onedio
Görüş Bildir

Türkiye İşçi Partisi Haberleri

Türkiye İşçi Partisi ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Türkiye İşçi Partisi ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Benim Oyum Kime, Hangi Partiye?
Daha önce AK Parti'ye de oy çıkan 'bizim mahalle'de 30 Mart'taki kritik seçim için ne düşünülüyor, hedef ne? Gezi ve 17 Aralık mahallede nasıl bir mutabakat yarattı? Ve benim oyum kime, hangi partiye? Hayatımda ilk kez adını koyarak açıklıyorum...Sandık başı yapılacak.Kendi kendime soruyorum.Benim oyum kime, hangi partiye?..Bugüne kadar her seçimde oyumun rengini elbette belli ettim.Ama adını koyarak kime, hangi partiye atacağımı da söylemedim.Neden?..Oysa yapabilirdim.Yıllardır neredeyse her Allah’ın günü siyasal tercihlerini açığa vuran bir gazeteci olarak, seçim zamanı gelince oyumu da açıklayabilirdim.Şaşırtıcı olmazdı.Bizim mesleğimizin büyüklerinden rahmetli Metin Toker her seçim öncesi hangi partiye oy vereceğini gerekçeleriyle birlikte kendi köşesinde açıklardı.İlgiyle okunurdu.Metin Abi’nin o yazılarını ben de beklerdim seçim zamanları...'Benim mahalle'deki tartışma: Oylar bölünmesin!1960’larda oy kullanmaya başladım.Kısa adı TİP olan Türkiye İşçi Partisi...Ecevit ’in CHP’si...Erdal İnönü ’nün SHP’si...2002 genel seçimlerinde biraz da Kemal Derviş nedeniyle Baykal ’ın CHP’si...2002 sonrasındaki seçimlerde ise, oyum her seferinde İstanbul’daki kendi seçim bölgemde ‘ bağımsız adaylar ’a gitti.Çevreme bakıyorum.Bundan önce oyunu CHP’ye vermemiş olanların söylediklerine kulak kabartıyorum.Tartışmalarda siyasal kutuplaşmanın, cepheleşmenin tüm izleri var.Genellikle iki sözcükte özetlenebilir:Oylar bölünmesin!Şu sıralarda benim dünyamda -ya da ‘ benim mahalle ’de- bütün tartışmalar gelip bu noktada düğümleniyor.Artık tek hedef varGeçmiş seçimlerde, bu ‘ mahalle ’de oyunu AK Parti ’ye de, bağımsızlara ya da Kürt adaylara da, CHP ’ye de atanlar var.AK Parti ’ye giden oylar da olurdu.Ama şu rahatça söylenebilir:İstanbul'da Mustafa Sarıgül ’den çok Sırrı Süreyya Önder çıkardı ‘bizim mahalle’nin sandığından...Tekrar altını çiziyorum:Artık tek bir hedef var:Tayyip Erdoğan!Bizim mahalledeki genel mutabakatDemokrasi ve hukuku hiçe sayan, ‘ farklı hayat tarzları ’na tahammül edemeyen, hayatın değişik renklerine en ufak bir saygısı olmayan, toplumu bugüne kadar olmadık şekilde biz-siz diye ayıran ve bazen sivrileşen nefret dili ile uçlara iten bir Tayyip Erdoğan ’dan kurtulmak artık baş hedef olarak benimsenmiş durumda.Erdoğan’ın söylem ve politikalarıyla Türkiye’yi istikrarsızlık ve karanlığa çektiğine dair genel bir mutabakat var ‘ bizim mahalle ’de...Kimse hayal kurmuyor.Tayyip Erdoğan ’ın seçim sandığından yine birinci sırada çıkacağı bilinmekte.Ama ne kadar oy alacak?2011’in altında mı kalacak?Kalacaksa, nereye kadar düşecek oyları?Asıl mesele gelip bu sorularda düğümlendiği için de slogan şöyle atılıyor:Erdoğan karşısında oylar bölünmesin!Elleri CHP'ye oy vermeye gitmeyenlerin düşüncesiOylar bölünmesin sıcak bir konu.CHP ’ye, Kılıçdaroğlu ’na, Sarıgül ’e yakın geçmişe kadar eleştirel bakanların büyük çoğunluğu 30 Mart için kararını vermiş görünüyor.Gelecek pazar günü İstanbul’da sandık başı yapıp oylarını CHP ve Mustafa Sarıgül için kullanacaklar.Dedikleri şu:İktidar partisinin oylarındaki bir düşüş, yalnız Türkiye’nin değil, AK Parti’nin de Tayyip Erdoğan’dan kurtuluşunu hızlandırır.Yakın zamana kadar elleri CHP ve Sarıgül’e oy vermeye gitmeyenlerde artık böyle bir kararlılık dikkati çekiyor.Hayatımda ilk kez adını koyuyorumİyi güzel.Ama lafı yine uzattın Hasan Cemal .Ayrıca, senin oyunun rengi de belli.O zaman niye adını koymuyorsun?Haklısın birader.Ben de hayatımda ilk kez bir seçimde oyumun adını koyuyorum:Twitter @HSNCML
