçen hafta Lice’de bayrak krizi yaşandığında Gezi eylemlerine katılan, destek olan bir grubun sessiz kaldığına hatta bayrak üzerinden politika yapıp kışkırttığına şahit olduk siyasetçisinden gazetecesine. Bu ikiyüzlülük değil mi? Gezi benim yaşamak istediğim ülkeydi. O yüzden değerini, hikmetini zaman içinde daha iyi anlayacağız. İşte bayrak krizi patlayınca anlıyorsun değerini. Oradaki ortaklık duygusu çok özel bir duyguydu. Belgeseli biraz da bu yüzden umut havasında bitirdim. Gezi’ye söz söylemeye kıyamıyorum. Buradan büyük bir parti çıkmayacağını biliyorduk. Omurgası olan bir politik hareket değildi. Bir refleks, bir itirazdı. İtiraz mesajını iki kesim aldı. Biri biz. Böyle bir potansiyelimiz, gücümüz varmış, bir arada durabiliyormuşuz. Bir de iktidar aldı; bunlar bir araya gelip bana posta koyabiliyor duygusu. İki taraf da bu duyguyla yaşayacak. Ve bu ikisi Türkiye’nin önünü açacak. Ben en azından bir yıla göre çok daha umutlu bir noktadayım. Gezi’nin üstüne çok ağır gittiler, bu kadar şiddetle bastırmaya çalışırsan o zaman hareket başka bir şekle bürünüyor. Bazen milliyetçilik oluyor, bazen şiddet oluyor, bazen yılgınlık, çekilme, eve kapanma oluyor. Gezi bu kadar öfkeyle bastırılmasa belki bugün bayrak olayını da farklı karşılıyor olabilirdik. Çocuğu bile bu kadar dövsen şımarır, komşunun camlarını taşlar, evine bayrak asar. Bu tür refleksler olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin milliyetçiliğin tırmanacağı bir döneme girmesi kötü bir refleks. Ama bu da konjoktürel ve geçici bir şey. Bunun bedelini hükümet de ödeyecek. Ödemeye de başladı. Bu kadar şiddetle barışçıl bir gösteriyi bastırdığın zaman barış sürecinin kalmayacağını görmen lazım. Önümüzde zorlu bir dönemeç daha var Türkiye için; Cumhurbaşkanlığı seçimi. Yerel seçim öncesi yaşanan kaos ortamı nükseder mi? Tansiyon yine yükselecek mi? Edilgen aktörler değiliz artık, etken aktörleriz. Biz itiraz edersek iyi şeyler olacak, ne yapsak olmuyor deyip çekilirsek kötü şeyler olacak. Erdoğan’ın baştan beri çok istediğini biliyoruz o mevkiyi. Ardını da garantiye almak istiyor. Muhalefetin bir ortak aday çıkarabileceğini düşünüyorum. Bir şans var mı, var. Toplumun bir kez daha nasıl göbekten ikiye yarıldığını göreceğiz. Her kim olursa olsun Türkiye’nin ortak cumhurbaşkanı olmayacak. Cumhurbaşkanı gelsin, toplumu kucaklasın; ordu gelsin hepimizin ordusu olsun; polis gelsin bizi sevsin; Meclis halkın meclisi olsun... Bunlar olmadı. Eskiden devletten bekliyorduk şimdi artık devletin suçlu olduğu gördük. Kendi içimizde nasıl uzlaşırız, bunun yollarını görmemiz gerek. Toplumsal hareket başlangıcı için iyi bir nokta. Peki seçim öncesi Cemaat kanadından yeni ataklar bekliyor musunuz? Cemaatin geçen bir yıl içinde çok şey öğrendiğini düşünüyorum. Sırtını devlet gücüne dayamış, iktidarla kol kola para kazanan bir dini topluluktan şu an Türkiye’nin en büyük düşmanı haline dönüştü. Ciddi bir travmadır. “Hadi aslanım ne istersen ye, iç” denen bir çocuğu, bir anda sokağın ortasına atıp, vatan hainisin deniyor. Cemaatin de dönüşeceği bir sürece giriyoruz. Düne kadar devletin nimetlerini nasıl paylaştırırım derken şimdi beni ne zaman evden alacaklar diye bekleyen bir anarşiste dönüştü. Çok eziyet ettiler, zamanında ellerindeki gücü kötüye kullandılar, birlikte çalıştılar. Günahsız insanların günahını aldılar. 28 Şubat’ta neyle karşılaştılırsa şimdi Erdoğan’dan aynı muameleyi görüyorlar. Ancak 31 Mart öncesi Cemaat’in yayınladığı tapeler beklendi heyecanla, paylaşıldı, haber yapıldı. Cemaat bel altı vururken, tapeleri haber yapmak doğru muydu? Şurda yanlış yaptık. Bütün yolsuzluğu biz ortaya çıkarmak zorundaydık. Türkiye medyasında bir satır yolsuzluk ortaya çıkmadı 10 yıl boyunca. Bunun günahı hepimizin boynunda asılı. Biz TV’nin karşısında oturarak ya da internetin başına geçip tapeleri bekledik. Günah oydu. Ama gelenleri görmemezlikten gelmek de ayrı bir günah olacaktı. Bir kısmımız onu da yaptı kendince etik nedenlerle ya da korkudan. Ben artık o noktadan sonra zaten ilk günahı yaşamış