onedio
Görüş Bildir

Tansu Çiller Haberleri

Tansu Çiller ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Tansu Çiller ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Arınç'tan Cumhurbaşkanlığı Açıklaması
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç önce 'Başbakanımız 12 yıl başarılı bir başbakanlıktan sonra, şühpesiz Sayın Gül ile konuştuktan sonra, kendisinin aday olmasını bütün gücümüzle çalışarak birinci turda da yüksek bir oyla seçilmesini arzu ederiz. Ben tercihimi böyle belirledim' dedi. Ardından 'Cumhurbaşkanlığı için tek aday Sayın Gül müdür?' şeklindeki soruya ise 'Bugün için ben öyle görüyorum, çünkü 7 yıllık performansı ve aldığı karnede ben bütün notlarının pekiyi olduğunu görüyorum yanıtını verdi. Bülent Arınç, Arınç, A Haber'de katıldığı programda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.  'Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın açıklamaları sonrasında Anayasa Mahkemesi ve Başkanının güvenilirliğine ve bağımsızlığına gölge düşmüş müdür?' sorusu üzerine de Arınç, Kılıç'ın açıklamalarını eleştiren birçok siyasetçi olduğunu belirtti. Yapılan eleştirilerin sahiplerinin bilindiğini ifade eden Arınç, 'Bu sözlerinin ne anlama geldiğini en çok onlar bilir. Ben, doğrusu aynı kelimeleri kullanmadan Anayasa Mahkemesi Başkanını eleştirdim' dedi. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Bu eleştirimde, çok ileri gitmiş de olabilirim, bazıları için de çok yumuşak bulunabilir. Ama önce, şunu düşünmemiz lazım. Dozu ne kadar yüksek olursa olsun eleştirilerin, hakaret boyutuna varmaması lazım. Yüksek yargıyı temsil eden bir kişinin mutlaka makamına yakışır bir eleştiri yapması gerekir. Olayı kişiselleştirmek ve bu kişiselleştirilmiş eleştiriler içerisinde de onun bizzat şahsını hedef almak, bence çok doğru değil. Bir defa eleştirilecek kişi, o günkü konuşması itibariyle Sayın Haşim Kılıç olacaksa geçmiş günlerin hatırına biraz daha özenli olmamız lazım. Mesala şu, ben 1995'ten beri parlamentodayım. Bu süreç içerisinde de Kılıç'ı Anayasa Mahkemesi üyeliğinden, başkan vekilliğinden ve en son Başkanlığından bu yana tanıyorum, takip ediyorum, kararlarını inceliyorum. Ayrıca, özel bir yakınlığımız da var. Haşim Kılıç, bilebildiğim kadarıyla, üyeliğinden itibaren her zaman demokratikleşme yanlısı olmuş, her zaman özgürlük alanlarını genişletecek icraatlarda bulunmuş ve her zaman diktatöryal bir yapıyla mücadele etmiş bir insandır. Mesela geçmişti, hükümet tarafından çıkarılacak bir kanun iptal edilecekse veya mecliste alınan bir karar aleyhine dava yoluna gidilmişse; mesela 7 yıl önceki Cumhurbaşkanılığı seçimlerinde 367 gibi bir hukuk ucubesi tartışılıyorsa, o zaman gazeteler, televizyonlar, köşe yazarları, hatta birinci sayfalar sonucu baştan ilan ederler. Bu, 20'ye 4 reddedilecek veya 9'a 2 reddedilecek. Peki ret edeceğin 2 insan kim? Rahmetli Turgut Özal'ın seçtiği Haşim Kılıç ve Sacit Adalı. Onların tahminlerine uygun hemen hemen kararlar çıkardı. Yedi kişinin kim olduğu, 9 kişinin kim olduğu belliydi, ideolojik yaklaşımları belliydi. Ama, ben en azından bu 20 seneye yaklaşan süre içerisinde kıyafet serbestliğinden, eğitim özgürlüğüne kadar, demokratikleşmede yapılan aşamalardan, özgürlük alanlarının genişletilmesinde ve en son bireysel müracaatlar yoluyla Anayasa Mahkemesinin 2 yıldan bu yana taşıdığı sorumluluklardan Sayın Haşim Kılıç için çok ayrı çok özel bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Kişisel yanlışları olabilir, kişisel hataları olabilir, ama Anayasa Mahkemesinde bugün geldiğimiz noktayı hazırlayan, siyasi olmayan unsurların başında Haşim Kılıç geliyor. 12 Eylül 2010 referandumunda Anayasa'nın en önemli 26 maddesini değiştiren AK Parti'ydi. TBMM'de büyük bir mücadele verdi. Halkın yüzde 58'lik oyuyla da 11 kişilik Anayasa Mahkemesinin diktatöryal yapısı değişti, tabanı daha genişlemiş ve çeşitlilik içerisinde fikirlerin temsil edildiği 17 kişilik bir alan haline gelmişti. Bu mücadeleyi yürütenlerin, mahkeme içerisinde Sayın Haşim Kılıç ve bir iki arkadaşı olduğunu biliyorum.' Bugün gelinen noktada kişisel takdirlerin ve geçmişte yapılan mücadelenin dikkate alınması gerektiğini, bunların kesinlikle yok sayılmaması gerektiğinin altını çizen Arınç, 'İnsanlarımızı hemen bir sözünden dolayı heba edecek bir davranışın içerisinde olmamalıyız. Ama 25'inde yapılan konuşma, karşılarındaki muhataplara doğrudan doğruya yollama yapmak ve konuşmasının bütün cümlelerinde siyasal iktidarı ve onun başındaki Sayın Başbakanımızı ve bakanlarını hedef almak, doğrusu Haşim Kılıç'a yakışmamıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı, sadece yargısal alan içerisinde kalmalı, sorunları şüphesiz konuşmalı. Ama, konuşma metnini sorarsınız diye yanıma aldım ve altını da çizmeye çalıştım, bu cümleler kime aittir, diye. Bunu yapmamalıydı. Bunu niçin yaptı? Belki, yanlış bir yakıştırma da sayılabilir, üzülmemesini temenni ederim. Doğrudan doğruya Sayın Başbakanımızı ve hükümetimizi hedef almakla, bazı kararlarından dolayı kendisinin eleştirilmesi karşısında egosu incinmiş bir kişinin bir tepkisi olarak görmüştüm, ama Anayasa Mahkemesi sıfatıyla bunu konuşmamalıydı. Eğer böyle bir konuşma yapacaksa, muhatapları karşısında kendisini ayakta alkışlarken yapmamalıydı. Çünkü, geçmişte bu tür hareketleri başkalarından görmüş ve eleştirmiştik. O zaman bizi üzen bir davranışı, bugün Haşim Kılıç'tan görmek bizi fevkalade hem mahcup etmiştir hem de üzmüş' diye konuştu. Haşim Kılıç'tan bu tür bir değerlendirme beklemediğinin altını çizen Arınç, 'İnsanların bu olaylarda bu konuşmalardan etkilenmemesi şüphesiz mümkün değil. Ama böyle gözünün içine sokarcasına 'Bu söz sana aittir, haddini bil' demek bir Anayasa Mahkemesi Başkanına yakışmaz' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da açıklamalarını değerlendirmesi istenen Arınç, bu konuda yorum getirmek istemediğini söyledi. Arınç, şunları kaydetti: 'Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların belki Anayasa Mahkemesi başkanı ve heyet üyeleri de dinlenmiş olabilir ve bu dinlemelerle elde edilen sonuçların bir gün açıklanabileceğini veya muhataplarını mahcup etmek, korkutmak ya da tedirgin etmek için piyasaya sürülebileceğini, umarım kastetmiştir. Sözün gelişinden Sayın Başbakanımızın maalesef 17 Aralık'tan bu yana çok da örneğini gördüğümüz insanların özel hayatlarının bile takip edildiği, çok mahrem konuşmaların hatta devlet mahremiyeti içinde yapılan konuşmaların bile korkunç bir şekilde takip edildiğini, deşifre edildiğini ve yayınlandığını görüyoruz. Herhalde Sayın Başbakanımız, bu furya içerisinde Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerinin de dinlenmiş olabileceğini söylemek istemiştir.' CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın mahkemenin kuruluş yıl dönümü törenindeki konuşmasına ilişkin 'Bir diktatör özentisinin yüzüne hukuk devletinin ne olduğu söylendi. Hukuk savunmaya geçdiyse bu ülkede bir şeyler var' değerlendirmesinin sorulduğu Arınç, Kılıçdaroğlu'nun hakaretinden dolayı Haşim Kılıç tarafından mahkemeye verildiğini anımsatarak, 'Ne garip bir şeydir ki şimdi Haşim Kılıç'ın konuşmalarından bizler üzüntümüzü ifade ediyoruz ve eleştirilerimizi yapıyoruz. Sayın Haşim Kılıç, bu konuşmasıyla kimleri memnun ettiğine de ayrıca bakması lazım' dedi. Kılıçdaroğlu başta olmak üzere geçmişte ne kadar muhalifi varsa, özel hayatıyla, eşinin başındaki örtüsüyle, verdiği kararlarla, çektirdiği fotoğraflarla yerin dibine ne kadar sokan insan varsa şimdi onların hepsinin Haşim Kılıç'ın safında kendilerine karşı eleştiri yaptığını aktaran Arınç, bunu samimi bulmadığını belirtti. Arınç, 'Keşke Haşim Kılıç, Kılıçdaroğlu tarafından takdir edilecek bir konuma gelmeseydi. İşin üzüntü verici tarafı da bu' diye konuştu. 'Kılıç ile ilgili son zamanlardaki en yoğun yorumlardan biri de kendisinin cumhurbaşkanlığına aday olacağı şeklinde. Yine söylentiyi arttıran unsurlardan biri de kendisinin net biçimde cumhurbaşkanı adayı olmayacağını söylememesi. Siz Kılıç'ın cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi bir planı, hedefi olduğunu düşünüyor musunuz?' sorusu üzerine Arınç, Haşim Kılıç'ın cumhurbaşkanlığı adaylığı planı olmadığını zannettiğini söyledi. Arınç, şöyle dedi: 'Çünkü Sayın Haşim Kılıç, geçmişte Anayasa Mahkemesini siyasallaştıran veya Anayasa Mahkemesinin gücüyle cumhurbaşkanı olmaya kalkanların akibetini biliyor olmalı. Mesela ben o zamanlar genç bir siyasetçiydim 70'li yıllarda Sayın Muhittin Taylan'ın CHP tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterildiğini biliyorum. Belki daha sonra Ahmet Necdet Sezer örnekleri, belki daha öncesinde Yekta Güngör Özden örnekleriyle bu kişiler veya bunun benzerleri cumhurbaşkanlığına gelmek istemiş olabilir. Ama en son örneği 2000'den 2007'ye kadar Türkiye'de cumhurbaşkanlığı yapmış olan Ahmet Necdet Sezer ise onunla kendisinin yaşadığı sıkıntıları da kurumun ne hale geldiğini de biliyor olması lazım. Ben, emekliliğine 1 yıl kadar kalmış bir Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak cumhurbaşkanlığını hedeflemediğini düşünüyorum veya zannediyorum. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu, kendisi aday olur mu olmaz mı bilemem. Ama şunu söylemem lazım, Kılıçdaroğlu, aday olursa hiçbirşey ifade etmez. CHP bugünkü oyunu bile olduğu gibi kendisinin cumhurbaşkanlığı adaylığına doğrultmaz, yönlendirmez veya bu kadar oyu toplamayamaz. Çünkü halkta karşılığı yeterince olmayan bir kişidir. Madem ki bu birinci ve ikinci tur olarak yapılacaktır, kendisi üzerinde başkalarının ittifakını sağlayabilecek, geniş bir yelpazenin oylarını alabilecek bir çekim merkezi değildir Kılıçdaroğlu.' CHP'nin bugüne kadar başka partilerle bir araya gelerek ortak bir aday çıkarmayı gündeme getirdiğini aktaran Arınç, 'Ama CHP'nin kendisi bunu tartıştı, bir anamuhalefet partisi kendisi aday çıkaramazsa ne güne duruyor diye bir eleştiri aldı. Bakın biz 2000 yılında o zaman Refah Partisi, Fazilet Partisi vardı. Bizim partimiz, bir zamanlar Sayın Lütfü Doğan'ı, daha sonra da Nevzat Yalçıntaş'ı cumhurbaşkanı adayı yapmıştı. Her partinin üzerine düşen kendi adayını çıkarmaktır. İkinci turda da zaten tasfiye edilmiş olacaklardır ona göre oylarını bir başka noktaya yöneltebilirler' dedi. 'Erdoğan'ın işi çok kolay olur' Bir partinin gücü varsa kendi adayını çıkarmasının, en azından adayın ne kadar oy alacağını görmek açısından doğru olacağını, partilerin, başka bartilerle ya da başka toplum kesimleriyle ittifak edecek sivil, bağımsız bir şahsiyet üzerinde de durabileceklerini, bunların partinin kendi takdiri olduğunu ifade eden Arınç, eğer Devlet Bahçeli MHP, Kemal Kılıçdaroğlu da CHP'nin adayı olacaksa, adaylığı durumunda Tayyip Erdoğan'ın işinin çok kolay olacağını dile getirdi. 