Meral Okay, İki Yıl Önce Bugün Hayata Veda Etti
Aktris, senarist ve şarkı sözü yazarı Meral Okay, iki yıl önce bugün hayata veda etti. Sanatçıyı, 42 yaşındayken kaybettiği aktör eşi Yaman Okay'la hayatını anlattığı yazı eşliğinde saygıyla anıyoruz'Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir... Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın. Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü... Sezen’i Yaman’dan dolayı tanıdım. O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bir bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı. Birlikte yazdığımız ilk şarkı; ’Masum Değiliz.’ ’Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna’ diye...' Bu satırlar; Meral Okay 'ın, henüz 41 yaşında kaybettiği aktör eşi Yaman Okay 'ı, aslında nasıl hiç kaybetmediğini anlatan unutulmaz yazısından. Aktris, senarist ve şarkı sözü yazarı Meral Okay, o sözlerini yazdığı şarkıdaki gibi 'yalnızlığın koynuna sevgili gibi boylu boyunca uzanalı' tam iki yıl oldu. Asmalı Konak, Yasemince, Bir Bulut Olsam, Muhteşem Yüzyıl gibi televizyonda yayınlandığı dönemlerde izlenme rekorları kıran dizilerin de senaristi olan Okay, kanser tedavisi gördükten sonra çekildiği evinde 9 Nisan 2012 sabahı hayata veda etti. “Hem kemoterapi, hem de radyoterapi görüyorum. Sağlık durumum iyi. Endişelenecek bir şey yok. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın senaryosunu kimi zaman yorularak yazsam da, şikâyetçi değilim...' Okay, akciğer kanseri tedavisi gördüğü sırada sağlığıyla ilgili yöneltilen sorulara bu cevabı vermişti. Aktör eşi Yaman Okay'ı, 1993 yılında, pankreas kanserine yakalandığını öğrendikten sadece 1,5 ay sonra, henüz 41 yaşındayken kaybeden Meral Okay, hayatının son günlerine kadar senaryo yazmayı sürdürdü. Hayatı... Meral Okay, 20 Eylül 1959 tarihinde Türkan ve Ata Katı çiftinin ikinci çocuğu olarak Ankara'da doğdu. Ankara Anıttepe Lisesi'ni bitirdi. Toprak Mahsulleri Ofisi'nin dünya Bankası projeleri ve TBMM'nin Atatürk'ün 100. yaşı kutlamaları için oluşturalan komisyonda görev aldığı beş yıl boyunca devlet memurluğu yaptı. 12 Eylül öncesinde Türkiye İşçi Partisi üyeliği ve işyeri temsilciliğinde bulundu. 1984 yılında sinema ve tiyatro oyuncusu Yaman Okay'la evlendi. Pankreas kanserine yakalanan Yaman Okay, 1993 yılında, 41 yaşındayken hayatını kaybetti. İstanbul'da Günaydın gazetesinde çalışmaya başladı. Dergicilik, yayıncılık, yapımcılık ve Sezen Aksu ile birlikte sahne çalışmaları yaptı, şarkı sözleri yazdı Yayınlandığı dönemde bir fenomen olan, başrollerini Türkân Şoray ile Şener Şen'in paylaştığı İkinci Bahar dizisindeki 'Kasap Melahat' rolüyle adını kitlelere duyurdu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 40. kuruluş yıldönümü kutlamalarında sahne aldı, 10 Aralık Hareketi'nin Politika Geliştirme Kurulu üyesi oldu. Petrol-İş Sendikası'nın 'Sendikalı Ol' kampanya filminde rol aldı. Senaryosunu yazdığı Muhteşem Yüzyıl dizisi devam ederken, akciğer kanseri tedavisi gördükten sonra çekildiği evinde, 9 Nisan 2012 sabahı hayata veda etti. Sözlü vasiyetini gerçekleştiren arkadaşları 'Meral Okay Matematik Köyü'nde Doğuyor' adlı bir yardım organizasyonuyla Aziz Nesin Vakfı'na maddi destek sağladı. Oyuncu olarak Bir Bulut Olsam, Alia, Beynelmilel, O Şimdi Asker, Hiçbiryerde, Koltuk Sevdası, Yeditepe İstanbul, İkinci Bahar, Seni Seviyorum Rosa adlı film ve dizilerde rol aldı. Yasemince, Asmalı Konak, Fedai, Bir Bulut Olsam ve Muhteşem Yüzyıl dizilerinin senaryosunu yazdı. 'Lunapark gibi bir sevdalık yaşadık...' 