ve ikinci günaha ortak olamayacağımı düşünüp hepsini yayınladım. Peki 10 yıldır siz neden yolsuzluk haberi yapmadınız? Özeleştiri dediğim o. Birkaç şey var. 80 döneminde de gazetecilik yaptım. Milli Güvenlik Konseyi’nden bile haber sızardı, gizli oturumlardan haber sızardı. Burada nasıl bir menfaat şebekesi yaratıldıysa en ufak bir sızma olmadı. Taktir etmek lazım, o çıkar zincirinden en ufak bir halkanın bile çözülmesine izin vermediler. İkincisi bizde de yayınlanacak bir mecra yok diye yılgınlık oldu. Bu işler iyi niyetli bir gazetecinin “ben şuna bakayım” demesiyle olmaz. İçerden sızma olur ya da araştırma ekipleri kurarsın medya içinde, git araştır dersin. Bizde öyle gazetecilik kalmadı. Bunu da yapamadık. Kimsenin buna da enerjisi yoktu, böyle bir iklim de yoktu medyada. Bu nedenlerle biz o tapelere mecbur kaldık. Onlar olmasa bugün bütün bu hırsızlıktan da haberdar olamayacaktık. Şimdi ne yapacaksınız? Artı 1, 5 ay sürdü. Sizin öngörünüz neydi, ne kadar sürecekti Artı 1’de maceranız? Ve ilk gittiğinizde daha önce maaşlarını alamayan, sansüre uğrayarak kanaldan ayrılmak zorunda kalan meslektaşlarınız tarafından da eleştirildiniz. Türkiye’nin kritik bir döneminde, 5 ay gazetecilik yaptık. Yapılabileceğini de gösterdik. Bunun çok sürmeyeceğini de biliyorduk. Haluk Şahin beni uyarmıştı; “İki şey olacak; yayınınıza müdahele edecekler ve para alamayacaksınız” diye. İlki hiç olmadı. İkincisine maalesef yenildik. Arabanın benzini bitti ama arabadan memnunduk. En genelinde bir deprem oldu ve medya altında kaldı. Biz o enkazın altından “kimse var mı” diye bağıran insanlardık. O yüzden çok lüks arayacağımız bir durum yok. Bulduğumuz her alandan soluk almaya çalışıyoruz. Artı 1, toprağın altından soluk alabildiğimiz borulardan biriydi. Ama bu kadar yetti. Bu enkazın kalkması çok vakit alacak. O yüzden kimse karşıma geçip de “sen de neden oradan nefes aldın” demesin. Yarın başka bir yer bulacağız, oradan nefes alacağız. Ben asıl enkaz altındaki, meslektaşlarım için üzülüyorum. Yutkunmak çok zor. O arkadaşlarım için üzülüyorum. Biliyorsun ama yazamıyorsun. Belgeseli yaparken medyada çalışan birçok arkadaşımız “elimizde görüntüler var kullanamadık, size verelim” dediler. “İçerdeki çapulcular” diyorum ben onlara. Hem taktir ediyorum, hem üzülüyorum. Benim fikrimi sorarsanız kalabilen kalsın medyada, mücadelesini gizli ya da yüksek sesle verebilen versin. Ayrıca bugün yutkunarak işine devam eden pek çok medya çalışanının geçim derdi, okutmak zorunda olduğu çocuğu, ödemek zorunda olduğu kredileri var. Medyanın bu kadar kuşatma altına alındığı bir dönemde “biz bu baskıya dayanamayacağız” deyip, topluca ayrılan bir ekibin çıkmaması hepimiz için yüz karasıdır. Biz bunu NTV’de yapabilirdik. NTV gibi haberciliğin yüz akı olmuş bir kanalın iktidarın eline teslim edilme sürecinde “burası aynı zamanda izleyicilerin ve çalışanlarındır” deyip, orayı komple terk edebilseydik tarihe geçerdik. Milliyet gibi bir gazetenin başka bir patron altında iktidara teslim edilmesi sürecinde “biz buna razı değiliz” deyip topluca çıkabilseydik, tarihe geçerdik. Milliyet de farklı bir noktada olurdu bugün. Bunları yapamadığımız için içerde iyi niyetli arkadaşların çabasını takdir etmekle yetiniyoruz. Ama bunu yapabilseydik farklı bir yerde olurduk. En azından bir iz bırakabilirdik. Peki bunu yapmayı arkadaşlarınızla denediniz mi? - Denedik, olmadı. Tek tek yolunduk. NTV’de de konuştuk, Milliyet’te özellikle ben de konuştum. Kimlerle konuştunuz? - Olmamış bir şey için isim vermenin anlamı yok. Kiminin aklına yattı, kiminin kendince gerekçeleri vardı, geçim derdi vardı. Kimi buradan bir yere varamayacağımız düşünüyordu. Kimisi “bilmem kim ayrıldı, değer mi onun için” durumuna girdi. Kişisel husumetleri, zaruretleri aşıp da kitlesel bir tavır koyamadık ne yazık ki. Bu tavır koyulsaydı sistem tökezlemeyecekti, sonuçta patron da değişmeyecekti. Milliyet’i başka bir yerde kurabilirdik. Zor olurdu ama olurdu. Milliyet değil adı Zilliyet olurdu. Tüm Milliyet yazar kadrosuyla ayrılsaydı içi