'Anayasa Mahkemesinin siyasi içerikli konuşmalar yapıyorsa güvenilirliği ve bağımsızlığı konusunda erozyon olup olmadığını sormuştum. Kılıç'ın açıklamaları, akla milli görüş gemleğiyle ilgili tartışmaları getirdi. Bütün bu tartışmalardan sonra Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığı ve güvenilirliği konusunda bir erozyon söz konusu olmuş mudur?' sorusu üzerine Arınç, 'Haşim Kılıç'ın geçmişte yaptığı hizmetlere ve Türkiye kavgası içinde verdiği mücadeleye saygı duyarak, bugünkü yaptığı hatayı eleştirilerle sonlandırmalı, bunu daha ileriye götürmemeliyiz' değerlendirmesinde bulundu. Arınç, kendisinin geçmiş günlerin hatırına, vefa duygusuna inanan bir insan olduğnu belirterek, şöyle devam etti: 'Evet bugün çok büyük bir hata yapmıştır, bizi mahcup etmiştir, Sayın Başbakanımızı üzmüştür, hükümütemizi hedef almıştır. Buna bir yol kazası olarak bakmamız lazım, yoksa öyle büyük büyük, kocaman kocaman manşetlerle işte tarihin çöplüğüdür şudur budur bu kelimeleri kullanmak bile bence çok yanlış. Eleştirelim ama hakkımızı ve haddimizi de bilelim. Anayasa Mahkemesi Başkanlığına büyük mücadeleler sonrası gelmiş bir insanın belki hukuk hayatının içinde de başkanlığın içinde de bir büyük hatasını sadece bu eleştirilerimizle sınırlı tutalım. İkincisi, tabii bugün Haşim Kılıç vasıtasıyla Anayasa Mahkemesi yıprandı mı, erozyona mı uğradı? Haşim Kılıç, oranın sadece başkanıdır. Orada 17 üye var. Bu üyelerin her biri de yine haklarında hüsnüzan ettiğimiz, hukuk bilgilerine güvendiğimiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın tercihleriyle de her halde çok özellikleri dikkate alınarak seçilmiş insanlardır. Bunları yok sayarak Anayasa Mahkemesini sadece Kılıç'tan ibaret görmek çok yanlış olur. Benim bir iddiam vardı, eğer Sayın Haşim Kılıç, o gün yapacağı konuşmayı 17 kişilik heyetin içinde mota mot bu cümleleri kullanarak ben bu konuşmayı yapacağım deseydi, en az 10 üyenin 'Sakın ha. Böyle bir konuşmaya biz razı değiliz' diyeceğini tahmin ediyorum. Onay vermezlerdi. Ama Anayasa Mahkemesini Başkanı temsil eder diye bir kural varsa, Sayın Haşim Kılıç, bu temsil görevini ben yapacağım, bu konuşma metnini de kendim hazırlayacağım demiş olabilir. Anayasa Mahkemesi yüksek yargıdır, Türkiye'nin de ihtiyacı vardır. Ben bugün Twitter kararından dolayı Sayın Kılıç'ı da mahkemenin üyelerini de eleştiriyorum. Bütün hukuk yolları tüketilmeden ve sadece Twitter şirketini muhatap alarak onlar lehine karar vermiş olmalarından dolayı da 367 kararı kadar olmasa bile bir garabet, bir yanlış karara sahip çıktıklarını düşünüyorum. En az Tiwitter şirketinin hukukunu muhafaza edeceğiniz kadar, en az onun kadar da bizlerin, bireylerin hakkını düşünmesi gerekirdi. Hergün haklarında hakaret edilen, hergün iftiralar savrulan, hergün ülkenin en gizli görüşmelerini bile Youtube'dan veya başka bir yerden, Twitter yoluyla dahi vermeye çalışanlara bu ülkede hukukun yapacağı bir şey olmalı. Bireysel hak ve özgürlükleri koruyacak bir karar almadan Twitter şirketini esas alırsanız ve diğer bütün yollar tüketilmeden de aceleyle karar verirseniz, biz bu kararı eleştiririz. Benim eleştirim de geçmişte birilerinin yaptığı durumdan vazife çıkarmak eleştirisiydi. Herhalde Sayın Kılıç'ı o kadar üzdüm ki beni bu törenlere bile davet etmedi.' Bülent Arınç, cumhurbaşkanlığı seçimine lişikin soru üzerine, yaptığı tüm istişarelerde cumhurbaşkanı adayı olması yönünde çok büyük bir çoğunluğun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklediğini söyledi. Kendisinin de istişare edilen bir insan olarak kararını ifade ettiğini dile getiren Arınç, '12 yıl başarılı bir başbakanlıktan, güçlü bir liderlikten sonra, Türkiye bunca faydalı, olumlu hizmetlerini gördükten sonra, böyle bir makamı, şühpesiz Sayın Gül ile konuştuktan sonra, kendisinin aday olmasını ve Allah kısmet ederse, bütün gücümüzle çalışarak birinci turda da yüksek bir oyla seçilmesini arzu ederiz. Ben tercihimi böyle belirledim. Bunu kendisi de arkadaşlarım da biliyor. Diğer konuda da hiç değişmeyen kararımı ifade ettim, 3 dönem kuralı değişmemelidir diye yazdım ama karar şüphesiz bana ait bir kara değil' dedi. Başbakan Erdoğan'ın bu konuyu söylemeden dahi kendilerinin günü geldiğinde bunların netleşeceğini söylediğini anımsatan Arınç, 'Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızla belki bir görüşme yaptılar. Mayıs ortalarına doğru da bu işi netleştireceklerini biliyorum' dedi. Arınç, bugün genel kanı veya kabulün, Erdoğan arzu ederse Cumhurbaşkanı Gül'ün bundan onur duyacağı, 'Bu senin hakkındır, ben aday olmayacağım' demesini beklediklerini söyledi. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Tanıyabildğimiz kadarıyla, bildiğimiz, güvenebildiğimiz kadarıyla Sayın Gül, çok iyi bir insandır. Bu partinin, bu davanın temelinde harcı olan bir insandır. İlk başbakanımızdır ve partinin kurucularından biridir. Bugüne kadarki çizgisini ve ülkemiz için, davamız için neler düşündüğünü çok iyi bildiğimiz bir insandır. Ama bu istişarelerin sonunda veya Sayın Başbakanımız, Türkiye'nin geleceği, perspektifi açısından daha fazla hizmetin icra noktasında görür veya kendisine edilen tavsiyeler bu konuda olursa belki farklı bir yöne gidip kendisi tekrar partinin başında bu işleri inşallah 2023'e, daha sonrasına götürebilecek bir zemini hazırlamayı tercih edebilir.' Tek aday Gül mü? Bülent Arınç, 'O zaman cumhurbaşkanlığı için tek aday Sayın Gül müdür?' sorusunu yanıtlarken de 'Bugün için ben öyle görüyorum, çünkü 7 yıllık performansı ve aldığı karnede ben bütün notlarının pekiyi olduğunu görüyorum. Bu bizim de gönlümüze hoş gelecek bir şey olur. Ancak Sayın Cumhurbaşkanımız ben teşekkür ederim ama bu görevi yaptım. Bundan sonra bir başka arkadaşımız veya bu işi daha başarıyla yapacak bir insan da olabilir derse o zaman şöyle herkes kendine dönüp bakacaktır' dedi. Arınç, Başbakan Erdoğan'ın gazetecilerle yaptığı keyifli bir sohbetin arkasında 'Bak ters köşe de yapabiliriz ha' demesini, tanıyabildiği kadarıyla o günün neşesi içinde kabul edilebileceğini belirterek, 'Yani siz hep ikimizi düşünmeyin başka şeyler de olabilir. Ama bu diğer partilerin de üzerinde ittifak edebileceği, herkesin rahatlıkla oyunu verebileceği bir kişi de olabilir' derse, bunu kendisi, arkadaşı için de söylemiş olabilir veya bir başka bu meziyetlere sahip bir kişi olarak da bunu tarif etmiş olabilir. Bekleyelim. Yapılacak tek şey en azından mayıs ortalarına kadar bu işi beklemek' değerlendirmesinde bulundu. Cumhurbaşkanı Gül'ün siyaset düşünmediği yönündeki açıklamalarının hatırlatıldığı Arınç, bu sözlerin bir ayeti kerime olmadığını, bunların konjonktür içinde hem de birilerinin sorularına verilecek cevaplar olarak konuşulduğunu, kendilerinde istişarenin asıl dolduğunu ve Başbakan Erdoğan'ın bu işi çok iyi yaptığını bildirdi. Arınç, Başbakan Erdoğan'ın gelecek hafta milletvekilleriyle bir araya geleceğini anımsatarak, 'Ondan sonra da 15-20'sinde de tekrar Sayın Cumhurbaşkanımızla bir araya gelecekler. Önümüzdeki 7 yılın bir muhasebesini çizecekler, biz de inşallah en hayırlı kararı sanıyorum bundan sonra işitmiş olacağız' dedi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in 'Dört Başbakan Yardımcısından biri olabilir' sözleri de hatırlatılarak, Başbakan Erdoğan'ın Köşke çıkması durumunda Başbakan'ın kim olacağı yönündeki soru üzerine Arınç, hepsinin olabileceğini çünkü AK Parti'nin kadrosunun çok zengin bir parti olduğunu söyledi. Arınç, 'Sayın Başbakanımız, 2002 seçimlerine giderken İstanbul'da 1. sırada aday olarak gösterilmişti. Seçime 2 ay kala bu adaylığı iptal edildi. Kendisi milletvekili olamadı. O zaman muhalefet çok sevinmişti. Tayyip Erdoğan'a başbakan olacak diyordunuz, milletvekili bile olamıyor. Şimdi sizin başbakan adayınız kim? Bu soruyu ANAP'a sorduğunuz zaman 2. bir aday çıkmaz. DYP'ye sorduk o tarihlerde 2. bir aday çıkmadı. Herkes Mesut Yılmaz, Tansu Çiller'e odaklanmıştı. Baykal'a sorulsa o da ikinci bir aday gösteremezdi. Ama biz 10 tane, 20 tane bu işi yapabilecek kabiliyetli, iyi karakterli insanı sayabilirdik. Nitekim Sayın Gül, ilk seçimde de bizim başbakanımız oldu. Daha sonrası da çok güzel bir şekilde geldi. Bunlar demokrasi içinde ve partimizde yaşanan güzelliklerden birkaç tanesidir. Bugün de zannediyorum başbakanlığa vekalet edecek veya büyük kongrede genel başkan olacak, ondan sonra da 2015 seçimlerine AK Parti'yi götürecek ben size 20 isim sayarım. Bu parti içinde bu işi yapacak çok kabiliyetli, halkta karşılığı, birikimi, siyasi tecrübesi olan çok insan bulunur' diye konuştu. 'Bunların arasında kısa listeniz vardır' değerlendirmesi üzerine Arınç, '20'yi beşe düşür dersen onu da yaparım' dedi. '5'ten üçe' değerlendirmesi üzerine ise Arınç, '5'ten üçe de düşürmeyelim canım. Kötünün içinden iyiyi seçmek kolaydır, iyinin içinden en iyisini seçmek zordur. Yani biz AK Parti olarak iyinin içinden en iyisini seçebilecek zenginliğe sahibiz' dedi. 'Boş bir iddia değil' Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 'Başbakanın bir dönem daha Başbakanlık yaptıktan sonra ardından başkanlık sistemini sağlayacak bir ortamda Cumhurbaşkanlığını devralacağı, böyle bir şeyi siyaseten nasıl görüyorsunuz?' sorusunu ise 'Bu da bir iddiadır, hem de boş bir iddia değildir. Bunun iki sebebi var. Birincisi 2000 yılında cumhurbaşkanı seçmemize engel oldukları zaman o mahut Anayasa Mahkemesinin kararıyla AK Parti, cesur bir karar aldı. Erken seçimi tercih etti, yani kasımda yapacağını temmuza aldı. 'Cumhurbaşkanı artık bundan sonra mecliste seçilmez yüz seksen kişilik bir grup Türkiye'de cumhurbaşkanı seçtirmez, bundan sonra halk seçecek' dedi. Bu anayasa referandumu kabul edildi, 7 sene geçti şimdi günü geldi. şimdi artık cumhurbaşkanını, yani cumhur kendi başkanını yani halk kendi başkanını, millet kendi başkanını halk oyuyla seçecek. Bundan dolayı cumhurbaşkanı halkın seçtiği bir ortamda ama anayasa değişmediği için de Meclis tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanının kullanacağı yetkileri kullanacak' şeklinde yanıtladı. Bir paradoks yaşandığını belirten Arınç, şöyle devam etti: 'Sivil, yeni, çağdaş, birbiriyle uyumlu anayasa yapamadığımız için muhalefet sebebiyle. Biz şimdi halkın seçtiği ama meclisin seçtiğini cumhurbaşkanı yetkilerine sahip bir insanın bir çelişki yaşayıp yaşamadığını göreceğiz.Yetkilerini kullanırken yüzde 50 artı biri arkasına almış, diyelim ki 30 milyonun oyuyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı Meclis'teki seçimde gelebilecek bir cumhurbaşkanı yetkilerini kullanacak bu da hükümetle bir çatışma veya çelişme veya yetkileriyle bir çelişme yaşanabilir mi? Belki yaşanabilir belki yaşanmayabilir ama bu anayasa içinde akort edilmesi gereken bir noktadır. İkincisi Sayın Başbakanımız yarı başkanlık veya başkanlık sisteminin Türkiye'yi daha iyi yönetebileceğini inanıyor. Onlar da demokratik rejimlerde uygulanan usüllerdir. Parlamenter demokratik sistem sadece demokratik bir rejimi göstermez, bugün Amerika'da veya Fransa'da veya başka ülkelerde başkanlık sistemine yakın unsurlarında faydalı olablidiğini görüyoruz. Diyelim ki Sayın Başbakanımız, Cumhurbaşkanı olur ama partisi 2015 seçimlerinde 367'yi de içine alabilecek bir çoğunlukla seçimi kazanırsa o zaman AK Parti kendi başına bir anayasa değişikliğini mutlaka yapar ve anayasa değişikliği içerisinde de başkanlık sistemlerinden birisine dönüşü gerçekleştirebilir.' 