1993 yılında kaybettiği eşi Yaman Okay'ı anarken 'Hayatta en zor şey bir ölüye aşık olmak' demişti. Meral Okay, yıllar sonra Yaman Okay, onunla ve onsuz hayatı konusunda şunları yazmıştı: 'Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyuncuydu, ben de Ankara’da yaşayan bir öğrenciydim. O zamanların Ankara’sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70’li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi. Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay’la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili’ydim ben. O yılların derli toplu Ankara’sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman’la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar. O sinemaya 'Sürü' filmi ile geçince İstanbul’a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul’a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır. Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir. Ben Ankara’dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti. Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman’ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi. Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, ’canımın içi’ derken bile bazen tonlamamdan dolayı ’Hadi canım!’ anlamı çıkabileceğini falan gördüm. Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman’ın aynasında görünce, ’Aaa çok fena bir şeymişim!’ dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. ’Benimle o garnizon sesiyle konuşma’ derdi. Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; ’Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!’ diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü’ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı. Bizim Yaman’la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur. Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik. Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ’biz’ olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz. Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep. Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir. Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman’la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız. Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı. Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim’in ilk uzun metraj filmidir 'İz' filmi ve Yaman’a adadılar. Yaman’ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak’ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim. Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın. Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık. Sezen’i anmamak olmaz: Sezen, Yaman’ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman’dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız. O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman’dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı. Birlikte yazdığımız ilk şarkı; ’Masum Değiliz’. ’Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna’ diye... Yaman’dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen’in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır. Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz. Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz. Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde. Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk. Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara. Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir. Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, ’Aşk bir kör atlayıştır.’ İnsanların birbirleri için ’sağlama’ yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, ’Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım’ mesajını, ben şu cümleyle alıyorum. Babam ve Oğlum’u gördün mü? Hee gördüm Ağladın mı? Sana ne? Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki. Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım. Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı... 'T24
