Kahraman Güler Yazio: Mükemmeliyetçi Olduğunu Nereden Anlarsın?
“Mükemmel”, “Mükemmeliyet”, “Mükemmeliyetçi”… Çoğu zaman kulağa hoş gelen, iyiyi ve başarıyı temsil ediyormuş gibi görünen cümlelerdir. Hatta pek çoğumuza cazip geldiği gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Ancak gelin görün ki, mükemmeliyet kavramı bize çağrıştırdıkları gibi, hayatımıza katkılar sağlayan, bizi daha iyiye ve başarıya götüren, yenilmez kılan bir şey değil. Çünkü burada belirlediğimiz yüksek standartlar, ulaşamayacağımız kadar yüksektir. İşin kötü tarafı, sadece yüksek standartlara ulaşmak da yetmez, aynı zaman da hata da yapılmamalıdır. Eminim bu zorlu yolculuğu tanıdık bulanlar olacaktır. Bir de tabi ki “Acaba ben..?” diyenler… O zaman hep birlikte bakalım mükemmeliyetçi kişilerin özellikleri nelermiş?
Özge Selçuk Bozkurt Yazio: Sakura Zamanı
Japonyanın ulusal simgelerinden biri olan Sakura’ların zamanı şimdi. Öyle ki küresel iklim değişiklikleri sebebiyle son 200 yıldaki en erken çiçek açış zamanı bu yıl saptanmış.Narin bitkiler, ortam ve şartlardan en kolay etkilenenlerden.Bu sinyallere “insanlık” çözüm bulamazsa, doğa da çaresiz kalacak; sıra diğer canlılara erkenden gelecektir...
Şeyda Betül Kılıç Yazio: Kayıp Zaman Şimdi
Şimdiki anın içinde, yargılamadan, tüm dikkatimizi tercih ettiğimiz bir şeye, bir duruma odaklayabilmeye mindfullness; bilinçli farkındalık diyoruz. Rastgele, refleksif değil, bile isteye, seçimle yönelmek özgür hissettirir. Karar verebilmenin sorumluluğu ve prefrontal korteks bilgeliğini hissetmenin yolu şimdiki anda ne olup bittiğine tüm varlığımızla dikkat kesilmekle mümkün.
Şeyda Betül Kılıç Yazio: İnsanın Fıtratında Şiddet Var mı?
Konu şiddet olunca meşru cevapların çokluğu kafa karıştırıcı. Biri çıkıp şiddet ihtiyaçtır diyecek olsa, ikna olanların arasında belki anneniz de olur.20 yıl önce Fransız Biyolog Dr. Karli Montreal’de “Şiddet ve Birlikte Var Olma” başlıklı bir konferansta çok farklı bir çalışmayla öne çıktı. ‘’Şiddet hayvansal yanımızda kökenleri bulunan bir kader midir? Yoksa özgürlüğümüzün bir sonucu mudur?’’ sorularını kapsayan 10 yıllık araştırması konferansa damgasını vurmuştu. Dr. Karli araştırmasının sonucuna göre şiddetin bir insanda doğuştan olmadığını söyledi. Bu araştırma, o yıllarda Montreal’de bir gencin üniversitede 14 kız öğrenciyi öldürdüğü olayın ardından oldukça vurucu bir sonuç içeriyordu.
Burak Öge Yazio: Neden İnsanlar Otoriteye Körü Körüne İnanır?
Birçok insan ne söylediğine bakılmadan kimin söylediğine bakarak o düşünceye inanma eğilimindedir. Birçok röportajlarda gördüğümüz durumda bu şekildedir. İnsanalar A parti lideri bunu diyor dediğinde karşı çıkarken, aynı sözü B partisi dediği zaman kabul etme eğilimde oluyor. Artık gerçekleri sorgulamadan insanlar inanma eğilimi içerisinde oluyor. Bu durumun iki sebebi olmaktadır. Birincisi, takipçisi olduğu liderin çekici özelliklerinin olması. İkincisi ise takipçilerin bağlılığı arttıran belliözelliklerinin olmasıdır.
Özge Selçuk Bozkurt Yazio: Hayatımızdan İnsanları ve Nesneleri Kolay Çıkaranlardan mısınız?
O zaman şöyle sorayım: Bir bardak kırdınız “boş ver ya önemli mi, canımdan değerli mi?” der misiniz yoksa “üzüldüm, bu bardağı çok severek almıştım, bugüne kadarmış birlikteliğimiz” deyip kısa da olsa yasını tutar mısınız?Bir bardağı alırken onu sadece parayla almıyoruz, parayı kazanmak için harcadığımız zamanla da alıyoruz. Beğeniyoruz hoşumuza gidiyor alıyoruz.Eve getiriyoruz, yıkıyoruz yerleştiriyoruz.