boşaltılmış bir gazete olacaktı orası. Türk medyası toplu hareket edebilme yeteneğini kaybetti. Artı 1’e başlarken bir kaç aylık maaşınızı peşin aldığınız konuşuldu medya kulislerinde... İlk gün, patronla, arkadaşlarımız parasını almadan hiçbir yönetici almayacak diye konuştuk. Ben içeridekilerin parası ödenmeden bir kuruş almadım. Orada çalışanlar da çok iyi biliyor. Ve bugüne kadar meslek hayatımda hiç yapmadığım tuhaflıklar yaptım. Reklamverenlere gidip, kendimizi anlattık. Bunların yıllarca bir gazetecinin işi olmamasına gayret ettim. Ama ne yazık ki Türkiye’de burjuvazi yok, zenginler var. Elini taşın altına koymaktan çekinen, korkan bir kesim var. Çok sınırlı destek geldi. Bu kadar ağır baskının olduğu bir yerde direnmek de zor tabii. Bunlar cesur çocuklar deyip, alttan destek olanlar da oldu. Bu da sevimsiz. Böyle bir dönemde gerçek gazetecilik yapmak istediğinizde öyle mayın var ki, hiçbirine basmamak mümkün değil. Bant geliyor; kullanırsak kullanılır mıyım duygusu. Patron maaş ödemiyor böyle devam edersek sömürüye ortak mı oluruz duygusu. Bütün o mayınlı arazilerde yürüdük. Benim de alacaklarım var. Hukuki bir süreç başlayacak. Şu an yaz tatilindesiniz diyelim. Eminim ki medyada görüşmeleriniz devam ediyordur. Yeni yayın döneminde belki de yeni bir kanalda karşımıza çıkacaksınız. Şu an artı 1’i almak isteyenler var. Görüşmeler var. Bize de soruyorlar bu görüşmeler sırasında kanala geri döner misiniz diye. Benim bir önyargım yok çıktım, bir daha dönmem diye. Alan kişiye bağlı. O özgür ortamı tekrar yaratabilirsek, insan sömürüsüne dayanmayan bir sistem olursa neden olmasın. Orada ya da başka bir yerde devam edebiliriz. O enerjim var. Olmazsa da üzülmem. Bir belgesel yaptım, o bana iyi geldi. Benim kaçış alanlarım var. Yeni bir kitaba başladım. Sürpriz, heyecan verici bir kitap. Roman değil. Beni çok heyecanlandıran bir şeye kapıldım. İçim içime sığmıyor. Ama şunu görebiliyorum artık merkez medyada olamayacağım. Yine kulislerde Aydın Doğan’la görüştüğünüz konuşuluyor. Hatta 32. Gün için size teklif geldiğini duyduk. Var mı böyle bir teklif? Aydın Bey'le 3 ay önce Artı 1’in D-Smart’a alınması için görüştük. Sağ olsun esirgemedi. 32. Gün’ü Umur ( Birand) götürüyor zaten. Mehmet Ali Bey'in vefatından sonra 32. Gün için adım geçti, ben de sonradan haberdar oldum. Ancak şu an benim Doğan Grubu’nda olmam Aydın Bey için de zor. Siz Doğan Medya’da olmak ister misiniz? Hürriyet’te ya da Kanal D’de? Ben yazımı yazabileceğim her yerde olmak isterim. Zaman mı olmuş, Akit mi, Milliyet mi... Ben yazdığıma bakıyorum. Artı 1’e de öyle başlamıştım. Artık eskisi gibi şuraya da gidelim, emekli olalım dediğimiz dönemler bitti. Yanımıza sandalyemizi alıyoruz, koyduğumuz yerde konuşup, iniyoruz. Televizyonda haberleri izliyor musunuz? Ana haber izlemiyorum. Sabahları izliyorum biraz. Meraklı olduğum günler şöyle bir bakıyorum. İnternetten, Twitter’dan takip ediyorum gündemi. Tuhaf bir şey oluyor; ekranın altından bant geçer ya. Öyle bir bant geçmeye başlıyor bunca yıl sonra. Haber izlemenin eğlenceli yanı bu; neden bunu ilk haber yaptılar, burada ne demek istediler, neden şu görüntüyü kullanmamışlar. Eğlenceli ama boşa vakit harcamak. Ekrandaki iyi niyetli arkadaşların gözlerinden anlıyorsun ne demek istediğini. O sırada rejiyi düşünüyorsun. Bize bıraktığı tortu bu oldu galiba. Mehmet Ali Birand’ın ardından ana haberler de değişti. Uğur Dündar ve Ali Kırca da yok artık ekranda... Genç, dinamik, muhabirlikten gelen haber spikerleri var karşımızda. Onları nasıl buluyorsunuz? Birand yorumunu esirgemeyecek kadar özgüven ve cesaret sahibi bir adamdı. Zaman zaman aşırı dengeleri kollamaya çalıştığı için eleştirirdim ama her şeye rağmen doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilecek bir adamdı. Bugün çok azımız buna sahibiz. Birand’ın döneminde de çok vardı ama bugün aman kırıp döker miyiz dönemi daha fazla var. Seyircinin görmediği kulağımızdaki şeffaf kulaklık, rejiye bağlı. O rejide bir takım konuşmalar oluyor. O rejideki konuşmalar size bedelleri