'O zaman 2 ya da 3 yılda cumhurbaşkanı değişmiş mi olur, değişmesinin yolu mu açılır? sorusunu Arınç, 'Hayır, cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili bir konu değil, cumhurbaşkanlığı yetkileriyle ilgili. Yani cumhurbaşkanıyla yürütmenin ilişkilerini, yasamanın ilişkilerini, yargının ilişkilerini tekrar gözden geçirebilecek bir konsepte dönüşebilir, akla uzak bir ihtimal değil' şeklinde yanıtladı. Paralel yapıya yönelik soruşturmalar gündemde olduğunu hatırlatan Arınç, şöyle devam etti: 'Dün İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın verdiği demeçleri de vardı. Akşam gazetesinde bugün de bir ifade var, Sayın Başbakan'dan 'devrik başbakan' diye bahseden savcılar sözkonusu. Bütün bunlara yönelik soruşturmalar var. Soruşturmaların yeterince hızlı ve etkili işlediğini düşünüyor musunuz? Sonucunun ne olmasını bekliyorsunuz?' sorusu üzerine, '17 Aralık ve 25 Aralık'ı esas alırsanız aradan dört aylık bir zaman geçmiş. Bu dört ayın bir kısmı şok zamanıdır. Ama son üç aydan bu yana gerçekten bu yargı darbesini Türkiye'de uygulamak isteyen bir taraftan da güvenlik güçleri içerisinde özellikle emniyeti, polisi hedef alan bir yapılanmayla eğer mücadele edilecekse ki ediliyor, edilmesi lazım. Bu mücadelede devletin kendi yapısı içerisinde aynen devlet gibi yapılanmış bir başka varlığa tahammül edemeyeceği için yapılması lazım.' Arınç, bu mücadelenin sadece iktidar ve AK Parti'yle değil, bütün muhalefet partileriyle, varlık sebepleri hukuk devleti içerisinde ve parlamento içerisinde hayatiyet gösterecek bütün partilerin de desteğiyle yürütülmesi gerektiğini belirterek, 'Bu bir hayali şey değil. Pek çok unsurlarda kendilerini belli ettiler' dedi. Bugün yapılan soruşturmaların iki yönlü olduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti: 'Birisi idaridir. Yani kendi içerisinde bir soruşturma açarak kimin ne yaptığını görebilecek bir ülke müfettişlerinin veya herkesin bir teftiş kurulu var, en sonunda da Başbakanlık Teftiş Kurulu var. Teftiş Kurulları bütün kurumlarda iddiaların ne kadar gerçek olup olmadığın araştırıyorlar. Bunun sonunda idari cezalar verilebilir. Ama şimdiden yapılan bir şey var. Üst noktalarda bu irtibatı birbiriyle sağlamış hukuka kanun devletine amirlerine bağlı olmaktan öte mensup oldukları grup içerisindeki yapılanmada emir ve talimat alan kişiler varsa bunlar müsteşarsa bunlar genel müdürse bunlar daire başkanıysa bir, idarenin bunları görevden alma yetkisi var. Bu yetki şüphesiz sınırsız değil. Ama görevden de alırken bir sebebini mutlaka söyleyeceklerdir. Görevden aldığın zaman meslekten çıkarma noktasını da kastetmiyorum. En azından o yapının başındayken yapabileceklerini tahmin ediyorsa oradan uzaklaştırmaktan ve ilgisiz bazı noktalara atamaktan da bu yol geçer. Şüphesiz 657 sayılı kanunun bu insanlara kamu görevlilerine tanıdığı bir takım imkanlar var, bir takım dokunulmazlıklar var, bir takım yasal statüler var. Bunları da ihlal etmeden çok önemli diyelim ki bilgi işlem merkezinin başında bir insanı veya atama yetkisi olan bir noktada bir insanı veya gizli kalması gereken belgeleri ilk önce okuması gereken insanları bu yapının içerisinde bir yere koyabilmişseniz oradan alırsınız levazım müdürü yaparsınız veya bir başka yere getirirsiniz. Şimdi bazı atamalar bu amaçla da yapılıyor olabilir, o insanların hepsini suçlamak adına söylemiyorum burada bir şüphe dahi bu kişinin o noktadan alınmasına yol açabilir. En azından verebileceği zararlarda bir ölçüde uzaklaşmamız lazım. İkincisi böylesine bir ihtimali düşünerek o görevden alınıp başka bir yerlere verilmek ne kadar mümkün ve muhtemel ise ikincisi de maalesef bu dinlemeler yoluyla suç atmalar yoluyla suç delilleri üretmek yoluyla bir takım insanları ta Başbakanımıza kadar uzanacak ölçüde gözlerini karartarak onları yok etmeyi hedeflemiş bir çalışmanın içinde olduklarını bildiğimiz, düşündüğümüz, elimizdeki delilleriyle bu konuda karar verme noktasına gelmişsek o zaman yargıya teslim etmekten başka bir çaremiz yoktur. Bu konuda da dün Sayın Efkan Ala'nın İçişleri Bakanımızın verdiği rakamlar doğrusu onun bilmesi gereken rakamlardır ben o kadar bilmiyorum, o ciddi bir çalışmanın devam ettiğini gösteriyor.' 'Ama kurt gövdenin içine girmişse mücadelenin ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirsiniz, eğer karşınızda olsa o karşınızdaki insanın ne yaptığını açıkça bilseniz suç delilleri çok açık bir şekilde ortaya konulmuş olsa şüphesiz onun hakkından gelmek yani kanun yoluyla, yargı yoluyla mümkün olabilir' diyen Arınç, 'Hatta sizin bir zamanlar güvenerek iş başına getirdiğiniz bazı insanlar sizin hükümetinizi yok etmek Sayın Başbakanı itibarsızlaştırmak, biz de onların içerisindeyiz bir zamanlar ellerini dostça sıktıkları çok güvendikleri insanları bile günün birinde lazım olur diyerek dinlemek özel hayatlarına girmek bunlar fevkalade utanç verici fiillerdir. Bunları yapanlarla yargı önünde elbette hesaplaşacağız. Bence çok ağır gitmiyor olması gerekenden fazla belki süratle gidiyor ama kolay bir işin içinde değiliz' şeklinde konuştu. 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu özgürlükçü bir kanundur' '1 Mayıs konusunda özellikle İstanbul'daki kutlamalarda Taksim'in açılmamasına karar verildi. Muhalefetin CHP'nin ve BDP'nin ve bazı sendikaların mutlaka meydana çıkacağız şeklinde açıklamaları var. 1 Mayıs'ta neler olabileceği konusundaki düşünceniz nedir? Yeniden bir şiddet sarmalı yaratacak olaylar meydana gelebilir mi, ne dersiniz?' şeklindeki soruya ise Arınç, şu yanıtı verdi: 'Bir defa Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, özgürlükçü bir kanundur. İzin almaya da gerek yok önceden 'Ben şurada şöyle bir gösteri yapacağım' dediğiniz zaman size her yer tahsis edilir. Ama bunun bir istisnası var, yani herkesin böyle belki trafiğe kapalı alanlar önceden belli edilmiş olabilir veya bu ticaretin esnafın tam ortada olduğu noktalarda toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu yapılmasın denebilir. Güvenliğin zor sağlanabileceği kanuna aykırı eylemlerin odağında merkezde toplantı gösteri yürüyüşleri kanunu gereğince idari makamların tasarrufuyla kapatılmış olabilir. Şimdi bazı sendikalar ideolojik bağnazlık sebebiyle kendilerince kutsal saydıkları, kendilerince kutsal sayılmış mekanları devlet hangi gözle bakar herkesin bilmesi lazım 'Ben illa burada yapacağım' denilmesi karşısında bu bir 'ben suç işleyeceğim' anlamına da gelebilir. Herkes her yerde derken belirlenmiş alanları kastediyorum. Bunun dışında da 'ben bir basın açıklaması yapacağım' diyebilirler 'ben küçük bir grupla yürüyüş yapacağım' diyebilirler. Bunun için de idari makamlar bütün kolaylıkları gösterir. Ama bir sendikanın bunları hiç bilmiyormuş gibi 'Ben sadece burada yapacağım ve bunun için gerekirse de güvenlik güçleriyle kavga edeceğim, gerekirse bomba da atılabilir insanlar da yaralanabilir geçmişte de zaten 30'dan fazla kişi ölmüştü, bugün de belki Allah korusun böyle olaylar yaşanabilir, ama inadımız inat' demesini anlayışla karşılamak mümkün değil.' Mesele sendika meselesiyse DİSK'in üçüncü sırada bir sendika olduğunu belirten Arınç, şöyle devam etti: 'Birinci sıradaki işçi sendikası ben İstanbul'da Kadıköy'de yapacağım diyor, kendisine bir alan tahsis edilmesini istiyor. Memur sendikaları içinde Memur-Sen var; 'Ben Diyarbakır'da yapacağım' diyor, ikinci sıradaki işçi sendikası Hak-İş, 'Ben Kayseri'de yapacağım' diyor. Bunlar sendika değil mi, bunların yüz binlerce üyesi yok mu bunlar işçiyi temsil etmiyor mu? 'Bana göre orası kutsaldır', o sana göre kutsaldır. O zaman git mum dik ama böyle topluca ve sadece 1 Mayıs'ta burada yapılacak bir eyleme hükümet, İçişleri Bakanlığı, valilikler kesinlikle izin vermez. Onlar da bunu zaten bildikleri için resmi müracaatlarını yapmıyorlar sadece kabadayılık gösterisi yapıyorlar 'Biz burada yaparız'. CHP zaten buna teşne, 'Ben de milletvekillerimi göndereceğim' diyor. Ama orada bir tane MHP'li milletvekili bulamayacaksınız çünkü Sayın Bahçeli devletin, hukukun ve yasaların verdiği imkanları çok iyi bilen ve bunların aşılmamasını isteyen, Türkiye'de huzurun bozulmamasını isteyen bir yapıya sahip. CHP teşnedir o kızıl bayraklarını göreceğimiz pek çok yasa dışı örgüt mutlaka orada olacaktır. Belki DİSK mensubu işçiler orada çok az olacak ama yasa dışı örgütler de kırmayı dökmeyi yaralamayı öldürmeyi çatışmayı hedef alan marjinal gruplar orayı Allah saklasın beklenilmeyen arzu edilmeyen bir görüntü içine sokabileceklerdir. Devletle kavga etmek, devlete karşı gelmek birilerinin ideolojik bağnazlığı olabilir ama bunu söyleyen ve yapanların da yargı karşısında, hukuk karşısında bir sorumlulukları mutlaka olacaktır. Günahtır binlerce polis orada olacak hayat duracak ve sadece birkaç bin kişinin gösterisi sebebiyle Türkiye'de 1 Mayıs bayram olmaktan çıkacak, o gün bir kara gün olarak belki, Allah saklasın, yıllarca acıyla hatırlanacak. Buna izin vermeyeceğiz, bu görüntülerin hiçbirisine izin veremeyiz. Bir hükümet ülkeyi yönetiyorsa ülkede huzursuzluğun çıkmasına izin ve imkan veremez. 'Şurada yapın Kazlıçeşme'de, şurada yapın Maltepe'de, şurada yapın, hatta sizleri bedava taşırız. Oraları sizler için de hazırlarız gelin binlerce insanı oraya getirin. Biz de bu bayrama hep beraber ortak olalım' diyenlere, maalesef 'Biz sadece Taksim'de yaparız her ne pahasına olursa olsun kavgayı da çatışmayı da göze alırız' diyen bir grup var, o gruba devletin müsaade etmesi mümkün değil.' 'O günlerde herkesi dinleyip, olayı anlayıp söndürmeye gayret ettim' İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun 'Gezi sürecinin iyi yönetilemediği' yönündeki açıklamalarının sorulması üzerine Arınç, 'Evet, başındaki birkaç küçük olay sonradan büyümüş, parlamış, patlamış, pek çok insanımızın hayatına mal olmuş, milyonlarca liralık zararlar verilmiş, yaralanmalar olmuş, kamu mallarına zarar verilmiş. Ama Sayın Valimiz şunu bilsin ki hiçbir masum düşünce veya hareket Gezi olayları sebebiyle Türkiye'nin kara günler yaşamasına vesile olmamalıydı' değerlendirmesinde bulundu. Arınç, o günlerde herkesi dinleyip, olayı anlayıp söndürmeye gayret ettiğini, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da 'Yargı kararına uyarız, gerekirse plebisit yaparız, gerekirse tarafların her biriyle konuşuruz, uzlaşmayla buraya ne yapılacağı konusunda karar veririz' dediğini ancak bunlar konuşulduktan sonra bile sokak hadiselerinin, yakıp yıkmaların devam ettiğini söyledi. Arınç, 'Herhalde her şey o küçük twit hatırımıza getiriyor: 'Mesele sadece ağaç meselesi değil hala anlamadın mı?' Biz bunu sonraki olaylarda da gördük. Yani Gezi olaylarında biz ne yapsaydık dahi maalesef bu sokaklarda insanların ölümüne yol açmak isteyenler yolundan dönmeyecekti' diye konuştu. 'Öcalan'ın mesajlarını iyi okumak gerekir' Abdullah Öcalan'ın 'çatışma olasılığının da gündemde olduğu' ifadesine ilişkin ise Arınç, 'Öcalan, bildiğimiz kadarıyla çözüm sürecinin başarıya ulaşmasını istiyor. Kandil'den ve milletvekillerinden farklı olarak her ne pahasına olursa olsun, geçtiğimiz yılki Nevruz'dan bugünkü Nevruz'a kadar düşüncelerinde, görüşlerinde, hedeflerinde bir değişiklik olduğunu zannetmiyorum' görüşünü bildirdi. Arınç, Öcalan'ın, zaman zaman silahlı örgütün ve Kandil'deki silahlı unsurların, kendisine karşı şikayetlerini veya kendisinden farklı davranışlarda bulunacağını bildiğinden bunun yolunu kesmeye çalıştığını belirtti. 'Öcalan'ın bu mesajıyla neyi amaçladığını istihbarat örgütümüz çok iyi tahlil edecektir, analiz edecektir ve bunun karşılığı da mutlaka verilecektir' ifadesini kullanan Arınç, sözlerini şöyle tamamladı: 'Bizim bütün amacımız on beş, on altı aydır çözüm süreci içerisinde Türkiye'de insanlarımızın ölümlerine yol açan olayların bitmesi, silahların susması, şiddetin susması ve artık varsa fikirlerin konuşulması diyeceğimiz noktaya gelinmesidir. Silahlı unsurların Türkiye'den çıkışları tamamlanmamıştır, bunu hepimiz biliyoruz. Her şeye rağmen tamamlanmamıştır ama arkasından bir çatışma ortamı da gelmemiştir. Çözüm sürecinde yeni ileri adımlar atılabilirdi, hem silahlı unsurların dışarıya çıkması hem de artık eylemsizlik halinin kalıcı bir hale gelip örgütün silahlı eylemlerden kendisini arındırması söz konusu olabilir. Öcalan'ın mesajlarını iyi okumak gerekir. Bunu okumakla yükümlü olanlar da herhalde hükümetimiz değil.' AA
'Barış Süreci Böyle Giderse, Gerilla Sürece Müdahale Eder'