Ertürk Akşun Yazio: Bilinç Akışı Tekniği ve Toplumsal Sonuçları
Her çağ kendi dilini ve kültürünü, buna ek olarak da kendi ahlakını oluşturur. Tabi ki her çağ kendi dilini ve kültürünü oluştururken, toplumlarda ayrı ayrı kendi kültürlerini ve ahlakını oluşturur, bu ahlak ve kültüründe kendine has dili oluşur. Yozlaşma dilde başlar diye bir söz hatırlıyorum şimdi, çok haklı bir söyleyiş… Toplumlar kültür ve ahlakını oluştururken kullandıkları araçlar resim, müzik, bilim, üretim biçimleri ve tüketim biçimleri ve en önemlisi de edebiyattır. Sözlü veya yazılı edebiyat toplumların kültürünü ve ahlakını oluşturmada ve yaymada kullandıkları en önemli araçtır diyebiliriz. Edebiyatın kullandığı araçlar ise, biçem, hikâye ve dildir. Bizim bu gün üzerine konuşacağımız konu ise edebiyatın anlatım biçimleri. (Elbette seçtiği konular ve hikayeler çağına ve ideolojisi çok uygun ve başat bir roldedir ama bu ayrı bir konu başlığı) Toplumların, kültür ve ahlakını oluşturan en önemli araçlardan bir tanesi edebiyatsa; İşte tam da bu yüzden edebiyat, ideolojik bir hegemonya aracıdır. Peki, ideolojik hegemonya nasıl sağlanır? Kısaca tarif edecek olursak, egemen ideolojinin, dil, bilim, kültür, edebiyat, sinema gibi araçları kullanarak, kimi zaman gözüne sokarak kimi zaman hissettirmeden, her türden görüşü kendine benzetmesiyle sağlanır. Bu süreç çok uzun da olsa meyvelerini verir. Bir müddet sonra güçlü olan ideolojik aygıtlardan dolayı renkler arasındaki fark ortadan kalkar ve vasatta birliktelik kurulur. Sonda söyleyeceğimi baştan söylemem gerekirse, meseleyi şöyle özetleyebilirim; Edebiyat, kendini artık adına “postmodern edebiyat” denen, ne idüğü belirsiz ve mistik, anlaşılmaz ve kavranamaz bir çehrenin hegemonyasına teslim etmiştir. Peki bu nasıl oldu. 20. Yüzyılın ilk yarısında edebiyat bireyi aramak, bulmak ve bireye yeni özgürlük yaratmak adına bilinç akışı tekniğini buldu. 20 yüzyılın son çeyreğinde ise dünyaya postmodern felsefe ve neoliberalizm hâkim olunca bu teknik kötü ellere düşmüş bir yeniyetme gibi çamurun içine çekildi ve bir süre sonra çamurun kendisi oldu. Hep tekrarladığım gibi 1970’lerin sonuna doğru dünya yeni bir ortaçağa girmeye başladı. İktisadi anlamda neoliberalizm, felsefi anlamda postmodernizm, siyasal anlamda da kontgerilla taktiğiyle batının yoğun çabalarıyla dünya yeni ortaçağa girmiş oldu. Şimdi bu günlerde bu yeni ortaçağın sonunu yaşarken zifiri bir karanlık altındayız. Postmodern edebiyat ilk olarak bize insandan uzaklaşmayı büyük gerçekçiliği yok saymayı, yani ormana bakmayı değil, ağaçlara bakmayı, hatta hatta ağaçlara bile değil, ağaçların en ince ayrıntısına bakmamızın bir zorunluluk olduğunu söyledi. Ormanı görmeyi söyleyen hiçbir ideoloji ayrıntının önemsizliğinden bahsetmiyordu oysaki, bir bütünden o bütünü oluşturan parçalara doğru incelemek gerektiğini söylüyordu. Ama postmodern felsefe ve edebiyat bizi ayrıntının çıkmaz sokaklarında öyle bir kaybettirdi ki, ormanın varlığını, hatta var olabileceğini dahi unuttuk.İşte büyük gerçekliği kaybetmek bu şekilde oldu. Gerçek bir kez kaybolduğunda da neler olabileceğini ancak 40 yıl sonra görebildik. Gördüğümüz mü ne, tüm dünyanın yeni bir ortaçağa girmesi. Karanlık, bilimin yerine kişisel gelişim zırvaların konması, tüm dünyada yükselen yeni faşizm, cemaatlerin yeniden hortlaması vs. Çünkü ortadan akıl denen olguyu çıkarırsanız başınıza gelecek budur. Bunu başka bir yazıya bırakıp konumuza dönelim isterseniz.
Şule Arslan Yazio: Nefret Ettiğiniz Birisini Nasıl Unutabilirsiniz?
Sizi rahatsız eden bir şeyi aklınızdan çıkarmaya çalışmak ne kadar zorlayıcı değil mi? Üstelik bu nefret ettiğiniz bir düşünce ya da biriyse durum iki kat zorlayıcı ve can sıkıcı olabilir. Peki nefret ettiğimiz bir kişiyi ya da bir şeyi unutmak mümkün mü? Mesela eski sevgilinizi :)Athena’nın bayıldığım “yalan” parçasındaki o dizeler gibi “AŞK NEFRETE NE YAKINSIN!!” Tıpkı madalyonun iki yüzü gibi. Aşk, ne güçlü bir duygu nefret de öyle. Ünlü İskoç yazar Arthur Conan; 'tutkulu bir aşk, güçlü bir nefretin ikiz kardeşidir' diye anlatıyor aşk ve nefret arasındaki ince çizgiyi... Öyleyse, hakkında bu kadar güçlü duyguların olduğu birini nasıl unutursun?
Şeyda Betül Kılıç Yazio: Duvar Silme Karşılığında Kaç Para Alırdınız?
Şüphesiz mutlu olmak istiyoruz. Bunun onlarca yolu var. Ama mutlu olmanın bir yolu var ki becerebilene aşk olsun. Hem bir şeye kızacak, reddedecek yani tepki göstereceksiniz hem de bu sizi rahatsız etmeyecek. Kimileri bu rahatsızlığa vicdan diyor, kimileri kafa sesi, kimi de kalıp (temel) inanç… Adının bir önemi yok, mühim olan bize göre olmayana sınır koyduktan sonra yatıp uyuyabilecek kadar rahat olmak.