hatırlatıyor. Çıkarıp atarsanız hesap-kitap bu kez öbür kulağınızdan giriyor. Nolur, patron, hükümet ne der? Bunların sayısı artmaya başladıkça ekranda olanların dili dolanmaya başlıyor. İnsanlar aynı anda konuşup, aynı anda dinleyemez. Reji fazla konuşuyor. Ekran önündekiler daha az konuşabiliyor. Birand gibi daha fazla konuşan birilerine ancak reji susunca görebiliriz. Kendimi de katarak söylüyorum onun kadar cesur yorum yapamıyoruz, tavır koyamıyoruz. Bir anchorman tavır koymak zorunda mıdır? Bunu haber seçiminden anlıyorsun. Sorduğu sorudan anlıyorsun. Bizim meslekte yasaklı konuk kabul edilemez. Ama şimdi bakıyorsun “bunu çıkaramayız biz” denince kapanıyor konu. Birand en imkansızı ile başlardı. Biz ben en alttan başlıyoruz, bu korkaklık içimize sirayet etti. Yeniler içinde çok iyiler var. Eksik saymak istemem. Nazlı (Çelik), müthiş bir ekran yüzü; Serdar (Cebe) okuldan öğrencim, Birand’ın bayrağını iyi taşıyor; Fatih (Portakal) çok iyi ekranda, çok rahat. Mesleğe de yeni bir soluk getiriyorlar. Ama kuşatılmışlığın havası hissediliyor haberlerde. Gazetelerde takip ettiğiniz köşe yazarları var mı yeni nesil ya da sizin kuşaktan? Ot ve Birikim’de daha iyi yazarlar okuyorum. Oralara yöneldim desem. Kendimi de katarak söyliyeyim, bugün ne yazdı diye koşarak gazete alıp takip ettiğim biri yok. İtiraf edeyim ben de dahilim bu listeye. Kimin ne yazacağını tahmin edebiliyorsun ertesi gün. Sürprizimiz kalmadı. Kendi cephelerimize çekildik, oradan ateş ediyoruz. Ana medyadan ayrılış sırasında olsun, artı 1’de olsun tüm bu süreç boyunca kırıldığınız, sizde hayalkırıklığı yaratan insanlar oldu mu? Oldu. Beni çok şaşırtan arkadaşlarım oldu. Daha cesur olmalarını beklediğim, daha düzgün tavır sergilemelerini beklediğim, birçok arkadaşım beni şaşırttı. Bir kısmının arkadaşım olmadığını fark ettim, bir kısmı koltuğa, vaade, korkuya teslim oldu. Onlar adına üzüldüm, kendi adımı da üzüldüm niye daha önce fark edemedim diye. Gençken insanlar daha cesur olabiliyor, ama yaş ilerledikçe bedel daha da artıyor. Vazgeçmek zor oluyor, daha güçlüye yakın duruyorsunuz. Ama uzun dönemde neyi kaybettiğini göremiyor insan. Öyle bir körleşme de yaratıyor. İnsanlar sizi gördüğünde yüzünü çevirmeye başlıyorsa onun kaybı kaybedeceğiniz paradan daha fazla. Yine isim soracağım size, kırgın olduğunuz isimleri! - İsim vermeyeyim. Birlikte hareket edebilmeyi umduğum birçok arkadaşımın bir kısmının inanamayacağım yazılar yazması, inanamayacağım kararlar alması, bir kısmının beklediğim kararı alamaması, bir kısmının en yakın arkadaşlarının işten atılmasına ön ayak vesile olması, imza atması. Bazılarının hiç çalışmam dediği isimlerler al takke ver külah olması, bazılarının Başbakan’ın danışmanlarıyla iş pişirmesi. Çok acıklı. Bunlar onların bilinmediğini, görünmediğini ya da yarın bunların yazılıp çizilmediğini düşünüyorlarsa, yanılıyorlar. Bir kısmı kötü bir kariyer finali yaptı. Güzel şeylerden bahsedelim biraz da. Dizi ve film projeleriniz vardı. Deniz Gezmiş’in hayatı üzerien bir film senaryosu yazıyordunuz. Devam ediyor mu? O bitti. Çekilecek. Ay Yapım’la yazdık senaryoyu, onlar çekecek. Kağıdın, kalemin içinde olduğu her şey çok heyecan veriyor bana. Dizi projesi de vardı. Ama dizi sektöründe de bir daralma var, görüyorsundur. Eskisi gibi diziler çıkmıyor. Gerçi toplumun tarih merakı galeyana geldi. O bizim gibi tarihle haşır neşir olanlar açısından olumlu. Ve bir belgesel hazırlığınız daha var. Hem de yanınızda iki özel isim var. Nebil Özgentürk, Coşkun Aral ve ben, üç belgeselci bir güçbirliği yapmaya karar verdik. Birikimimizi, arşivimizi, ekiplerimizi birleştirdik ve Denizbank'ın sponsorluğunda 10 bölümlük bir belgesel için kolları sıvadık. 