Cumhuriyet'ten Bedri Baykam'a Sansür
Cumhuriyet gazetesi yazarı Bedri Baykam’ın bugünkü yazısı yayınlanmadı. Baykam’ın “Başkanlığı bırakmanız için 11 gerekçe Sn. Kılıçdaroğlu” başlıklı yazısının yayınlanmama gerekçesi, Cumhuriyet gazetesi tarafından “Şu an CHP’deki kurultay konusunda adaylar arasında tarafsızlık politikası yürütüyoruz” olarak söylendi. Ancak yine bugün Cumhuriyet’te yayınlanan; Hikmet Çetinkaya’nın “CHP’de Sonbahar Temizliği Şart... ” başlıklı yazısı, iddia edilen gerekçeyle çelişiyor. İŞTE BEDRİ BAYKAM’IN CUMHURİYET’TE YAYINLANMAYAN O YAZISI “Sayın Kılıçdaroğlu, CHP'nin yaşadığı son çalkantılara karşı, kurultayı toplamanız sevindirici. Ancak bu seçimli Kurultay’ın birkaç bin kişilik dar bir salona hapsedilmesi çok üzücü. Bunu yol yakınken değiştirmenizi diliyorum. Genel Başkanlık’tan artık istifa etmeniz ve bu Kurultay’da tekrar aday olmamanız için 11 gerekçeyi size iletiyorum: 1- Parti’nin kuruluş felsefesine tamamen ters düşen bir adayı, Parti’nin hiçbir yetkili organına danışmadan kamuoyuna sundunuz. Bu zat'ın idollerini 'Menderes, Erbakan ve Özal' olarak açıklamasını, tek parti sürecini ise 'Menderes'in son verdiği baskıcı dönem' olarak tanımlamasını seyretmekle yetindiniz. 2- Seçimlerde yaşanan hezimetin ardından özeleştiri yapacağınıza, tutarsız kararınız yüzünden 'tıpış tıpış' (!) oy kullanmayan milyonları suçladınız. Bir de üstüne ' Yarın olsa yine İhsanoğlu'nu seçerdim ' deme cüretini gösterdiniz. Ne yazık ki tavrınız, otobana ters yönden dalıp ardından 'Hay Allah tüm sürücüler ters yönde' diyen fıkrayı hatırlatıyor. 3- Gezi eylemlerinde hayatını, gözünü kaybeden, canını ortaya koyan her yaştan genci hiçe sayarak, Çankaya seçiminizde onlarla alay edercesine AKP profiline çok yakın bir adayı öne sürerek, 'Gezi ruhu' ile CHP arasında varolabilecek sinerjiyi baştan yok ettiniz. Yarattığınız akıl almaz boşluğu Selahattin Demirtaş doldurdu. Sayenizde etnik kökenli bir parti, sosyal demokrat değerlere çengel attı. 4- Parti’den ve kamuoyundan yükselen tepkileri hiçe sayarak bir B planı oluşturulmasına imkan tanımadınız, tehditlerle 20 milletvekilinin Emine Ülker Tarhan'a imza vermesini engellediniz. Sayenizde RTE ilk turda kazandı. 5- Sn. Kılıçdaroğlu, 2009 yılında siz henüz CHP Grup Başkanvekili iken, sizinle randevulaşarak Parti'nin demokratik bir tüzüğe kavuşması için bir çabaya öncülük ettiğimizi iletmiştim. Siz de bu çabaya hak verip tüzüğü beklediğinizi söylemiştiniz. 2010’un başında farklı kuşaklardan partilimizin katkısıyla hazırlanan bu taslağı size getirmiş ve destek sözü almıştım. Ardından Mayıs 2010'da Genel Başkan olmanızdan sonraki dönemde, bir Tüzük Kurultayı topladınız. Ancak bizim 'Demokratik Devrim Tüzüğü” ndeki parti içi demokrasi önerilerimizi pas geçerek sadece kadınlar ve gençlere kota uygulamasını aldınız; o da ancak onları seçilemeyecek sıralara yerleştirerek! Şimdi de duyuyoruz ki, Parti’de ön seçim uygulamasının önünü daha da keserek kendi tek adam tavrınızı pekiştirecekmişsiniz! Niye örgüte güvenmiyorsunuz? Bırakın Zonguldak'ı Zonguldaklılar, Muş'u Muşlular seçsin! Sizin Atatürk dönemini sorgularcasına adlandırdığınız 'Yeni CHP' (!) döneminde, parti ne halka açılabildi, ne de örgüte! 6- Düzenlediğiniz baskın seçimden önce milletvekillerinin medyaya konuşmasını yasaklamışsınız! Tüm atama ve azletme yetkilerinizle, örgüt üzerinde tahakküm kurmanız yetmiyormuş gibi, şimdi de rakibiniz olacak CHP'lilerin ağızlarını açmalarını mı engelliyorsunuz? Emin olun bu kadarını RTE bile düşünememişti! Bizi yanılttınız ... 