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan , çözüm sürecinin devamına yönelik AKP’nin somut adım atmaması halinde “gerillanın sürece müdahale edeceğini” savundu. Kalkan, “Eğer gerçekten çözüm yönünde adım atılmaz, Abdullah Öcalan ’ın ortaya koyduğu projelere karşılık verilmez, halk üzerindeki bu baskı terör devam ederse gerilla da müdahale eder, halk da” şeklinde konuştu. “Demokratikleşme adı altında AKP iktidarını sağlama alma dışında hiçbir şey yapılmıyor. Zaten savaş sürüyor. Toplum üzerinde uygulanan polis terörü var” ifadelerini kullanan Kalkan, “Hükümet için yönetimimiz net görüş belirtti. Yani AKP, şimdiye kadar çok şey yaptım, kimsenin yapmadığını yaptım, diyor; ama AKP'nin yerinde kim olsa bundan fazlasını da yapardı. O konuda hiç kimse yanılmamalı” dedi. Erdal Er ’e konuşan Duran Kalkan’ın Özgür Gündem’de yer alan söyleşisi şöyle: Geride bıraktığımız günlerde BDP-HDP heyeti Abdullah Öcalan'la görüştü. Basına yansıyan açıklamalar var. Dikkat çekici bir cümle şu; hem derinlikli müzakereler başlayabilir, hem çatışmalar başlayabilir. Size yansıyan farklı bir durum var mı? Tabii oldukça kritik, riskli, ciddi bir süreç içerisindeyiz. Herkes deyim yerindeyse diken üzerinde. Çünkü tarihten gelen ve çözülmesi gereken ağır sorunlar var. Bu sorunların çözümsüzlüğü toplumu o kadar germiş ki, artık herkes için tehdit oluşturuyor Çözüm umudu giderek azalıyor mu? Çözüm ışığı görülmüyor, ya da ışığın önü hep kapatılmak isteniyor. Aslında sorunların çözümü için bir ışık yok değil. Proje oluşturulmamış değil, çaba az değil, ama bunları hayata geçirmede sorunlarımız var, zorluklarımız var. Birileri ısrarla bunun önünü kapatıyor. Çözümsüzlükten, çelişkili durumdan, sorunlar içinde yaşamaktan çıkar sağlıyor. Israrla bu çelişkili ve çatışmalı durumun sürmesini istiyor. Kürt sorunu da bu sorunların en başta gelenlerinden biridir. Birileri bunları zamanında oldukça planlı, programlı bir biçimde ortaya çıkarmış, bunların üzerinde var olmuş. Varlığını ve çıkarını bu çelişki ve çatışmaların üzerine kurmuş; şimdi de bunun değişmesini, dolayısıyla sorunların çözülmesini engellemeye çalışıyor. Sadece çıkarını kaybedeceğinden korkmuyor, aslında ne kadar kirli, vahşi ve zalim olduğu ortaya çıkacak. İnsanlık düşmanı olarak, tarihe geçecek. Bundan korkuyor. Bu korkudur ki bütün gücüyle çözümü engellemeye çalışıyor. Dört bir yandan böyle oyunlarla, saldırılarla karşı karşıyayız. Bunun içinde küresel, bölgesel, yerel aktörler de var. Önder Apo’nun büyük bir sabırla geliştirdiği, son derece makul, tarihi, herkesin yararına olan çözüm projeleri var. Bunu herkes görüyor, herkese yansıyor. Ama Önder Apo şunu da söyledi; İmralı'dan ve bu koşullarda yaşayan bir kişiden daha öte bir şey gelmez. Yani her şeyi ben yapamam, bir kişiye yaptırılamaz, dedi. Mevcut koşullar da İmralı sistemi ortada. Daha fazlasının yapılamayacağı söylendi. Ama buna rağmen çözümsüzlükten, çelişki ve çatışmadan çıkar sağlayan çevreler, aynı tutumlarını sürdürmekte ısrar ediyorlar. Ne yazık ki bunu aşması gerekenlerin mücadelesi zayıf kalıyor. Çözümü engelleyici güçlerden söz ettiniz ama hükümet çok şey yaptığını söylüyor. Hükümet ve devlete göre çözüm süreci devam ediyor. Hatta önemli adımlar attıklarını açıkladılar. Hükümet için yönetimimiz net görüş belirtti. Yani AKP, şimdiye kadar çok şey yaptım, kimsenin yapmadığını yaptım, diyor; ama AKP'nin yerinde kim olsa bundan fazlasını da yapardı. O konuda hiç kimse yanılmamalı. Sanki AKP'nin kendi düşüncesi ve onun sonucunda bunlar yapılıyor gibi bir hava veriliyor. Oysa koşullar değişti. Aslında AKP bir şeyler yapma, çözüm yönünde adım atma değil de engellemede marifetli oldu. Şimdi de aynı politika sürüyor. AKP'den bir çözüm görmedik, yoktur öyle bir durum. Seçimden sonra neredeyse kırk gün geçiyor, herhangi ciddi bir tutum, açıklama, çözüm yönünde ve demokratikleşme yönünde bir şey yok. AKP'nin bütün marifetleri, önündeki seçimleri nasıl kazanacak ve kendi iktidarını nasıl uzatacak, tutumu budur. Dolayısıyla biz artık AKP'den çözüm yönünde herhangi bir beklenti içinde değiliz. Bir de, idam cezası geri gelsin, açıklamaları da var. Hem de hükümet, başbakan ya da kendi çevreleri bunları gündeme getiriyor. Avrupa Birliğine giriş nedeniyle bu durumlar kaldırıldı. Bize uymuyor, zaten Avrupa Birliği’ne de giremedik, hala niye bu durumdayız, diyorlar. O bakımdan tek yanlı bakmamak lazım. AKP'yi okurken tek yanlı bakanlar, bir söze bakanlar yanılırlar. Aynı anda bir söz yok ki, tek bir tutum yok ki! Birçok tutum, farklı farklı sözler var. Hepsi de birbirinin karşıtı. Bu bir AKP tarzıdır. Zaten işin başını tutmuş, istediği gibi baskı uyguluyor, her şeyi söylerim, her türlü tutumu gösteririm, herkeste beklenti yaratırım, diyor. Bu, sanki bir şey yapacakmış gibi beklenti yaratma, umut yaratma, karşındakini etkisiz kılma tutumudur. AKP halen o tutumdadır. Bunu söyleyen AKP'dir, başkası değildir. AKP, demek ki bundan çıkar sağlıyor ki söylüyor. Aldatmaya çalışıyor, uyutmaya çalışıyor, toplumu yanıltmaya çalışıyor ki tepki göstermesinler, beklenti içerisinde olarak AKP'nin iktidarına karşı yapmaları gereken mücadeleyi yapmasınlar. Bu oldukça planlı, maksatlı, düşünülmüş bir özel savaş yöntemi. Bunu çok etkili bir biçimde kullanıyor. Ama sadece o da değil, aynı AKP bu süreç içerisinde 1600 tane karakolun yeniden yapımını kararlaştırmıştır. 180 tanesi Hakkari'de yapılacak. Hakkari kutu gibi bir yerdir, üç tane kasabası var, orada bile zaten her dağ ve her köyde hem ordu karakolu, hem polis karakolu, hem de korucu karakolu vardı, şimdi yüz seksen tane daha yeni yapıyor, eskileri tamir ediyor. Bütün Kürdistan'da 1600 karakol. Bunları yapmak için devletin bütün imkanları seferber ediliyor. Bütçenin hepsi buraya verilmiş durumda. Sanki o bütçe görüşmeleri boşuna olmuş. Şuraya bütçe, buraya bütçe dendi, ama Türkiye’nin bütçesi Kürdistan'daki karakollara ancak yeter. İyi araştırılması gerekir. Bu bakımdan AKP'nin açıklamalarına tek yandan bakmamak gerekli, bunların hepsi oyun, hile. Biz böyle algılıyoruz, böyle algılamak zorundayız da. Gözümüzle gördüğümüz yeni bir durum ya da tutum yok. Sayın Öcalan’la görüşmelerin yapılıyor olması bir adım değil mi? İmralı sisteminde bir değişiklik yok ki!. Gidilmiş, görüşülüyor. İsteyen milletvekilleri gidiyor, her türlü istedikleri tutukluyla görüşüyor. Bunun ötesinde hiçbir şey yok. Bu, AKP'nin getirdiği bir iyileşme değil, bir iyilik değil. İmralı sistemini Avrupa kurdu, komployu Amerika düzenledi. Dönemin ABD Başkan’ı Clinton'un başdanışmanı “biz planladık, başbakana imzalattık” dedi. Dolayısıyla Önder Apo İmralı'da ABD planıyla, kararıyla, uygulamasıyla duruyor, Avrupa Birliğinin kararıyla duruyor. Ben Avrupa'da hapis yattım altı sene, Avrupa yasalarını da biliyorum. Bir müebbet tutuklu on beş yılı dolduğu zaman yeniden mahkemeye çıkartılıyor. AİHM'in kuralı var, ama yeniden mahkeme ediliyor. Yani cezayı veren mahkeme ya da görev üstlenmiş mahkeme yeniden değerlendiriyor. Tutukluluğu devam etmeli mi, bırakılmalı mı? Yüzde 99 müebbet hapis tutuklusu, on beş yılı dolunca serbest kalıyor. Ben o hukuku iyi biliyorum. Önder Apo on altıncı yıla giriyor. Herhangi bir yargılama yok, birkaç milletvekili 30-40 günde bir gidip görüşme yapınca bu sanki bir iyileştirme, yeni bir adımmış gibi sunulmak isteniyor. Hükümetin çıkarttığı MİT yasasının İmralı görüşmelerine yasal çerçeve oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Önder Apo da son görüşmesinde bunun istenilen yasal çerçeve olmadığını ortaya koydu. Yani ortada böyle bir şey yok. Bize göre ise zaten hiç yok. Bırak yasal çerçeveyi, MİT'e saldırı hakkı verildi. Ülke içinde ve dışında her türlü kirli operasyon yapma yetkisi verildi. Bazıları dediler, yeni Yeşiller olacak. Bu anlamda sorunun çözümü için yapılan bir yasal düzenleme mi, yoksa bize saldırı için yapılan bir düzenleme mi, onu anlamak istiyoruz. Acaba o yasaya dayanarak MİT, PKK-KCK yöneticilerini katletme planları mı yapıyor, onun peşinde mi koşacak, bunun üzerinde durulsun, bu açıklansın. Biz olaya bu çerçeveden de bakıyoruz. O bakımdan yapılanın böylesi bir iyileştirme olduğu düşüncesi kesinlikle yalan ve aldatıcıdır. Tersine yapılması gerekenlerin engellenmesi var. Değişim, demokratikleşme, Önder Apo'nun koşullarında çözüm temelinde adımlar atılması gerekirken AKP bunların hepsini en aza indirdi. Kendi iktidarını güçlendirmeye malzeme yaptı. İç politika etkeni yaptı. İçişleri Bakanı demokratik özerkliğin eski bir terminoloji olduğunu Kürt sorununu bireysel haklar temelinde çözeceğiz, diyor. Kimin bireysel hakkı! Bir Kürdün mü hakkını çözecek? Toplumu olmayan insan var mı dünyada? Kapitalizm onu iddia etti, geldiği nokta ortada. Bireysel çözümler safsata. Bireysel haklar ve özgürlüklerle toplumsal sorunlar çözülür, demek kapitalizmin bir uydurmasıdır. Tarihin en ağır, vahşi ve barbar sömürüsünü uygulamak için uydurduğu bir kılıf. Mazlumları, köleleştirdiklerini, zulmettiklerini aldatmak için, zulmünü maskelemek için kullandığı bir yöntem. Kürt sorununa yaklaşım da tümüyle böyledir. Kürtler toplum olmaktan çıktı mı? Onu söylemek şu anlama geliyor: Kürt toplumu bitmiştir, Kürt halkı kalmamıştır. Kürt olarak böyle konuşmak isteyen, ben bir Kürt bireyi olarak varım, derse onlara hak veririm, demektir. Bu, Kürdün yok edildiğini, toplum olmaktan çıkartıldığını, eritildiğini, katledildiğini, soykırıma uğratıldığını kabul etmek anlamına geliyor. Toplumu katletmişsin, bireye hak vereceksin! Böyle bir hak hukuk olmaz, bunun toplumla alakası yok, hepsi bir safsata ve aldatma aracıdır. Biz o tür şeyleri tartışmıyoruz bile. KCK davasından tutuklanan Kürt siyasetçilerin bir kısmı serbest bırakıldı. Bunun çözüm için bir adım olduğunu düşünüyor musunuz? Ergenekoncuların hepsi bırakıldı, ama KCK tutuklularının hepsi bırakılmadı; bir kısmı bırakıldı. Kürtlere ayrı bir yasa uygulaması oldu. Aynı yasa Kürtlere uygulanmadı. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme yöntemi denendi. Şimdi buna ileri bir adımdır, diyenlere şunu sormak isterim; Niye tutuklandı bu insanlar? Ne yaptılar ki tutuklandılar? Suçları neydi ve neden 4-5-6 yıl cezaevlerinde tutuldular? Önce bu sorgulanmalı. Tutulma nedenlerinin hepsi siyasidir. Tamamen düşünce ve siyaset özgürlüğü kapsamında bir faşizm uygulandı. Bir de zaten bırakılmadılar, fazladan yatırıldılar; devlet onların hepsine borçludur. Buna rağmen, tutuklanmaları anti-demokratik olmasına, T.C’nin anti- demokratik faşist yasalarına göre tutuklanmış olmalarına rağmen, o yasalara göre bile fazla kaldılar. Tabii, Hatip Dicle bırakılmadı. DTK başkanıydı, şimdi DTK’nın çalışmalarından söz ediyoruz. Başkanı tutuklu, DTK işliyor. Bu olamaz. Hatip Dicle bırakılmadan Kürtler herhangi yasal bir çalışma yapamazlar. Yasal demokratik kültürel, toplumsal, çalışma yapamazlar; örnek Hatip Dicle’dir. Kim yapabilir, ben olsam, yapmam. Çünkü Hatip Dicle örneği ortadadır. Niye yapayım. Cezaevleri demişken bir de hasta tutsaklar meselesi var. Hatta çözüm sürecin de hasta tutsakların serbest bırakılması bir adım olarak görülmek isteniyordu. Tabii çok politikaya alet edilmemesi gereken, tamamen insani bir durumdur. Aslında o hasta tutukluların büyük çoğunluğu ideolojik ve siyasi nedenlerden dolayı tutuklanmış, düşünce ve siyaset tutuklularıdır. Bir defa tutuklanmış olmalarını ben kabul etmiyorum ki, hasta olarak tutuklanıp tutuklanmamalarını tartışayım. Onları tutuklamış olmak, suç işlemiş olmak demektir. Yani bunu net söyleyeyim, onu yapanlar suç işliyorlar. Demirel’in deyimiyle 'keser döner, sap döner, bir gün hesap döner' bir gün gelir bunu yapanlardan da bunun hesabı sorulur. Böyle bir günün geleceğini de herkes düşünmeli. Bilinmelidir ki, tutukluların, hasta olan ya da olmayanların, çoğunluğu suçsuzdur. Faşist yasalar temelinde tutuklanmışlardır. Bu durumda ceza evlerinden cenazelerin çıkması, bir iktidar için yüz karası bir durumdur. Pazarlık konusu yapılıyor, hem de çok fazla pazarlık konusu yapılıyor. İnsanlarla yapıyor, tutuklularla yapıyor, düşüncenizden vaz geçin, beyninizi yiyin, sizi iki üç gün dışarda yaşatayım diyor. Şimdi bu gayri insani bir tutum, AKP’ nin faşist yüzünü gösteriyor. Bence siyasi çevreler de tutuklular da bunu iyi görmeliler. Sadece siyasi tutuklular değil, birçok tutuklu insan faşizmin baskısı nedeniyle tutuklanmışlardır. O kadar çok ayrım yapmaya da gerek yok. Özgürlük ve demokrasi savaşçıları, onu da iyi görmek gerekli. Böyle bir iktidardan bu kadar anti-demokratik, faşist baskı uygulayan, hukuku bir savaş aracı gibi karşı düşünce ve siyasetler üzerinde uygulayan bir iktidardan iyi niyet ve vicdan beklenmez. Bu bakımdan da bence özgürlük savaşçısı olarak durmak ve zindanda şehit düşmek en onurlu ve yüce duruştur. Bunu ifade eder. Seçimler öncesi hareket olarak bir deklarasyon yayınladınız, hükümetin muhatap olmaktan çıktığını, muhatabımız radikal demokrasi güçleridir dediniz. Bu da tartışıldı. Biz seçim öncesi açıklamayla ya da HDP’ye karşı yaklaşımımızla Kürt halkının, Kürdistan özgürlük hareketinin muhatabının, Türkiye emekçileri, kadınları, gençleri olduğunu sanki ilk defa söylüyormuşuz ve bir tutum değiştiriyormuşuz gibi bir hava var. Önder Apo, bunu her zaman söylüyor; Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısı beni yürümeye zorladı, yürüttü ve onların amaçlarının başarılması için 40 yıldır mücadele ediyorum, dedi. PKK böyle bir harekettir. Bunu herkes bilmeli, sanki PKK ilk defa, Türkiye’nin emekçilerini, demokrasi güçlerini, stratejik müttefik olarak alıyormuş gibi bir hava yayılıyor; bunu doğru bulmayız. 