'Kültür Yolcuları' adı. Türkiye'nin kaybolmaya yüz tutmuş kültürel değerlerinin, yitmekte olan kültürel zenginliğinin izini sürüyoruz. Her bölüm farklı bir coğrafyaya gidiyoruz, Artvin'den Van'a, Kırşehir'den Balkanlara kadar... Her yolculukta bize o kültüre yakın bir sanatçı, kültür adamı eşlik ediyor. Mesela geçen ay Diyarbakır'da dengbejlerin izini sürdük. Sonra onların soluğunu bugüne taşıyan Yaşar Kemal'le buluşup dengbejleri sorduk. Böyle birçok sürpriz isimlerimiz var. Türkiye'nin yüzakı olmuş sanatçılar. Sanıyorum yılsonu yayına girecek. Ve umarım beğeneceksiniz. Röportajın sonuna geliyoruz. Zaman kısıtlı. Çok merak ettiğim bir şey de var, ev telefonunuzun dinlendiğini yazmıştınız, geçen hafta da evinize hırsız girdi. Önlem aldınız mı dinlemeler için? Hırsızlık açıklığa kavuştu mu? - Sıradan hırsızlık olayı gibi gözüküyor şu an. Dinlemeler için de vitesi boşa aldık. Eskiden telefonları gizleyip, kaldırıyorduk. Artık bıraktık. Hepimiz zaten dinlenmesek de dinleniyor gibi yaşıyoruz. Foucault’da vardır, Hapishanenin Doğuşu’nda bir noktaya kadar insanları demir parmaklıklarla kuşatırlar. Bir noktadan sonra yüzüne ışık verirler gözleniyorum duygusu onu hapsetmeye yeter. Tüm toplumu hapsettiler aslında gözleniyorum duygusuyla. Ondan kaçış yok. Buna rağmen dik durmak gerek. O yüzden de artık bağıra bağıra konuşuyoruz. Peki Gezi, öncesi, sonrası yaptığınız haber ve yazılar nedeniyle hiç tehdit aldınız mı? Memed Ali Alabora örneği var maalesef. - Twitter, Facebook’tan her gün tehdit alıyorsunuz. Ama ciddiye alacağım bir şey çıkmadı. Memed Ali Alabora’ya yapılan Başbakan’ın ayıbı. Bence Alabora bu ülkenin kalıcı sanatçılarından biri olduğunu göstermiştir.T24
G.Saray'da Ali Kırca Görevinden İstifa Etti
Galatasaray Medya ve İletişim Direktörü Ali Kırca, kitap çalışmalarına zaman ayırmak için görevinden istifa etti.Sarı kırmızılı kulübün resmi internet sitesinden konuyla ilgili şu açıklama yapıldı;Galatasaray Spor Kulübü’nde Medya ve İletişim Direktörü olarak görev yapan Sayın Ali Kırca; kitap çalışmalarına zaman ayırmak amacıyla, kulübümüzdeki görevinden ayrılma arzusunu bildirmiştir.Özellikle, yazın alanındaki yeni projeleriyle ilgili heyecanı, tarafımızdan da anlayışla karşılanmış ve ayrılma isteği üzülerek te olsa kabul edilmiştir.Sayın Kırca, karşılıklı anlayış içerisinde geçen görüşmemizde, gelecekte, Galatasaray’da ne zaman kendisine bir görev düşerse, destek vermekten kaçınmayacağını belirtmiştir.Ali Kırca’ya, sadece profesyonel olarak görev aldığı dönem için değil, onun da öncesinde, uzun yıllar, Galatasaray’a sade bir taraftar olarak verdiği hizmetleri ve değerli katkıları için teşekkür eder, yeni yolculuğunda mutluluk ve başarılar dileriz.Ünal AysalGalatasaray Spor Kulübü BaşkanıSporx
Ayrılığın Nedeni 4. Yıldız mı?
Kulübün medya ve iletişim direktörü Ali Kırca, görevinden istifa etti. Kırca’nın kitap çalışmalarına daha fazla zaman ayırabilmek için görevini bıraktığı öğrenildi. Kırca, geçtiğimiz mart ayında işbaşı yapmış, 40 bin dolar olduğu iddia edilen maaşı tartışma konusu olmuştu. Başkan Ünal Aysal imzasıyla resmi siteden yayınlanan açıklamada Ali Kırca’nın görevi bıraktığı duyurulsa da yönetim kararıyla Kırca’ya işten el çektirildiği iddia ediliyor. Arena’daki 4. yıldız tanıtım organizasyonunun fikir babasının Kırca olduğu, gelen tepkilerin faturasının da kendisine kesildiği konuşuluyor.Ali Kırca, istifasının ardından Galatasaray Başkanı Ünal Aysal'a bir teşekkür ve veda mektubu yazdı. İşte o mektup'Sayın Ünal AysalGalatasaray Spor Kulübü BaşkanıÇocukluğumdan beri renklerine gönül verdiğim kulübümüze, Başkanlığınız yönetiminde, önemli bir görevde hizmet etme fırsatını buldum.Öncelikle bana bu onuru taşıma şansını verdiğiniz için şükranlarımı sunarım.Kulübümüzün yaşadığı zor dönemde, önümüze çıkarılan engelleri aşma ve Galatasaray’ımızın haklarını koruma yolunda verdiğiniz mücadeleye bir nebze katkım olabildiyse bundan büyük mutluluk duyacağım.Birlikte yaşadığımız bu süreç, hayatımın unutulmaz ve değerli hatıraları arasındaki yerini alacak.Görev yaptığım dönemde; Galatasaray Televizyonu’nun kadro ve içerik olarak gelişmesi yolundaki çabalarımın, yakın gelecekte sonuç vermesinden de mutluluk duyacağım.Ayrıca, geçen Divan Toplantısı’nda, önemli projeleriniz arasında saydığınız ve göreve geldiğimden beri her zaman, en büyük hayalim olarak nitelendirdiğim GALATASARAY