7- Geçen hafta sizi eleştirenler hakında 'Onları milletvekili yaptığıma pişmanım' diyerek, kendinizi Sadrazam, Vezir atayan Sultan konumuna taşıdınız. Parti imajına ve demokrasiye verdiğiniz zararı hesaplayamadan. 8- ' Kurultay’dan sonra artık Parti içinde kimsenin böyle konuşmasına izin vermeyeceğim ' diyerek sanki kazanacağınızdan eminmişsiniz gibi Kurultay'ın iradesine ipotek koydunuz. 9- Genel Başkanlığınızda Parti’nin temel değerlerini altüst eden demeçlerinizle Atatürk-İnönü dönemi ve 27 Mayıs hakkında en karanlık yorumları yaptınız. Ne o dönem şartlarını, ne bastırılan isyanları, ne demokrasiyi düşmanı Menderes ve Bayar’ın emellerini algılayamadan... 10- Yabancı yayın organlarına verdiğiniz mülakatlarda 'Türkiye'de laikliği tehlikede görmüyoruz' diyerek, ülke gerçeklerine ne kadar uzak olduğunuzu tekrar açığa vurdunuz. 11- Çocukların, gençlerin akıllarını alt-üst ederek, altı ok ve sosyal demokrasiyi egemen sağ partilere benzemeye çalışan, solun önerdiği yaşam tarzından utanan bir konuma düşürdünüz. Yani gelecek kuşakları sağ veya marjinal partilere doğru savurdunuz, halkın umutlarını kırdınız. Sn. Kılıçdaroğlu, Parti’yi demokratikleştirmek üzere hepimizin desteği ile geldiğiniz Parti başkanlığında CHP büyüyemediği gibi, rotası da Cumhuriyetçi-Atatürkçü çizgilerden uzaklaştı. Lütfen CHP'ye daha fazla zarar vermeyin. Çünkü sizden önceki Genel Başkanların çok farkında oldukları, maalesef unuttuğunuz bir konu var: O koltuğa kim oturursa otursun, CHP'nin ebedi şefi, Atatürk'tür.” İŞTE HİKMET ÇETİNKAYA’NIN CUMHURİYET’TE YAYINLANAN O YAZISI “ Türkiye 2014 yılında demokrasiyi, özgürlükleri, yurtseverliği tartışıyor... Aslında bu tartışma kendimi bildim bileli sürer! Ümmet olmaktan sıyrılan her toplumda ulusal kimlik arayışı doğaldır. Bu arayış gelişmekte olan toplumlarda değişik anlamlar taşır... Halkın yararına olan tartışmalar yapılırken, doğal arayışı şoven ve ırkçı sapmadan koruyarak barış ortamının yol ve yordamını bulmak gerekir. Atatürk yurtseverliğinin temelinde, Türklerin üstünlüğü değil halkların kardeşliğini ve eşitliğini savunan yapıtaşı vardır. Zaman zaman bunu unutanlar, bu yoldan sapanlar kendilerini “derin milliyetçiliğin”içinde bulurlar... Kendileri gibi düşünmeyen herkesi “faşist” olarak görüp, halkların eşitliğini, kardeşliğini, emeğin örgütlü gücünü, sermaye-emek ilişkisini unuturlar... Unutmayın, 1923 Devrimi’nin “Aydınlanma” sürecinde, laiklikle yurtseverliğin,demokrasi ve özgürlüğün eşzamanlı olması bir rastlantı değildir... İnsan, insanlaşma yolunda “kul”luktan arınıp “birey”e dönüşürken “ümmet”indeğil, ulusun üyesi olduğunu anlamıştır. İşte o zaman yurtseverlik kavramı doğmuştur! Zaten Aydınlanma’nın felsefesi budur! Yurtseverlik, halkların eşitliği, kardeşliği böylece ivme kazanıp yaşam biçimi olmuştur... Bugün CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibini devirmek isteyenler, bunu daha önceBülent Ecevit’e, Erdal İnönü’ye karşı yapmışlar, ancak başarılı olamamışlardır... CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Aydınlanma”nın felsefesini bilen bir insan... 18- yüzyılda “demokrasi” ve “Aydınlanma”yla birlikte anılan yurtseverlik, sanayitoplumlarının ürünüdür. O sanayi toplumları ki, kapitalist gelişme aşamasında, salt kendi emekçilerini değil,dünya halklarını da sömürmek yolunda emperyalizmin bayrağını ellerine almadılar mı? Aldılar! O zaman yurtseverlik şovenleşti ve derin milliyetçiliğe dönüştü! Yoksul ülkelere yapılan seferler ırkçı bir içerik kazandı... Batı, dünyayı sömürmek için mazlum halklara tepeden baktı, sömürgeciliği başlattı! Atatürk yurtseverliği bu sürecin ürünüdür! Çünkü Mustafa Kemal, sömürülen mazlum halkların yanında yer aldı... Sırası gelmişken bir kez daha yineleyeyim: 1923 Devrimi’nin “Aydınlanma” sürecinde laiklikle