71 direnişi, Kürt ve Türk gençliğinin direnişiydi. PKK de o direniş içinden doğdu geldi, Önder Apo, ADYÖD ile işe başladı. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenci gençliğinin, 12 Mart darbesi ardından örgütlülüğünü ifade ediyordu. PKK, 12 Eylül faşizmine karşı Türkiye’nin sekiz örgütü ile birlikte faşizme karşı birleşik cephesini kuran tek Kürt örgütü oldu. Ve o cephenin ilkeleri temelinde de 30 yıldır direniyor, direniş yürütüyor. Bu direniş Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratik dönüşümünün gerçekleşmesi içindi. PKK hiçbir zaman Türkiye’nin dışında bir hareket olmadı. Çıkış noktasının bir bölümü kesinlikle bu şekildedir ve Kürdistan özgürlük mücadelesi, Türkiye demokrasi mücadelesini her zaman bir stratejik müttefik olarak gördü, ortak stratejik güç olarak ele aldı. Kendisini Türkiye demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak gördü. Bunu herkes böyle görmeli, bilmeli. Önder Apo bunu defalarca açıkladı, tüm stratejik planlamaları buna göredir. İster partileşme sürecinin stratejisi olsun, ister 15 Ağustos atılımının stratejisi olsun, böyledir. 15 Ağustos atılımının stratejisi FKBC stratejisiydi, Faşizme karşı birleşik cephe, Kürdistan özgürlük direnişi ile Türkiye demokratik devrimini başarıda birleştirme, stratejik olarak başarıya götürme cephesiydi. 30 yıldır direniş süreci içerisinde de böyledir. Her zaman esas aldığı, varlık nedeni olarak gördüğü bir şeydir. Müttefikiniz neden gelişmedi? Stratejik müttefikimiz aynı düzeyde mücadele yürütemedi, aynı gelişmeyi sağlayamadı. 70’lerin başında güçlü olan oydu, ama 80’lerin başında FKBC çizgisinde direnişi yürütmeyince geriye düştü, tasfiye oldu. Direnişe girmeyen güçler hareketi tasfiye ettiler. Geri plana düştü, siyasi gücünü kaybetti, çözüm gücü olmaktan çıktı. Bir demokratik devrim ve değişim gücü olmaktan çıktı. Kürdistan'da direniş gelişti, PKK Türkiye'deki demokrasi hareketinin bir çözüm gücü haline gelememesi, politik çözüm aracı olamaması karşısında farklı çözüm arayışlarına da girdi. 1993 Martında ateşkes ilan edip hükümetle, devletle ilk diyaloğu kurması, çözüm arayışına girmesi yeni bir arayıştı. Ortak bir cephe ve mücadeleyi hiç devreden çıkarmadı. Erbakan hareketiyle, Ecevit hükümetiyle diyalogları sürecinde de çıkarmadı. Şimdi AKP ile ilişkileri de bu çerçevededir. Sanki PKK AKP ile müttefik olarak doğmuş, müttefik olarak kendisine AKP’yi almış, yürümüş de artık çözüm üretemeyince, ben bundan vazgeçiyorum, diyor. Böyle bir şey yok. Çözüm süreci ile bir gerginlik var. Kuzey-Güney sınırında bir gerginlik var. Medya savunma alanlarında Heronlar dolaşıyor. Kalekolların yapımı sürüyor. Önümüzdeki günlerde çatışma riski, olasılığı var mı? Elbette var. Bunun önünde çatışmayı engelleyebilecek bir şey var mı, diye sormak daha mantıklı olur. Çatışmasızlığı sağlayacak bir şey yok. Ne var, gerçekten bir çözüm projesi mi var, demokratikleşme projesi mi var? Demokratik çözüm çabası mı var, dürüstçe, iyi niyetlice bir tutum mu var? Yok. 1 Mayıs’ı gördük işte. Kürdistan’a bakmayalım, İstanbul’u, Taksim’i gördük. Mevcut iktidarın toplum karşısındaki durumunu görüyoruz. O polislerin halka saldırısını görmediniz mi? Tam bir düşman, hepsi militan, faşist militan. AKP’nin mi olur, devletin mi, kimin olursa olsun, ama o polis camiasının birer faşist militan olduğundan hiç kimse kuşku duymaz. Gözümüzle görüyoruz. Seçimde hile yaptı, her şeyi yaptılar. Polis istediği gibi saldırıyor. Demokratikleşme adı altında AKP iktidarını sağlama alma dışında hiçbir şey yapılmıyor. Zaten savaş sürüyor. Toplum üzerinde uygulanan polis terörü, faşist polis savaşı var. Kürtlere karşı özel savaş, kültürel soykırım savaşı devam ediyor. Bu durdurulmuş, kesilmiş değil. Bunun şiddetlenip şiddetlenmemesi, Kürtlerin vereceği tepkiye bağlı, Türkiye toplumunun, emekçilerinin vereceği tepkilere bağlı. Örneğin emekçiler 1 Mayıs’ta tepki gösterdiler, çatışma çıktı. Kürtler, karakolları istemiyoruz, diye tepki gösteriyorlar. Colemêrg’de, Lice’de benzeri yerlerde çatışma çıkıyor. Demek ki şimdi çatışma yoksa, demokratik direnişin zayıflığından kaynaklı. Direniş güçlü olsa bu faşist şiddete karşı direniş olsa, çatışma çıkacak. Yoksa faşist baskı ve saldırı, AKP saldırıları yok değil. Peki ateşkes? Bir ateşkes konumu yok, bir çözüm arayışı yok, böyle bir durum yoktur. Bu bakımdan her şeye açık, fiili bir durum var. Güçlerin tutumları ve çabaları bunu gösterecek. Saldırılar artarsa gerilla sürece müdahale eder mi? Evet eder. Eğer gerçekten de çözüm yönünde adım atılmaz, Önder Apo’nun ortaya koyduğu projelere karşılık verilmez, halk üzerindeki bu baskı terör devam ederse- Kürdistan’da güya işte her taşın ve her tepeciğin üzerine karakol yaparak tam bir asker hegemonyası sistemi kurulmak isteniyor - gerilla da müdahale eder, halk da müdahale eder. Herkes de müdahale eder buna. Bunu herkes bilmeli. Aydınlar meselesine ne diyorsunuz. Kürt meselesi Türkiye'de öyle bir noktaya geldi ki silahlar patladığında Kürt meselesi varmış gibi davranılıyor, silahlar sustuğunda mesele çözülmüş gibi davranılıyor. Ne dersiniz? Şimdi bu konuda da gerçekten tam tutarlı bir duruş yok. Geçen süreçte biz zorlandık. Bu kadar baskı var, direniyoruz; niye direniyorsunuz deniliyor. Ateşkes ilan ediyoruz. Bu sefer dönüyorlar niye ateşkes ilan ediyorsunuz, diyorlar. Ne istedikleri anlaşılamıyor, öyle bir durum var, kafa karışıklığı var. Özellikle bu liberal kesim böyledir. O aslında CHP’den ve milliyetçi çizgiden kopmamaktan kaynaklıdır. Demokratik denen o sol anlayışın,- başka tandanslı da olsun- demokrasi anlayışının arkasında milliyetçilik var. Bu öyle bir noktaya gelmiş ki artık. Örneğin Mehmet Altan eski solcu bir aileden geliyor. Aileye, babasına da saygı duyuyoruz, ama bu kadar da mantıksızlık olmaz. Ne diyor? AKP ile PKK, görüşmeler sürdürüyor. Kürt sorununu çözecekler, Kürdistan'da demokrasi olacak, Türkiye’de AKP faşizmi yaşayacakmış. Yani insaf, profesör olmuş. Sosyal bilim, siyaset bilimi bu mudur? Her gece de birkaç kanalda konuşuyor, en iyi bilen benim, diyor. Ayıp oluyor. Türkiye ile Kürdistan ilişkisi böyle midir? Acaba şimdi AKP iktidarı yok mu? Kürdistan’da PKK'nin yönetimi yokken, çözüm yokken, Kürdistan'da kültürel soykırım uygulanırken AKP yönetimi yok muydu? Bunları AKP yönetimi uygulamıyor mu? Geçmişte de sizi şöyle eleştiriyorlardı. AKP’yi neden eleştiriyorsunuz, AKP gelmiş geçmiş hükümetler içerisinde Kürt sorununa en iyi noktada duruyor şeklinde… Şimdi de tersini söylüyorlar. Milliyetçi yaklaşım var; ama bu son yaklaşım mantıksız da oldu. Türkiye’deki faşizm, Kürdistan'da soykırım varken, Kürdistan'da soykırım kalkar demokratik hale gelirse acaba Türkiye böyle mi olur. AKP yönetimi böyle mi olur? Bunu bile yorumlayamıyorsa, ben o kafaya ne diyeyim. Öyle sosyal bilimcilik siyaset bilimcilik olmaz. Biraz daha mantıklı olunmalı. Milliyetçi solcudurlar, reel sosyalizme çok bağlılar. Reel sosyalizmin yaklaşımı da öyleydi. İşte ulusal kurtuluş hareketleri, metropolleri demokratikleştirdi deniyordu. Sömürgelerin kurtuluşu, emperyalizmi sınırlandıran, emperyalist metropollerde demokrasinin gelişmesine hizmet eden gelişmelerdir, diyerek, bütün ulusal kurtuluş hareketlerini alkışladılar. Sıra Türkiye ve Kürdistan’a gelince Kürt sorunu çözülür, Kürdistan'da sömürgecilik ortadan kalkarsa Türkiye’ye faşizm gelir, diyorlar. O zaman Vietnam’da da sömürgecilik yıkılınca Fransa’ya ve Amerika’ya faşizm mi geldi, yoksa onların demokratikleşmesine mi hizmet etti. Bu, sistemin dışına çıkamayan, Türkiye, Kürt gerçeğine gelince dünya geneline karşı düşüncelerini bile uygulamaktan uzaklaşan bir mantığı ifade ediyor; bunun altında milliyetçilik vardır. Son zamanlarda liberallerin ortak eleştirişi var. Bu hükümetten çözüm çıkmaz, siz neden bu hükümete yakın duruyorsunuz. Böyle suçlamalarda bulunuyorlar. Ama kim mücadele ediyor bu hükümete karşı. Ben onu sorarım, kendilerinin bizden öteye ve fazla yürüttükleri ufacık bir mücadele göstersinler, şapka çıkartırım. Var mı mücadeleleri? Kendileri o hükümetin yönetimi altında yaşıyorlar. Artık gerçekçi olalım biraz. Biz nasıl mücadele ediyoruz, kendileri neredeler. Orada, burada birkaç söz söylemek, mücadele midir? Öyle olsa ben 24 saat durmadan konuşurum, hiç bir şey ifade etmiyor, AKP’ye karşı mücadelede ne yaptılar? 30 Mart seçimlerinde kim ne gösterdi. Kürtler 100 tane belediye AKP’den kopardılar; onu diyenler AKP karşısında ne kazandılar? Hangi mücadeleyi yürüttüler, politik olarak nerede duruyorlar. Yani öyle olmaz. Biz ahmak değiliz, aklımız var ve düşünüyoruz, herkes de düşünüyor. Yine PKK bu kadar çaba harcadı, Önder Apo bu kadar çaba harcadı. Bütün demokratik güçleri birleşsin, Kürdistan’daki bütün gelişme imkanlarını onlara verelim, Türkiye'de demokratik bir alternatif oluşsun dedik. Gelip ona da katılmadılar. Niye DTK’da, HDK’de HDP’de çalışmıyorlar? Niye Türkiye’nin bütün demokratik güçlerini, sol güçlerini birleştirmiyorlar, birleşmeyen sola konuşmuyorlar? PKK’ye öyle diyenler niye öbürüne demiyorlar ki, niye apayrı kalıp da CHP’nin kuyrukçuluğunu yapıyorsunuz. Niye hani sizin demokratik alternatifiniz, diyemiyorlar? Çünkü kendileri de ayrı kalıyorlar. Ben bunları söylemek istemiyordum ama söyletmesinler. Görülmüyor, anlamıyor değiliz. Zayıftırlar, teşvik edici konuşmak istiyoruz. Bunu herkes bilmeli. AKP ile kim mücadele ediyor? Bu bakımdan kim AKP’ye karşı mücadele ediyor, kim AKP’yi bu hale getirdi? Bunu hepimiz biliyoruz. Gerçekçi olalım; Kürtler kadar AKP’ye direnen var mı? 12 yılık AKP zulmü altında zindanlar kimlerle doldu; kim zindanlarda yatıyor hala. Öyle laf konuşmak aydın olmak değildir. Böyle söylerim herkes inanır, sanılmamalı. AKP’yi bu hale getirenler liberal sol denen kesimdir.2002’de boşluğu onlar yarattılar. Sol demokratik güçler boşluk yaratmasalardı, Ecevit hükümeti çökerken Türkiye’de sol demokratik bir iktidar gelecekti. Bu olmadığı için boşluktan AKP yararlandı. AKP kendisini Sol’muş gibi sundu yıllarca. Avrupa ve diğer güçler de kendilerini öyle algıladılar. Şimdi AKP’ye kapıyı bu kadar aç, AKP karşısında en küçük bir siyasi başarın olmasın; bu 10 bin tutuklu vermiş, AKP’nin ipliğini pazara çıkarmış, Kürdistan’da iktidarını yıkmış olan bir harekete kalk, AKP’ye güç veriyorsun de. El insaf derler insana. Böylede olmaz ki. Dilin kemiği yok istediği gibi konuşur ama böylede konuşamaz. Çözüm süreci denilince Rojava’yla iç içe konuşuldu. Rojava’da hükümet, Türkiye işin neresinde duruyor. Rojava’ya yapılan saldırılar Türkiye kaynaklı mı? Evet, sadece bugüne bakarak ele almamak lazım. 