GAZETESİ’nin bir gün hayata geçirilmesi, burada geçirdiğim zamanın boşa harcanmamış olduğunun en önemli göstergesi olacak.Sayın Başkan;Bu süreçte, sadece, zamanının büyük bölümünü, Galatasaray’ın sorunlarının aşılmasına ve başarılarına adamış bir Başkan’ın çabalarına tanıklık etmedim. Aynı zamanda çok iyi ve güvenilir bir dost kazandığıma inanıyorum. Bu da en büyük kişisel kazanımlarımdan biri olmuştur.Başkanlık yaptığınız dönem içerisinde Galatasaray’ın kazandığı ulusal ve uluslararası başarıları burada saymama gerek yok... Bundan sonra, sade bir Galatasaray taraftarı olarak, geçmişte kazanılan başarılar için teşekkürlerimi ve gelecekte kazandıracağınız başarılar için de samimi dileklerimi iletmek isterim.Altı aya yaklaşan ortak çalışma sürecinin sonunda, sizinle daha önce sözlü olarak da paylaştığım nedenlerle, görevden affımın kabulünü rica ediyorum. Yazın alanında gerçekten heyecanlı bir döneme girdiğim bu günlerde, benim için bu yeni yolculuğun ve kitap dünyasındaki yeni maceramın heyecanını ve ayrılma isteğimi anlayışla karşılayacağınıza inanıyorum.Bu vesileyle, gerek Galatasaray’da gerekse iş yaşamınızda başarılarınızın devamı temennisiyle, size ve ailenize sağlıklı ve mutlu bir ömür diler, saygılarımı sunarım.Ali Kırca'Fanatik
Yaşar Kemal'e Fahri Doktora
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Yaşar Kemal'e Fahri Doktora unvanı verdi. Törene Yaşar Kemal katılamazken, unvanını eşi Ayşe Semiha Baban aldı.Romanları 50'den fazla dile tercüme edilen, birçok ülkeden onur nişanı ve madalyası alan, dünyanın sayılı edebiyat ödüllerine layık görülen büyük yazar Yaşar Kemal'e, İstanbul Bilgi Üniversitesi 'Fahri Doktora' unvanı verildi.12 Kasım'ı 'Yaşar Kemal Onur Günü' olarak belirleyen üniversitede, bu gün gün kapsamında etkinlikler düzenlendi. Türk edebiyatındaki vicdanın evrensel simgesi olarak tanımlandığı usta isme fahri doktora verilme gerekçesi de açıklandı. Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Aydın Uğur' yaptığı konuşmada, ' Yaşar Kemal geçmişimiz, bugünümüz ve özlemlerimizle, ‘biz’. Üstelik bizim –yani İnsanlığın- en duyarlı, en marifetli, en istidatlı halimiz' sözleriyle Yaşar Kemal'in edebiyatını anlattı.'Yaşar Kemal Onur Günü' etkinlikleri bir sempozyum ile başladı. 'Binbir Kültürün Elçisi Yaşar Kemal' adıyla düzenlenen sempozyumun ardından Güneş Karabuda'nın fotoğraflarından oluşan 'Al Gözüm Seyreyle' adlı fotoğraf sergisinin de açılışı gerçekleştirildi.Sanat, basın, edebiyat ve akademi dünyasından saat 19:30'da başlayan törene katılan konuklar arasında Ara Güler, Türkan Şoray, Ali Kırca ve Altan Öymen de yer aldı. Yaşar Kemal'in katılamadığı törende, fahri doktora unvanını eşi Ayşe Semiha Baban aldı. Törende, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin 'insanlığa, bilim, felsefe, düşünce, kültür ve sanat alanlarındaki eser veya çalışmaları ile eşine az rastlanır nitelikte katkıda bulunmuş, ülke ve dünya barışına yönelik istisnai çabaları olmuş, çalışmaları ile insan hakları ve demokrasinin yaygınlaşmasına öncülük etmiş kişilere' verdiği fahri doktora unvanına dair Yaşar Kemal'in notu da okundu.'Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum'Ayşe Semiha Baban'ın okuduğu notta, Yaşar Kemal, 'Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. Şunu söylemek istiyorum ki ben ‘angaje’, bağımlı bir yazarım. Kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım. Bilinçli olarak ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, güzelliğin türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir' sözlerine yer verdi.Al Jazeera Turk
"Sünniysen AKP'liysen Türkiye Çok Eğlenceli"