yurtseverliğin eşzamanlı gelişmesi bir rastlantı değil, gerçeğin kendisidir. CHP’yi ırkçı sapmalara götürmek isteyen kadroların Mustafa Kemal’in partisinde işleri olamaz... Yurtseverliğin çıkış noktasında “ilerici” bir akım vardır... Acı ama gerçek, sayıları çok az olan CHP’liler bunu bilmiyor... Parti küçük olsun benim olsun hesabı yapıyor! Koskoca bir partinin 1999’da yüzde 10 barajını aşamayıp, Meclis’e giremediğini unutuyor! Yurtseverlik, kapitalist bir toplumun yükseliş sürecinde demokratik düşünce veamaçlara bağlıdır; feodalizme karşıdır, ümmetçiliği arındıran bir içeriğe sahiptir... Bu kavramlar durdukları yerde durmuyor zaten... Zaman ve uzam içinde değişiyor! 2014 yılını yarılayıp geçtik bile... Türkiye’de sosyalist ve komünist partiler var ama oy oranları bindelerde... 1965’te Mehmet Ali Aybar’lı, Behice Boran’lı TİP (Türkiye İşçi Partisi) Meclis’e girince İsmet İnönü panikledi ve şöyle dedi: “CHP ortanın solunda bir parti.” Bülent Ecevit, altı yıl sonra CHP’yi “demokratik sol hareket” olarak adlandırdı. CHP 73 seçimlerinde oy patlaması yaptı, 77’de zirveye ulaştı... CHP sosyalist bir parti değildi... Sosyal demokrat adını kullanmadı... Peki nedeni? Şimdilik birini söyleyeyim: “Avrupa’da sosyal demokrasi Marksist kökenlidir, CHP değildir... Batı’da sosyaldemokrat hareket sömürgecilik sürerken işçi hareketi olarak ortaya çıkmıştı... Bizde ise tersi var! Biz emperyalizme karşı savaşarak laik demokratik Cumhuriyetin temellerini attık!” Aradan yıllar geçti! Aydınlanmaya sahip çıkarak, sosyal demokrasinin kapısını aralamak zamanıdır! Kılıçdaroğlu’nun önce bir temizlik yapması, sosyalist ve komünist partilerin birbirleriyle kavga etmemesi birincil koşul...” Odatv.com
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Muktedir ve manipülatör...PYD ve YPG’yi PKK’ye eşitle; PKK’yi de IŞİD’a...Basit bir toplumsal mühendislik hamlesiyle toplumu Kobani’ye bigane kıl, trajediyi ötekileştir…Dostuz, komşuyuz, bakma bizi ayıran tren raylarına Sykes-Picot’dur bizi bölen deyip elini uzatanı da düşman belle; Rojava’nın kendi kendini yönetme serüvenini başarısız kılmak için, Türkiye’de barış sürecinde Kürtlerin elini zayıflatmak için…Sonra öfkeyi yatıştırmak için Kobani’ye koridor açıldığı imajı yarat…AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Beşir Atalay diyor ki; 'Şu anda Kobani’de PYD militanları dışında kimse kalmamıştır. Hepsi Türkiye'ye gelmiştir.'Yani infiale gerek yok; orada ölecek sivil kalmadı!
14 Adımda Şair Ceketli Çocuk 'Kazım Koyuncu'
Artvin'in Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy (Pançol)'de, 7 Kasım 1971 tarihinde doğmuşsa da nüfusa geç kaydedildiğinden dolayı resmi doğum tarihi 10 Mayıs 1972'dir.[1] Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başlamış, çocukluğu, 'üstadım' dediği, 'Kemençeci Yaşar' lakabı ile tanınan Yaşar Turna'nın yanında türkü dinleyerek geçmiştir
Yaşar Kemal: Edebiyatla Dolu Bir Ömür...
Bir süredir hastanede tedavi gören usta yazar Yaşar Kemal hayatını kaybetti...Yaşar Kemal'in cenazesi, 2 Mart Pazartesi günü Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazının ardından, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek. Aynı gün 15.30'da ise Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda Yaşar Kemal'in ailesi ve yakınlarının ev sahipliğinde veda toplantısı düzenlenecek.
13 Gerçeğiyle Terzi Fikri Önderliğinde Türkiye'deki İlk Komün: Fatsa
Gezi direnişinin yıldönümünde anımsadıklarımızdan biri de 'Taksim Komünü' veya 'Gezi Komünü' olarak adlandırılan o dönemki Gezi Park'ı yaşamı ve düzeni. Yardımlaşma, paylaşım ve ortaklık üzerinden şekillenen düzenin Türkiye'deki ilk örneği Gezi'den önce bir yer daha var orası da 1970'lerin Fatsa'sı...