2011’den bu yana 4 yıldır yaşanan bir süreç var. Türkiye’nin çok aktif bir durumu söz konusudur. Böyle ele almak, yaklaşmak daha doğru. AKP hep bunu söyledi. Suriye’de bir tarafız ve savaş gücüyüz. Rojava milli güvenliğimizi tehdit ediyor, göz yumamayız, dediler. Şimdi buna göre de politika uyguladılar. Açıktan saldırı gerçekleştirdiler. Suriye uçağını düşürdüler, Suriye onların uçağını düşürdü. Yani bütün o iktidara karşı savaşan güçlerin yüzde 70-80’i Türkiye üzerinden geldi. Türkiye’de eğitildi, donatıldı. Gerçekten savaş üssü oldu, savaşın geri cephesi olarak rol oynadı. Bu Suriye’ye karşı olduğu gibi -daha fazlası- Rojava’ya karşı da oldu. Rojava’yı mili güvenliğe tehdit olarak gördüğü için Rojava’yı daha ilk andan itibaren boğmak için bir yığın proje geliştirdi. Dışişleri Bakanlığındaki Suriye toplantısı bunun bir parçası mı? Dışişleri Bakanlığında yapılan tartışmaların esasında Rojava’ya bir müdahale tartışması olduğu bana göre kanıtlanmış artık. Zaten hükümet tepki gösterince, basına yansıyınca ben şüphelenmiştim. Neden bu kadar tepki gösteriyorlar, mantığı yoktu. Eğer Suriye konuşulmuşsa, zaten hükümet açık söylüyordu, savaş halindeyiz, Esat yönetimini her gün tehdit ediyordu. Bunun konuşulduğu bir yerde bu konuşmaların basına yansıması hükümeti asla zorlamaması gerekiyordu. Oysa Dışişleri’ndeki konuşmanın basına yansımasından sadece hükümet değil, Cumhurbaşkanı bile rahatsız oldu. Devlet tepki gösterdi. Bu Rojava’ya yönelik bir saldırı planıydı. Suriye’ye saldırıyoruz, adı altında seçim döneminin kargaşasından yararlanarak Rojava devrimini tasfiye etmek üzere bir saldırı planı herhalde var. Kobani’ye saldırı böyle anlaşılabilir. Halen de bu kanıdayım. Kobani’yi o saldırıda düşürebilselerdi, Ceylanpınar üzerinden ve Kuzey’den hendeklerle hatta asker girdirerek Serêkaniye’ye, Süleyman Şah türbesine gidiyoruz, adı altında Doğu’dan ve Kuzey’den kuşatacaklardı. KDP’den de Batı’yı kuşatmalarını istedi, zaten El Kaide ile anlaşmışlardı. El Kaide de Güney’den saldıracak, sözde Cizire’yi düşürecekler. Sanki böyle bir plan vardı; başarılı olamadı. Bu AKP planıdır. Hendek meselesine ne diyorsunuz? Hendekler kazıyorlar şimdi, duvar örüyorlardı Rojava’nın devrim rüzgarları Bakur’a ulaşmasın, duvara çarpsın da geri dönsün diye. Güya Kuzey devrimini, Kuzey’deki özgürlük devrimini duvarla önleyecek, kesecek. Şimdi de hendekle önlemeye çalışıyor. Herhalde atlayamasın diye yapıyorlar. Kürdistan’ı kuşatma çabası aslında Rojava’yı kuşatma çabasıdır. Önder Apo, bu konuda ‘sadece kendilerini rezil etmekle kalırlar’ demişti. Gerçekten de ‘hendek’ için söylenebilecek en çarpıcı sözler herhalde bunlar olabilir. KDP kendi kendisini rezil etti. Biz bu konuda kendilerini uyardık. Bizim uyarılarımızı ‘ PKK yöneticiler bizi sert eleştiriyor’ biçiminde değerlendirdiler. Bizim uyarılarımızı dostça bir uyarı olarak görebilirlerdi. Gerçekten de öyleydi. Partilerinin bir geçmişi var. Yine ailenin geçmişi ve belli bir itibarı var. Bu yaklaşım bunları da zedeler. Önder Apo’nun deyimiyle, gerçekten sahiplerini rezil eden bir hareket oldu. KDP’nin bu politikasının seçimlere yansıdığını düşünüyor musunuz? Son yapılan seçimlere de yansıdı tabii. KDP Rojava politikasında yanlış yoldadır. Bunu bizim söylememize gerek yok. Kendisinin görüp kabul etmesi gerekiyor. Fakat birileri bunları yanlış yola soktu; bu yoldan, çıkmıyorlar mı, çıkamıyorlar mı, kendisi de mi durumu kabul etti; onu bilemem. Ama bu durumda olmaya devam ederse daha çok kaybeder. Kürt kamuoyu nezdinde kaybeder. Kimseye kabul ettiremez, kimseye anlatamaz bunu. Nitekim anlatamıyor da. Herkes şunu bekliyordu; Rojava’ya dönük her alandan gelen saldırılara karşı Hewler yönetimi de destek verecek. Güney Kürdistan, Rojava devriminin geri cephesi olacak, sırtını dayadığı yer olacak; ama tersi oldu. Şimdi bunu Rojava’daki devrimle izah etmek mümkün mü? Orada zaten yeni bir hareket gelişiyor. Sen daha öncesinde gelişmiş bir hareketsin, kendini tüm Kürdistan karşısında sorumlu olarak gördüğünü söylüyorsun. Peki, Rojava devrimi karşısında sorumluluğun nerede? Seçim sonuçlarına yansıyan da bu oldu. Güney’deki Irak seçimleri bunun somut göstergesidir. İç politika etkenleri de etkiledi. Güney’de hükümet halen kurulamadı. Evet, 21 Eylül’de Güney Kürdistan seçimleri yapılmış olmasına rağmen hala hükümet kurulmadı. Bundan tabii ki KDP sorumlu. Çünkü bölge başkanlığı KDP’nin elindedir. Seçimden birinci parti olarak çıktığı için hükümet kurmaktan birinci elden sorumludur. Onu da kuramadı. Ulusal Kongreyi seçimlerde bir etken olarak değerlendirdi, ama sonuca götürmedi, hatta engelledi. KDP tabii ki bunların bedelini öder, ödüyor da. Daha fazla da öder. Mevcut politikalarını değiştirip Kürt Ulusal Demokratik çizgisine girmezse daha fazla zarar görür. Xaneqin’deki patlamaların Rojava’yla ilgili olduğunu düşünüyor musunuz? YNK bölgesinde olması dikkat çekici. Bu konuda somut bilgilerimiz yok, birçok olasılık ve söylentiler var. Fakat bir şey söylemek için, yorum yapacak bilgiye sahip olmak gerekir. YNK barıştan ve çözümden yana bir politika izliyordu. Rojava’da da, Suriye’de de öyledir. Bu saldırı YNK mitingine oldu. YNK ‘ye yönelik saldırıyı politik açıdan değerlendirirsek, Rojava ve Suriye’de çözüm politikasına, barış ve demokratikleşme politikasına yönelik bir saldırıdır. Kim buna karşıysa onlar yaptı, diyebiliriz. Rojava’yla ilgili birçok defa çözümün ne olduğunu kamuoyuyla paylaştınız, ama yine de geldiğimiz aşama itibariyle çok iç içe geçmiş ilişkiler, taraflar ve kutuplaşmalardan söz ediliyor. Hareket olarak Rojava’da hem Türkiye hem de KDP’yi işin içine katarsak çözüm ne olmalı sizce? Rojava kendi çözümünü yaratıyor, biz bu çözümü çok önemsiyoruz. Rojava halkı doğru yolda, demokrasi yolunda yürüyor. Kürt özgürlüğü yolunda kahramanca yürüyor. Kürt yurtseverliğinin ve Kürt demokratlığının bunu selamlamak ve buna destek vermekten başka bir tutumu olamaz. Bu çok önemli bir çözüm yürüyüşü. Kendi içinde demokrasiyi inşa ediyor. Bütün halkları, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni bütün toplumsal kesimler katıyor. Bütün cinsiyetleri katıyor, kadınlar işte Kürdistan’da ilk defa bir yönetim başkanı oldular, Afrin’de. İlkler orada gerçekleşiyor. Kürt Ulusal Kongresi’nde de bir kadın eş başkan olsun, dedik. Bazı partiler kıyamet kopardılar. Oysa Rojava’nın demokratik özerk bölgelerinin yönetim başkanlığını kadınlar yapıyorlar, sadece eş başkan da değil. Tek kişilik başkanlıkla yönetiyorlar, böylesi demokratik temsil var. Bu çok önemli, bunu bir defa görmek gereklidir. Bu bir model aslında, Kürdistan’ın diğer parçaları için bir model, hem de Suriye ve Ortadoğu için bir model. Aslında Rojava’da gerçekleşenin iki tarafa da uygulanma imkanı var. Sadece bir Kürt sorununu çözme modeli değil, sadece Rojava’yla sınırlı değil. Bütün Suriye demokrasisini, demokratik birliğini gerçekleştirecek bir model. Güneyi de zorluyor aslında. Güney’de de birçok tartışma Rojava’daki gelişmeler üzerine çıktı. KDP kendi dışında bir irade, Kürt iradesi olsun istemiyor. AKP soykırımcı çizgiyi sürdürüyor. Her ne kadar Dersim soykırımı şu, bu dese de, bu dil ucunda kalıyor. İç politika etkeni olarak kullanılıyor. Aslında soykırımcı politikayı değiştirmiş değil, Türkiye’de yeni bir politika, halkların demokratik siyasetini oturtmuş değil. Onun için Rojava’daki gelişmeler, Kürdün kimliği, adı gelişince ulusal varlığına tehdit olarak görüyor. Her ikisi de böyle bir modelin gelişmesinden korkuyorlar. Rojava’daki model AKP ve KDP’nin maskesini düşürüyor. Türkiye’yi de, Güney Kürdistanı da etkiliyor. Buralardaki rejimlerin anti-demokratik karakterlerini, yüzlerini açığa çıkarıyor. Bundan da endişe ediyorlar. Bizim maskemizi düşürüyor, toplumu bilinçlendiriyor, uyarıyor, diye korkuyorlar; bu kadar karşıt olmalarının, tepki göstermelerinin bir nedeni olarak bunları da sayabiliriz. Rojava’da savaş, Kuzey’de barış olur mu? Bu mümkün mü? Örneğin Güney Kürdistan’ın Kürt iradesini tanıyacaksın, Kuzey Kürdistan’da ise Kürtleri yok etmek için en vahşi özel savaşı yürüteceksin. Bu noktada Tayyip Erdoğan’la Tansu Çiller arasında hiçbir fark yok.1990’ların başında Güreş, Çiller, Ağar çetesinin uyguladığı komple savaş konseptinin bir benzerini Tayyip Erdoğan’da uyguluyor. Zaten 25 Ağustos 2005’de topyekûn savaş kararı almadılar mı, aldılar. Aynı şeyi uyguluyor, sadece bir yöntem değişikliği var. Onlar silahla katlediyorlardı, bu da polis terörüyle sindiriyor, hapse koyuyor. Polis terörü ve cezaevi, zindan baskısını uyguluyor, yani yöntem farlılığı var. Politika aynı, politika yapılanlar aynı. Böyle olunca bu mümkün değil. Dikkat edelim bu anlamda Kuzey’de böyle davranırken; AKP’nin Güney Kürdistan’la ilişkilerini, Kürt iradesini tanıyan, demokratik ilişkidir, diye bilir misiniz, hayır. Çıkar ilişkileri ne kadar kirli, belli bile değil. Henüz daha altında neler var açığa çıkmamış. Burada kesinlikle özgür irade ilişkisi yok, demokratik ilişki yok. Kürt varlığını kabul eden ilişki yok. O bakımdan da aslında kabul etmiyor; o da bir göstergedir. Rojava’daki tutumu neyse Kuzey’deki tutumu da odur. Kuzey’deki tutumu neyse, Güney’deki Kürt’e yaklaşımı da o. Kürtler bugün tarihten ders çıkarmayacaklarsa daha ne yapacaklar. 100 yıldır soykırım yaşıyorlar. Tarihten ders çıkartıcı olmak lazım, bütün Kürtler çıkartmalı. AKP’dir, şu bu değil. Ankara’da hangi yönetim olursa olsun, bütün Kürdistan’ın dört parçasındaki ve yurt dışındaki Kürtlere yaklaşımı aynıdır. O anlamda AKP, kendisine yaklaşımı doğru anlamak istiyorsa, çevresindeki Kürtlere yaklaşımına da baksın. Hepsine baksın, bu ortaktır. Kuzey’e öyle yaklaşır, Güney’i farklı kabul edemez. Güney’i kandırmaya çalışıyor o zaman. Herkes bu konuda gerçekçi olmalı, tarihten ders çıkarmasını bilmeli. Bu kadar katliam yaşandı, bir rejim gerçeği var. Hali hazırda Kürt varlığını kabul etmiyor, AKP de kabul etmiyor. Tayyip Erdoğan, bir gün çıksın, ‘Kürt halkı’ desin; Kürt milleti desin. Kürt halkının hakları desin, diyor mu? Yoktur. Bu kavramları kullanma yoktur. Kürt kökenli vatandaşlarım, bilmem Kürdün hakkı vb. Türkler, Kürtler, Çerkezler tekerlemeleri. Ardından hemen tek millet, tek devlet; bunlar faşizmin söylemleridir. Özü faşist ama diline bazı şeyler getirerek aslında bazılarını kandırmaya çalışan bir tutum. Oyalayıcı iki yüzlü bir yaklaşım.T24
İçişleri Bakanlığı Lice Olaylarını Soruşturacak