Zamanın ötesinde habercilik yapmayı amaçladığını söyleyen Özdemir’le, Türkiye fotoğrafını yorumladık‘ Büyük bir paronaya var’Türkiye’de televizyon haberciliğini sadece anonslar çeken muhabirler düzeyinden çıkarıp, olayın yerinde ana haber bülteni yapmak istediğini söyleyen Cüneyt Özdemir’le, medya sorunlarını, basın özgürlüğünü ve elbette ki tam 15 yıldır sunduğu “5N 1K”dan sonra, bir anda Kanal D’nin ‘enkırmeni’ olarak karşımıza çıkışını konuştuk.Cüneyt Özdemir, Türkiye’nin kargaşalı ve oldukça hassas dönemlerinden olan 90’lı yılların başında, İletişim fakültesini bitirip, basın yayın kuruluşlarının yolunu tutan ve o zor yılların pişirdiği genç kuşak televizyon habercilerinden biri. Özdemir, ustası Mehmet Ali Brand ’ınsunduğu ‘’32. Gün’’ de8 yıl genel yayın yönetmenliğinden, Ali Kırca’nın programı “Siyaset Meydanı”nın yönetmenliğine kadar birçok görev üstlendi. Ancak Türkiye onu tam 15 yıldır sunduğu “5N 1K” ayla tanıdı. Şimdilerde ise 44 yaşında ve Kanal D Ana Haber Bülteni’nde, Türkiye’nin en genç ‘enkırmeni’ olarak karşımızda. Haberciliğe farklı bir soluk getireceğini söyleyen Özdemir, farklı olanın ötekileştirildiği bu ülkede yaşamanın zorluklarına vurgu yapıyor. Özdemir, “Türksen, Sünniysen hele de son yıllarda AK Partili’ysen gayet eğlenceli bir ülke gördüğüm kadarıyla Türkiye”. diyor.Siz 15 yıldır ‘’5N 1K’’yı sunan biri olarak, bu ay itibariyle Kanal D’de ana haber sunucusu olarak ekranda yerinizi aldınız. Ve de zamanın ilerisinde bir habercilik yapacağınız iddiasıyla geldiniz. Farkınız ne olacak? Bu bağlamda neyi değiştireceksiniz?Zamana ayak uyduran ve teknolojileri kullanan bir haber bülteni yapalım dedik. Nitekim onun da ilk adımlarını attık. Şu günlerde diğer ana haber bültenleri ‘ne yapıyor’ diye bakıyorum. Bir kısmı tamamen cinayet bültenine dönüşmüş durumda. Biz bunu yıkmak istiyoruz. Daha detaylı habercilik yapmak istiyoruz. Televizyon gazeteciliğini sadece anonslar çeken muhabirler düzeyinden çıkartıp, o muhabirlerin söylediklerinin gazetelere haber olduğu bir ana haber bülteni yapmak istiyoruz. Sadece Türkiye içinde sadece Türkiye’nin İstanbul’unda geçen bir ana haber değil; Bütün dünyaya bakan, Washington’a bağlanan, Kudüs’e muhabir yollayan, olayın yerinde olan bir ana haberi hayali kuruyoruz.Usta çırak ilişkisi her meslekte olduğu gibi gazeteciliğinde olmazsa olmazı. Siz Kanal D’de ustanız Mehmet Ali Brand’ın koltuğunu devraldınız. Gurur duyuyor olmalısınız…Bütün yollar Brand’a çıkıyorHem gurur duyuyorum hem de hiç yabancılık hissetmiyorum. Çünkü Kanal D’nin Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Sarılar , yıllarca Mehmet Ali Brand ’la çalıştı. Şimdi ben Sarılar’la çalışıyorum. Biz Sarılar’la daha önce hiç birlikte çalışmamamıza rağmen, aynı ekolden, aynı okuldan geldiğimiz için; birbirimizin dilini, habere bakış açımızın inanılmaz uyumlu olduğunu görüyorum. Benim haberde yakaladığım detayla, Sarılar’ın yakaladığı detay aynı. Aslında bütün yollar Brand’a çıkıyor. Bu da şunu gösteriyor; bir habercilik okulu varmış ve oradan mezun olan bizler, iyi bir enerjiyle, habere aynı açıdan bakabiliyoruz.Espiri yapmaya korkar oldukTürkiye giderek daha tek tipleşmeye zorlanan bir atmosfere girdi. İnsanların farklılaşmasının yadırgandığı, baskı gördüğü, farklı tercihlerin azaldığı, farklı yaşam biçimlerinin ötekileştirildiği... Kimilerinin ötekileştirilip, kimilerinin kutsandığı… Ben “Eğlencesini Yitiren Ülke” demekle bunları kastediyorum. Sosyal medyaya baktığımızda; düne kadar sosyal medyada geyik yapardık, birbirimize laf atardık. Bir eğlence aracıydı sosyal medya. Şimdi bir espri yapmaya korkar olduk. Böyle bir deliler koğuşuna döndü Twitter mesela…Peki televizyonlarda durum nasıl!Televizyonlarda spikerlerin kıyafetlerine bile müdahale edildiği ve siyasilerin bunlara kafayı taktığı bir ortamdayız. Bir zamanlar Türkiye televizyonlarında Tuttu Frutti diye bir program vardı. Gecenin bir yarısı isterseniz, meşrebiniz buna müsaitse açıp izleyebiliyordunuz. Böyle bir tercih hakkınız vardı. Şimdi böyle bir şeyin hayalini bile kuramazsınız. Nerdeyse şifreli kanallarda bile bulamazsınız.Büyük bir paranoya, büyük bir sıkıştırılmıştık var.Ciddi bir şiddet sarmalındayızSiz , 'Türk’seniz, erkekseniz ve Sünniyseniz, o zaman bu ülke sizin için gayet eğlenceli” iddiasında bulundunuz. Bunu biraz daha açar mısınız?O zaman eğlencesini gayet de yitirmeyen bir ülkede yaşıyorsunuz demektir. Ana dilini özgürce konuşuyorsunuz, eğitim görebiliyorsunuz. Eğer Türk’seniz tabi... Bir Kürt’ün çektiğini çekmiyorsunuz. Bir Sünniyseniz, camileriniz ibadethane olarak tanımlanıyor. Devlet Tarafından destekleniyor. Cem evlerine söylendiği gibi insanların bir araya geldiği abuk sabuk şeyler söylenmiyor. Eğer erkekseniz; baksanıza her ay nerdeyse 200-300 kadın cinayetinin işlendiği bir ülkede yaşıyoruz. Hatta ben haber bülteninde şiddet haberi vermeyi oldukça kısıtlı bir hale getirdim. Çünkü ciddi bir şiddet sarmalıyız. Yani uzun lafın kısası, erkeksen, Sünniysen hele de son yıllarda AK Partiliysen gayet eğlenceli bir ülke gördüğüm kadarıyla Türkiye... Herkesin keyfi yerinde müteahhidinden, sinemacısına, sinemacısından farklı sektörlerden iş yapan insanlara kadar uzayıp gidiyor bu zincir.Barış süreci önemliSosyal medya ve televizyonlarda bir özgürlük kısıtlamasına gidildiğine vurgu yaptınız. Bir nevi nefes alamıyor muyuz? Sahiden çok mu baskı altındayız?Yani baskıdan ziyade bu atmosferde çok eğlenmek gelmiyor insanın içinden. Önce karnınızı tok olması gerek. Önce aç olmamanız gerekli. Ondan sonra sıra eğlenceye geliyor. Tabi şu parantezi açmazsam çok haksızlık olur. Türkiye'de iki yıldır süren bir barış süreci var. Tek bir kurşun atılmıyor. Gençlerin birbirini öldürmediği bir atmosferde yaşıyoruz. Bu çok değerli ve son 20 yılın 30 yılın en değerli kazanımlarından bir tanesi. Umarım sonuca ulaşır. İşte şu anda ekonomide orta sınıf kuşatmasındayız deniliyor. Ancak yine de büyük bir kriz yok. Biz sarayları tartışıyoruz ama neyse ki büyük işsizlik oranlarını tartıştığımız bir ortamda değiliz. Bu haksızlığı da yapmak istemem. En önemlisi de askeri vesayet yok. Tıkır tıkır işleyen bir seçim var.Medyada sistem nasıl işliyor. Fotoğrafa baktığınızda, siyasetle tamamen ayrışmış bir medya görebiliyor musunuz?Türkiye'de son birkaç yıldır medyanın yapısı biraz tuhaflaşmaya başladı. 18 Aralık'tan bu yana her gün paralel kelimesini manşete taşıyıp, basılan gazeteler var. Yani bu hayatın akışına aykırı bir şey. Bir iki konuya takıntılı ana akım medyayı dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz. Fakat Türkiye’de bunu yaşıyoruz. Çünkü bir fluluk ve ciddi bir kaos var. Medyayı yönlendiren gölgelerin arkasında bir patron duruyor.Cumhuriyet | DEMET YALÇIN
Duayen Gazeteci Birand Ölümünün 2. Yılında Anıldı
Duayen gazeteci Mehmet Ali Birand, ölümünün 2. yılında mezarı başında anıldı. Anmaya Birand'ın çalışma arkadaşları, dostları ve öğrencileri katıldı. Birand'ın öğrencileri ve Kanal D haber anchormanleri Cüneyt Özdemir ve Serdar Cebe ölümünün 2. yılında Birand'ı anlattılar... 9 Aralık 1941 yılında İstabul'da dünyaya gelen Mehmet Ali Birand, 1964'te Abdi İpekçi vasıtasıyla gazeteciliğe başladı. 2013 yılına kadar etkin bir şekilde sürdürdüğü gazetecilik mesleğinin yanı sıra Birand, yazarlık ve sunuculuk da yaparak haberciliğin adeta sembol yüzü haline geldi.1985 yılında TRT 1'de başlayan 32. Gün programına daha sonrasında özel televizyonlarda devam eden Mehmet Ali Birand, son yıllarını CNN Türk ve Kanal D çatısı altında geçirdi. Posta gazetesinde yazarlık, CNN Türk'te talk show sunuculuğu geçmişi olan Birand, en çok da Kanal D'nin ana haber bülteni sucusu olarak gündeme geldi. 2009 yılında hem CNN Türk hem de Kanal D'nin Genel Yayın Yönetmeni olan Mehmet Ali Birand, yıllarca süren 32. Gün programı çatısı altında sayısız gazetecinin önünü açan bir isim oldu.Reha Muhtar, Ali Kırca, Mithat Bereket, Rıdvan Akar, Cüneyt Özdemir, Can Dündar ve Deniz Arman gibi pek çok ünlü gazeteciyi hayatımıza kazandıran 32. Gün programının takım kaptanlığınıu yapan Mehmet Ali Birand, pankreas kanserine yakalandığında uzun bir tedavi süreciyle karşı karşıyaydı. Çeşitli ameliyatlar ve kemoterapi tedavilerinden olumlu sonuç alamayan Birand, 17 Ocak 2013 tarihinde yoğun bakıma alınmış ve tüm müdehalelere rağmen hayatını kaybetmişti. Bugün Anadolu Hisarı'ndaki aile kabristanında yatmakta olan Birand, gazetecilik mesleğindeki başarılarının yanı sıra, sunuculuğunda yaptığı gaflar ve dil sürçmeleriyle yıllarca akıllarda kalacak bir isim.Medyaloji