İçişleri Bakanlığı, Lice’de cumartesi günü iki kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylarla ilgili soruşturma açılacağını açıkladı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da Lice'deki olaylarla ilgili soruşturma başlattı. İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, 'Konunun kapsamlı bir şekilde soruşturulması için Bakanlığımızca mülkiye müfettişleri görevlendirilmiştir' denildi. Diyarbakır'ın Lice ilçesinde cumartesi akşamı yok kapatan eylemcilerle güvenlik güçleri arasında çatışma çıkmış, eylemcilerden iki kişi ölmüştü. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da Lice'deki olaylarla ilgili soruşturma başlattı. Görevlendirilen 2 savcı dün gece hayatını kaybeden Ramazan Baran ve Baki Akdemir'in otopsilerine katıldı. Baki Akdemir'in otopsisinin yapılması için Diyarbakır'dan görevlendirilen savcı ve teknik ekibin helikopterle Lice'ye gittiği belirtildi. Diyarbakır'da otopsisi yapılan Ramazan Baran'ın vücudunda iki mermi giriş ve çıkışı olduğu öğrenildi. Hayatını kaybeden iki kişinin de vücutlarında mermi çekirdeği bulunmadığının da otopside tespit edildiği ifade edildi. Soruşturmada görevlendirilen savcılar olayın meydana geldiği bölgede konuşlanan askerlerin silahlarını da incelemeye aldı. Soruşturmayı yapan savcıların olay yerine giderek delil taraması yapacağı ve olay yeri inceleme çalışmasına bizzat katılacağı da kaydedildi. Savcıların elde edilen boş kovanlar ve silahların kriminal karşılaştırmalarını yaptırarak, ölüm olayına neden olan silahı tespit etmeye çalıştığı belirtildi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Ramazan Solmaz, olayın ardından adli soruşturma başlatıldığı ve otopsi işlemleri için savcıların görevlendirildiğini söyledi. Solmaz, ölüme neden olan silahların nereden, ne şekilde ateşlendiğinin tespiti için titiz bir inceleme yaptıklarını ve bu noktada her ihtimali değerlendirdiklerini de ifade etti. Genelkurmay'dan açıklama Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi internet sitesinden Lice'deki olaylarla ilgili açıklama yayınlandı. Açıklamada, 'Bölücü terör örgütüne müzahir bir grup tarafından, Diyarbakır-Bingöl karayolunun emniyetinin sağlanması maksadıyla, Diyarbakır'ın Lice İlçesi Çalıbükü Mahallesi mülki sınırları içerisinde bulunan Kevribel Tepe'de konuşlu Jandarma Komando Timlerine, ses bombası, molotof kokteyli, El Yapımı Patlayıcı (EYP) ve havai fişek ile saldırılmış, eşzamanlı olarak grup içerisindeki bölücü terör örgütü mensubu üç şahıs tarafından unsurlarımıza ateş açılmıştır. Saldırı sırasında saat 18.15 sularında atılan parça tesirli EYP'nin patlaması sonucu, bir Jandarma Astsubayımız hayati tehlikesi olmayacak şekilde yaralanmıştır. Yapılan saldırıya unsurlarımız tarafından karşılık verilmiş, açılan karşı ateş sırasında, bölücü terör örgütünün şehir yapılanmasında faaliyet gösteren bir terörist mevzilere sızma girişimi esnasında yaralanmıştır' denildi. Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında olay yerine giden olay yeri inceleme ekiplerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldığı belirterek, şöyle denildi: 'Olay yerinde yapılan inceleme neticesinde, içerisinde EYP, molotof kokteyli ve boş Biksi kovanı bulunan ve saldırıda yaralanarak vefat eden şahsa ait bir adet sırt çantası bulunmuştur. Olayların aralıklı olarak devam ettiği esnada, saat 19.30 sularında, bir şahıs, ateşli silah yaralanması nedeniyle, Kevribel Tepe bölgesinden 112 Acil Servisle, Lice Devlet Hastanesi'ne sevk edildiği öğrenilmiştir. Söz konusu yaralı şahıs, helikopterle Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiş olup, hayati tehlikesi bulunmaktadır. Bir grup vatandaş tarafından, 08 Haziran 2014 tarihinde saat 00.20 sularında, anılan bölgede yaşanan olaylarda vurulduğu iddiasıyla bir erkek cesedi Lice Devlet Hastanesi'ne getirilmiştir. Lice Cumhuriyet Savcısının talimatıyla, anılan şahsın, otopsi işlemleri, 08 Haziran 2014 sabahı, Malatya Adli Tıp Kurumu'ndan, Lice İlçesine gelen uzman personel tarafından yapılmıştır. Ailesi tarafından, şahsın Malatya Adli Tıp Kurumuna götürülmesi engellenmiştir.' 'Başbakan tarihsel hatayı sürdürüyor' Halkların Demokratik Partisi (HDP), Lice'de yaşananları kınayan bir açıklama yaptı. HDP 'Demokratik siyasal çözüm için sunulan politik önerileri, zemin ve fırsatları elinin tersiyle iten Başbakan Erdoğan ve siyasi iktidar, büyük bir tarihsel hatayı sürdürüyor' dedi. AK Parti'nin demokratik bir çözüm konusunda güven vermediği ifade edilen açıklamada, karakol inşaatları da eleştirildi: 'Karakol-kalekol yapımlarına karşı çıkan halka saldırmak çözüm ve demokratikleşme politikası olamaz. Başbakan Erdoğan'ın B ve C planlarının ne olduğu bir kez daha görülmüştür: Özgürlük ve demokrasi taleplerini kırmak, seçim döneminde zaman kazanmak için oyalamak, 'en az ve en geç ver' politikasını sürdürmek.' HDP açıklamada Lice'de yaşanan son olayların Diyarbakır'daki Çözüm Süreci Çalıştayı'ndan hemen sonra gerçekleşmesinin tesadüf olmadığını, bu yolla 'halkın tepkilerini bastırmak için siyasal meşruiyet yaratılmaya çalışıldığını' iddia etti. HDP'den yapılan bir başka açıklamada da partinin bu haftaki grup toplantısının salı günü Diyarbakır'da yapılacağı, bu nedenle HDP Eş Genel Başkanları Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü ile BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın pazartesi günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu kabul programının başka bir tarihe ertelendiği belirtildi. KCK gençleri dağa çağırdı Diyarbakır'ın Lice ilçesinde güvenlik güçlerinin, bölgedeki yüksek güvenlikli karakol inşaatlarını protesto için yol kapatan göstericilere müdahalesinde iki kişinin ölmesinin ardından PKK'nın çatı örgütü KCK bir açıklama yaptı. KCK Başkanlık Konseyi'nden yapılan açıklamada, AK Parti hükümeti suçlandı ve Başbakan Tayyip Erdoğan eski başbakanlardan Tansu Çiller'e benzetildi: AKP'nin on iki yıllık politikası açıkça göstermiştir ki, Tayyip Erdoğan ile Çiller arasında amaç ve hedefte bir fark yoktur; sadece Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmede yöntem değişikliğine gidilmiştir. Kürt halkının özgürlük mücadelesi geliştikçe, kültürel soykırımcı sömürgecilik teşhir oldukça devlet de Kürtlere karşı mücadele yol ve yöntemlerini değiştirmiştir. Kuşkusuz bu yöntem değişikliğine yaşadığı sıkışıklık nedeniyle gitmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi devletin bu sıkışıklığını görerek demokratik siyasal çözüm için zemin ve fırsat sunmuştur. AKP bu demokratik siyasal çözüm yaklaşımlarına olumlu bir cevap vermediği gibi, Önder Apo'nun bir buçuk yıl önce başlattığı demokratik siyasal yollarla çözüm zeminini de kullanmamıştır. KCK, Kürtleri 'Lice'yi sahiplenmeye. gençleri de ' bu saldırılara karşı meşru savunmayı güçlendirmek için gerillaya katılmaya' çağırdı. 'Lice, sürece sıkılan kurşun' Diyarbakır'da kurulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) de Lice'de yaşananlarla ilgili hükümeti suçlayan bir açıklama yaptı. 'Lice’de sivil halkımıza sıkılan kurşunlar demokratik çözüm sürecine sıkılan kurşunlardır. Lice’deki katliam Türkiye halklarının gönüllü birlikteliğine, demokratik geleceğine, özgür yarınlarına yönelik yapılan katliamdır. Oyalama, kandırma ve zamana yaymacı politikalarla bu ülkeyi uçuruma sürükleyen, Türkiye halklarının geleceğini karartmak isteyen AKP iktidarına karşı ortak mücadeleyi büyütmek tüm demokrasi güçlerinin öncelikli sorumluluğudur. Bir yandan barış ve demokratik çözümü dilinden düşürmeyen AKP iktidarı diğer yandan sürece uygun adımlar atmaması; karakol, kalekol yapımları, kullandığı çatışmacı ve tehditkâr dil ile bu katliamın asıl sorumlusudur. Bu katliamlarla AKP iktidarı gerçek yüzünü açığa çıkarmış, çözüm sürecinden ne kadar uzak olduğunu tüm Türkiye ve dünyaya bir kez daha göstermiştir.' DTK açıklamasında, 'Şu iyi bilinmelidir ki Kürt halkı dün olduğu gibi bugün de hiçbir zaman yasaklarla, baskılarla, katliamlarla demokratik, eşit ve özgür yaşam yürüyüşünden, varlığını korumaktan ve özgürlüğünü sağlamaktan vazgeçmeyecektir. Halkımız her türlü engellemelere ve bedellere rağmen bu onurlu yürüyüşüne sonuç alıncaya kadar devam edecektir. Kürt halkının bu kararlılığını herkese ve her kesime bir kez daha hatırlatmak isteriz.' denildi. Diyarbakır'ın Lice ilçesi ve çevresinde geçen çarşamba günü sabah saat 06.00 sıralarında PKK'lılara karşı operasyon başlatılmıştı. aljazeera.com.tr
28 Şubat Davası'nda Demirel Tanık Olarak Dinlenecek
28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın, 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak' suçundan yargılandıkları davanın duruşmasına devam edildi.Kapatılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 10. maddesiyle yetkili Ankara 13. Ağır Ceza Mahkeemesi yerine Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, müştekilerin ifadeleri ile bu doğrultuda sanık ve avukatlarının soruları alındı. Sanık Abdullah Kılıçarslan, müşteki Reşat Petek'in konuşmasında sanıklarla ilgili 'hainler' ifadesini kullandığını belirterek, Petek hakkında mahkeme huzurunda suç duyurusunda bulunduğunu söyledi. Petek'in ifadeleriyle ilgili söz alan emekli Orgeneral sanık Çevik Bir, Genelkurmay Başkanlığının irticayla ilgilenmesinin görevi olmadığının söylenemeyeceğini belirtti. Genelkurmay'da kurulan çalışma gruplarıyla bölücü terör veya başka tehditlerle ilgili çalışmalar yaptıklarını anlatan Bir, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) tavsiye kararı gereği irticayla mücadele konusunda da çalışma yaptıklarını ve devleti bilgilendirdiklerini söyledi. Çevik Bir, Batı Çalışma Grubu'nun çalımalarının dönemin Başbakanı merhum Necmettin Erbakan tarafından da bilindiğini kaydetti. 'Erbakan devlet adamıdır' Söz alan dönemin MGK Genel Sekreteri İlhan Kılıç, hükümete askerlerin belgeleri getirip dikte ettirdiği yönündeki iddialara katılmadığını dile getirerek, 'Orada devlet adamları var. Erbakan çok devlet adamıdır. Siyasi parti lideri, dini yönden Erbakan'ı tanımıyorum ama devlet adamı Erbakan'ı tanıyorum. Çok iyi bir devlet adamıydı. Erbakan, beni oğlu gibi sever, bana 'paşa hazretleri' diyen yegane insandır' diye konuştu. MGK kararının 18 maddesinin de Bakanlar Kurulu'nun tümü tarafından imzalandığını belirten Kılıç, '28 Şubat incelenecekse toptan incelenmesi lazım. 'Genelkurmay bilmem ne yapmış'la olmaz. Ben 27 Mayıs'ı yaşadım. Darbe böyle olmaz, ben size sonra darbeyi anlatırım. Burada kimsenin suçu yok. Darbe tabirini yanlış kullanıyorsunuz, darbenin de bir raconu vardır' dedi. 'Çalışma grupları hep kurulmuştur' Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak da Genelkurmay olarak Türkiye'deki irtica resmini görmek ve tespitler yapmak üzere emirle çalışma grubu kurduklarını anlattı. Özkasnak, 'Batı Çalışma Grubu, Genelkurmay tarafından kurulan onlarca çalışma grubundan birisidir. Bu tip çalışma grupları hep kurulmuştur' diye konuştu. Sanık emekli Orgeneral Fevzi Türkeri de irticai tehdidin Genelkurmay Başkanlığı'nca ortaya konulduğu, gerçekte böyle bir tehdit bulunmadığının iddia edildiğini hatırlattı. Türkeri, şu değerlendirmeleri yaptı: 'Oysa ki o tarihte MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü rapor ve etüdleri incelendiğinde irticai tehdidin hangi boyutlarda olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. 28 Şubat MGK toplantısında MİT'in bir takdimi vardır. Bu brinfingde irticai tehdit ayrıntılı MİT tarafından anlatılmıştır. İrtica tehdidini Silahlı Kuvvetler değil devletin istihbarat birimleri ortaya koymuştur.' Askerlikten atılan müşteki Demir Müşteki Bülent Demir de askerlikten irticai faaliyetler gerekçesiyle atıldığını söyledi. Demir, askerlik hayatı boyunca takdir belgeleri aldığını ancak başörtülü birisiyle evlendikten sonra sakıncalı personel haline geldiğini ileri sürdü. Evlendikten sonra eşinin ve kendisinin hep baskı gördüğünü iddia eden Demir, şunları kaydetti: '3 ay iş aradım, iplik fabrikasında asgari ücretle çalıştım. TSK'dan ihraç edilmiş, sakıncalı personel olarak vebalı insan muamelesi gördüm. Benim gibi binlerce insan var. Toprağın altındaki Mahkemeyi Kübra'da bir hesap daha verilecek. Akşamları yataklarına uzandıklarında veya ramazanda secdede lütfen iki damla gözyaşı döksünler, tövbe etsinler.' Bülent Demir, sanık avukatlarının soruları üzerine 2002 yılı Kasım ayında TSK'dan ilişiğinin kesildiğini aktardı. Sanık Çetin Doğan'ın avukatı Hüseyin Ersöz'ün 'Söylediğiniz tarihte emekliye ayrılmış bu sanık grubu sizin nasıl atılmanıza etki etmiş olabilir' sorusuna Demir, '1996-1997 yılındaki Batı Çalışma Grubu'nun periyoduk olarak yazışmaları devam ettirilmiştir. Sanıklar arasında bu işlemi başlatan ve personelin tasfiyesiyle sonuçlanan bir irade vardır. Sebep olan yapan gibidir. Batı Çalışma Grubu'nda o kararlar alınmasıydı, benim gibi binlerce insan atılmayacaktı' yanıtını verdi. Bülent Demir, sanık olarak yargılanan 103 komutanın bizzat imzalarının bulunduğunu düşünmediğini belirterek, 'Eşimin başörtülü olması ve alkol kullanmamam nedeniyle ordudan ilişiğimin kesilmesinin nedeni Batı Çalışma Gurubu'nun terör örgütü olmasıdır. Komutanlarımızın artık Başbakanla İslamla başörtüsüyle barışmasını istiyorum' diye konuştu. 'Nerede bir asker görülürse cezaevine tıkılmak zorunda mı?' Sanıkların avukatı Şemsettin Tolga Altan Batı Çalışma Gurubu'na terör örgütü denilmesine mahkeme heyetinin tepki göstermesini isteyerek, şunları söyledi: 'Batı Çalışma Gurubu bir terör örgütü değildir. Artık bu alışkanlıklarımızdan vazgeçelim. İddianamede bile terör örgütü ifadesi kullanılmadı. Nerede bir asker görülürse terör örgütü diye cezaevine tıkılmak zorunda mı? Başka bir suç bulun efendim. İnsanların şerefine şahsiyetine açık saldırılar oluyor bu duruma müdahale etmeninizi talep ediyorum.' Sanık avukatları müşteki Bülent Demir'in 2002 yılında silahlı kuvvetlerle ilişiğinin kesildiğini, davayla illiyet bağı bulunmadığından müşteki talebinin reddine karar verilmesini istedi. Müşteki ifadeleriyle ilgili söz alan sanık emekli Tuğgeneral Abdullah Kılıçarslan da 'Biz Silopi'de göreve operasyona çıkmadan önce mutlaka namaz kılardık, benim komutanım Fevzi Türkeri kendisi de burada hiçbir zaman buna karışmadı. 'Niye namaz kılıyorsunuz' demedi. Her cuma namazı kılınırdı. Kimse 'niye namaz kıldınız' demedi, bizi ordudan atmadı. TSK'dan kimse namaz kılıyor diye atılmaz. Ben 9 yaşından beri oruç tutuyorum, namaz kılıyorum' diye konuştu. Duruşmaya katılan diğer müştekiler de 28 Şubat mağduru olmaları nedeniyle sanıklardan şikayetçi olduklarını ve davaya katılmak istediklerini söyledi. Duruşmada dönemin Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanı olan sanıkların avukatları, mükveklillerinin suç tarihindeki görevleri nedeniyle yargılamanın Anayasa Mahkemesi'nde yapılması gerektiğini belirttiler. Sanıklar ve avukatları ayrıca yurt dışı yasağı tedbiriyle tahliye olan sanıkların yurt dışı yasaklarının kaldırılmasını talep etti. Sanık avukatları ayrıca dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in telekonferans yoluyla dinlenmesini istediler. Demirel dinlenecek Savcı Levent Şahin, dönemin genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanı sanıkların, Anayasa Mahkemesi'nde yargılanıp yarglıanmayacağıyla ilgili görev yönünden değerlendirme yapılmasını istedi. Savcı Şahin, Ağır Ceza Mahkemesi'nin görevli olduğunu düşünülmesi halinde, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in dinlenilmesi ve görüşünün alınmasını talep etti. 28 Şubat Davası'na bakan Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi de davada dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in dinlenilmesine, beyanda bulunmak isterse beyanının alınmasına karar verdi. Aylin Sırıklı / AA
Pervin Buldan'dan, Çiller'e Şaşırtan Tweet
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, ayağı kırılan eski başbakanlardan Tansu Çiller ile ilgili attığı tweet şaşırttı.Buldan, 'Tansu Çiller'in ayağı kırılmış Yetmez ama EVET.!' ifadelerini kullandı. Pervin Buldan'ın eşi işadamı Savaş Buldan, Tansu Çiller'in başbakanlık yaptığı dönemde faili meçhul bir cinayete kurban gitmişti. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda, ifade veren Tansu Çiller işadamı Savaş Buldan'ın infaz emrini verdiği yönündeki bir soru üzerine gözyaşlarına hakim olamamıştı. F5Haber
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
RTÜK, TRT’nin yayın ilkelerini ihlal ettiğine ilişkin raporun “Gereği yapılmak üzere” Yüksek Seçim Kurulu’na gönderilmesine karar verdi. RTÜK’ün “İzleme ve Değerlendirme Raporu”na göre TRT, 22 Şubat-2 Mart arasında toplam yayın süresinin 13 saat 32 dakikasını Ak Parti’ye ayırırken, muhalefete 2 ile 48 dakika arasında zaman verdi. TRT’nin seçim yayınlarının yüzde 89.52’si (13 saat 32 dakika) AK Parti’ye, yüzde 5.29’u (48 dakika) MHP’ye, yüzde 4.96’sı (45 dakika) CHP’ye, yüzde 0.22’si (2 dakika) BDP’ye ayrıldı.
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
17 Aralık’ta ortaya çıkan rezillikler o kadar büyüktü ki, bu ilginç olayın üzerinde durmaya o vakit fırsat bulamamıştım.“Bakan Bey saat kaç” olayından sonra hatırladım, sizlerle de paylaşayım. Bu iş şöyle oluyor:Önce değişik isimler üzerine kontörlü SİM kartları satın alıyorsunuz. Eski Bakan Çağlayan’ın böyle 25 değişik SİM kartı olduğunu telefon kayıtlarından öğrenmiştik.Tabii iş SİM kart almakla bitmiyor. Yine değişik isimlere fatura edilmiş bir o kadar da telefon almalısınız.Sonra kendinize bir fihrist yapıyor ve aldığınız SİM kartlara 1’den mesela 25’e kadar numara veriyorsunuz. Bu “şifre kodlarını” konuşacağınız insanlara da veriyorsunuz ki siz onlara “8 açık” dediğinizde, sizi sekizinci sırada kayıtlı numaradan arayabilsinler.Telefonları şarj ediyorsunuz, ama hiçbirine kart takmıyorsunuz, pillerini de çıkarıyorsunuz ki IMEI numarasından takip edilemesin.
Türk Siyasetine Damga Vuran 10 Sürreal Fotoğraf
Her ne kadar insanın içini bunaltacak kadar karanlık, sıkıcı, öfke dolu ve gergin olsa da Türk siyaseti bile bazen insanın yüzünü güldürmüş, gözlerini parlatmış, kahkahalar attırmıştır. Rembrandt'ın 'Gece Bekçileri'nin replikası pozlar, gerçeküstücülüğün sınırlarında dolaşan bakışlar, herhangi bir anlam vermenin zor olduğu sahneler de siyasetin yüz kaslarımız üzerinde yaptığı istemsiz etkinin birer delili olarak hatıralarda yerini alır. Sizin için 'acaba bu fotoğraf nasıl çekilmiş' diye sorduracak, 'o an ne düşünüyorlardı' diye dertlenecek, bir kere gördükten sonra unutmanızın mümkün olmadığı 10 fotoğrafı seçtik.
Türkiye'nin Politik Tarihinden Nostaljik Meclis Kavgaları
İngiliz Kralı John, karşılaştığı bir dizi isyandan bunalması ve bu işin böyle gitmesi halinde yerine geçebilecek herhangi bir varis olmasa bile bazı baronların kendisini öldürmesinden korkması gibi her mantıklı insanın pek de fena bulmayacağı sebeplerle, bir kerelik olsun bir değişiklik yaparak farzı misal sırf canı öyle istiyor diye kimseyi öldürmemeyi, vergi konusunda da tebaasına danışmayı kabul etti. Bugün Magna Carta Libertatum adıyla bilinen bu büyük sözleşme gerçi John'un hayatını kurtarmasına yardımcı olmadı ama, 'Parliamentum' adıyla bir kurul kurulmasına ve dünyada modern meclis geleneğinin başlamasına neden oldu. 1215 yılında Thames Nehri'nin kenarında bu gelişmeler yaşanırken, bizim buralarda hava birazcık daha değişikti. Daha ortalarda Osmanlı İmparatorluğu yoktu ve John adı verilen keferenin türlü çeşit garbi nedenle vazgeçtiği imtiyazlarına külli sahip olan Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus, kardeşi Alaaddin Keykubat'a karşı kazandığı zaferin ve Sinop vilayetini küffardan alışının tadını çıkartıyordu. Bu sebeple olacak bize Meclis envai çeşit ecnebi memleketten 6 yüzyıl kadar sonra geldi. Gerçi, bu 6 yüzyıl da pek fena yaşanmış değildi ama 19. asrın sonuna gelindiğinde Devlet-i Aliye artık birazcık kendisini çağın dışında kalmış, küffarla mücadelesinde de biraz geriye düşmüş buluyordu.  Bu sebeplerden, Memleketin halifesi, Memalik-i Ali Osmaniye'nin tek maliki, Rum'un sultanı, Cezayir'den Mısır'a envai çeşit memleketin yegane hakimi biricik Osmanlı İmparatoru İkinci Abdülhamid, üstünde güneş batmayan İmparatorluğun İmparatoriçesi, Hindistan'ın maliki, türlü çeşit uzak diyarda olmadık kolonileri bulunan dönemdaşı Büyük Britanya ve İrlanda Kraliçesi Victoria'nın bile parlamento adı verilen bir kuruma bir takım yetkileri bırakarak rahata erdiğini, memleketin külli ahalisini de Benjamin Disraeli adlı bir başka keferenin idaresine bırakmış olması nedeniyle habire yan gelip yattığını ve bayağı da kilo aldığını farkettiğinden olacak, en sonunda bir Anayasa yazılmasını, memleketin her neviden işiyle uğraşmaktansa bu işlerle tebaasından bir takım tabilerin uğraşmasını, bu arada da sağdaki ve soldaki insanların keyfi olarak tavuk gibi öldürülmemesini, kanun ve nizamın hakim olmasını, herkesin belli haklara sahip olup bu hakların da gene tebaaya mensup şahısların görev aldığı mahkemeler eliyle korunmasını kabul etti. Biz de böylelikle 1876 yılında bir Anayasa'ya kavuştuk. En sonunda şükürler olsun, Meclis-i Umumi adıyla parlamentomuz kapılarını Padişah efendimiz tarafından seçilmiş bulunan Heyet-i Ayan ve bu gariban halkın -artık hangi akıllarla Allah bilir- seçtiği bir takım vekillerden oluşan 'Heyet-i Umumi'ye açtı. Biz de tarihimizde ilk kez olsun Mebus denilen insanlarla tanışmış olduk.  Gerçi o zamanın Mebusları da güçlü kuvvetli kimselerdi ama, birbirleriyle şöyle adam akıllı bir kavga etme fırsatı bulamadan Rus Harbi sebebiyle Meclis kapanıverdi. Daha sonraları bazı tarihçiler bunu bazı mebusların Rus Harbi sırasında Padişah Efendimizin asabiyesini bozacak nazarda yaptıkları tenkitlere bağlarlar ama, Padişah hazretlerinin de bu parlamento denilen işe pek akıl sır erdiremediği, canı nasıl çekerse öyle hükmetme hakkı varken hangi sebeple habire durdurulmaya çalışıldığını pek anlamadığı da vakiadır. Sene 1908'e gelindiği zaman memleket ahalisinde bir takım huzursuzluk baş göstermeye başladı. Özellikle baş vergisi denilen bir vergi türü Erzurum'dan İzmir'e ahalinin canını sıkıyor, olmadık yerlerde olmadık isyanlar baş gösteriyor, Padişah efendimizin yolladığı tabur tabur erat bile isyankarlara katılarak 'hak isteriz' de 'hak isteriz' diye tutturuyor, Avrupa'yı mesken eylemiş bir takım zevatın adalet, özgürlük ve eşitlik talepleri memleket ahvalinde de zemin buluyor, millet Anayasa da Anayasa diye birbirini boğazlayacak hale geliyordu. En sonunda Resneli Niyazi Bey namlı bir zat Manastır'da hürriyeti ilan ediverince iş yayından çıktı ve Padişah Efendimiz, Thames nehrinin kenarında duran John gibi düşünerek, Anayasayı bir kez daha kabul etmenin pek fena bir fikir olmadığı noktasına geldi.  Artık bir Padişah tahta çıktığı zaman, Meclis-i Umumi önünde Anayasa hükümlerine uymaya ve millete sadakat yemini ediyor, en üstün iradenin milli iradenin tecellisi olan Anayasa ve hükümleri olduğunu kabul ediyordu. Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra Mondros Mütarekesi ilan edilince, memlekette bir kere daha Meclis kapatıldı.  Gazi Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Kuva-i Milliye hareketi de İstanbul'da açılan Meclis'in pek bir işe yaramadığını, habire kapatılıp açıldığını, böyle açıp kapatma usulüyle de memleketin idaresinin biraz savsakladığını büyük bir isabetle fark ederek, bu Meclis işini Padişah'tan biraz uzakta Ankara civarında hayata geçirmenin çok daha sağlıklı olacağını, hem bu suretle İşgal Kuvvetleri ile de pek muhatap olunmadığını öngörerek, Ankara'da Büyük Millet Meclisini açtılar.  O tarihten itibaren de yüce Meclisimizin çatısı altında vatan görevini ifa etmekte olan vekillerimiz arasında nümayiş hiç eksik olmadı. Vekiller kah alengirli sözcükler ve ithamlarla birbirlerine vatan aşklarını gösteriyor, kah sövgülerle millete hizmet sevdalarını dermeyan ediyor, bazı hallerde fiziken birbirlerine müdahalede bulunmak suretiyle milli çıkarları koruma noktasındaki kararlılıklarını birinci elden gösteriyordu.  Her ne kadar bazı başka parlamentolarda vekiller Judo, Aikido, Karate hatta Kick Boks gibi sporlarla gençlerini teşvik etme yolunda büyük merhaleler kat etmiş olsa da, bizim parlamentomuz böyle bir boyut asla kazanmadı. Konunun özünden sapmadan ve yan yollara dalaşmadan birbirinin üstüne çullanan, yürüyen, tokat, tekme, kafa atma gibi geleneksel ikna yöntemleriyle işini görmeye keskin kararlı vekillerimiz sayesinde memleketin her tarafında tartışma adap ve usulü gittikçe gelişti. Yasama görevini sadece bir gönül ve fikir işi olmaktan çıkartıp fiziki bir kondisyon meselesi haline de getiren bu yöntem uzun yıllar parlamentomuza damgasını vurduğundan olacak, kanun yapma işi de bayağı önemli bir anlam kazandı. Artık kanunlarımız sadece manen veya zihnen yetkin vekillerimiz eliyle değil, aynı zamanda fiziken de dirayetli, memleketin hangi ucuna gitse kondisyonuyla parmak ısırtacak vekillerimiz aracılığıyla yapılıyor, bir kanun vekillerimizi listelere yazan haşmetmaaplarının hoşuna gitmeyecek olsun gerekirse boğaz boğaza ceng edilerek hali yoluna koyuluyor.