onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
Zaman Her Şeyi Çözer Diyenler, Canfeda Konağı’na Uğramamış

etiket Zaman Her Şeyi Çözer Diyenler, Canfeda Konağı’na Uğramamış

user
18.03.2025 - 23:17

Bazı geceler vardır, karanlığın içine gömüldüğünü sanırsın ama aslında tam da o an, bir şeyler filizlenir. Tarık Tufan’ın Gece Açan Çiçekler romanı, işte tam böyle bir geceyi anlatıyor. Bir konağın duvarları arasında sıkışıp kalmış geçmişi, yıllar sonra tekrar yüzeye çıkan sırları ve bir ailenin hiç kapanmayan hesaplarını. Bunu yaparken de okuru geçmişle bugün arasında ince bir ipin üzerinde yürütüyor. Düşmeden, ama her adımda biraz daha tökezleyerek.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Olaylar İstanbul’un Vefa semtinde, bir zamanların görkemli ama şimdi çürümeye yüz tutmuş Canfeda Konağı’nda geçiyor.

Olaylar İstanbul’un Vefa semtinde, bir zamanların görkemli ama şimdi çürümeye yüz tutmuş Canfeda Konağı’nda geçiyor.

Annesinin ölümünün ardından konağın satışı için bir araya gelen dört kardeş—Halide, Cihangir, Zeliha ve Nihal—aslında sadece bir mülkiyet meselesini halletmek için buluşmuyorlar. Hepsinin orada bir geçmişle yüzleşmesi, birbirlerine itiraf edemedikleri şeyleri açığa çıkarması gerekiyor. Ancak sorun şu ki, herkes geçmişi başka bir şekilde hatırlıyor. Anılar, duyguların prizmasından kırılıp bambaşka şekillere bürünüyor. Ve Canfeda Konağı’nın kapıları aralandıkça, bu kardeşlerin içinde sakladıkları tüm kırgınlıklar, hesaplaşmalar ve sırlar da birer birer gün yüzüne çıkıyor.

Romanın en güçlü yanı, mekânın adeta yaşayan bir varlık gibi hissedilmesi. Konağın içinde dolaştıkça, sadece odaların rutubet kokusunu değil, geçmişin orada hâlâ asılı duran hayaletlerini de hissediyorsun. Burası, sadece fiziksel anlamda çürüyen bir bina değil; zamanın ve unutulmuşluk hissinin ağırlığı altında ezilmiş bir sembol. Konağın karanlık köşelerinde, belki çocukken oynadıkları ama şimdi kimsenin hatırlamak istemediği anılar saklı. Belki de bu yüzden, uzun zamandır kilitli tutulan bir odanın açılması, sadece fiziksel bir mekânın keşfi değil; aynı zamanda bastırılmış geçmişin de patlaması anlamına geliyor.

Ancak roman yalnızca bugünden ibaret değil. Tarık Tufan, hikâyeyi bir başka zaman dilimiyle ustaca iç içe geçiriyor: 1900’lerin başlarında, Osmanlı zindanlarında yaşanan bir trajediyle. Bu kısımda Derviş Ali’nin hikâyesi devreye giriyor. O, devrik Sultan Abdülhamid döneminde zindana atılmış, hayatta kalma mücadelesi veren bir genç. Onun kaderi, Osmanlı’nın son saray ressamlarından Fausto Zonaro ile kesiştiğinde, hikâye sadece bireysel bir hayatta kalma savaşı olmaktan çıkıp, Doğu ile Batı’nın, sanatla politikanın, özgürlükle teslimiyetin kesiştiği bir noktaya taşınıyor. Derviş Ali’nin yaşadıkları ve Halide’nin konağa hapsolmuş hayatı arasında kurulan paralellik, romanın belki de en etkileyici yanlarından biri. Birbirinden yüzyıl arayla yaşayan bu iki insan, aslında aynı duvarların içine sıkışıp kalmış ruhlar gibi.

Romanın merkezinde, özellikle Halide’nin hikâyesi büyük bir ağırlık taşıyor.

Romanın merkezinde, özellikle Halide’nin hikâyesi büyük bir ağırlık taşıyor.

Her ailenin bir Halide’si vardır: Kendini feda eden, geride kalan, herkes kendi yolunu çizerken o yolu açık tutmaya çalışan kişi. Halide, çocukluğundan itibaren kardeşlerinin arkasını toplayan, anne figürünün yokluğunu doldurmaya çalışan, ama bir noktada kendini tamamen unutmuş biri. Onun hikâyesi, yalnızlığı öyle derin bir şekilde işliyor ki, bazen Halide’yi oturtup bir fincan çay uzatmak, “Anlat, içini dök” demek istiyorsun. Tufan, Halide’nin ruh hâlini incelikle işleyerek, onun yalnızlığını sayfaların arasına sızan bir hüzünle veriyor.

Cihangir, Zeliha ve Nihal ise hayatın başka yerlere savurduğu, ama istemeden de olsa bu konağa geri dönmek zorunda kalan diğer kardeşler. Hepsinin içinde kendilerine ait bir kaçış hikâyesi var. Yıllar boyunca biriktirdikleri kırgınlıklar, söylenmemiş sözler, bastırılmış hesaplaşmalar… Konakta geçirdikleri o gece, yalnızca bir mal paylaşımı değil; aynı zamanda bu hesapların da açıldığı bir mahkeme gibi. Ama güzel olan şu ki, Tufan bu yüzleşmeleri bir dram şovuna çevirmiyor. Öfkenin ve hayal kırıklığının ardından, karakterlerine affetme ve anlaşılma şansı da veriyor. Çünkü bazen en büyük ceza, geçmişi unutmaya çalışmak değil, onu gerçekten anlamaktır.

Tarık Tufan’ın dili, yine kendine özgü o melankolik ve içsel sorgulamalarla dolu. Ama bu sefer, hikâyeyi daha sinematografik bir atmosferle kuruyor. Betimlemeler o kadar güçlü ki, konağın içindeki o uzun geceyi gerçekten yaşıyormuşsun gibi hissediyorsun. Sayfalar ilerledikçe, geçmiş ve bugün arasındaki çizgi bulanıklaşıyor, hikâyeler iç içe geçiyor ve sonuçta yalnızca bir aile dramı değil, insanın kendi geçmişiyle nasıl hesaplaştığına dair evrensel bir sorgulama çıkıyor ortaya.

Peki bu roman ne anlatıyor? Aile bağları üzerine mi? Evet. Geçmişle yüzleşmek mi? Kesinlikle. Ama en çok da şu soruyu sorduruyor: Geçmişi kapatıp gitmek gerçekten mümkün mü? Yoksa bazen, ne kadar uzağa gidersen git, ait olduğun yer ve taşıdığın yükler, seni eninde sonunda geri mi çağırıyor? Gece Açan Çiçekler, yalnızca bir roman değil, bir yüzleşme. Okuyunca anlıyorsun ki, bazı yaralar kapanmaz; ama onlarla yaşamayı öğrenmek de bir çeşit özgürlük.

(Görseller: Tarık Tufan Instagram hesabı)

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/video-white Video
category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/test-white Test
DMP tracking codeDMP tracking codeDMP tracking code
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
3
1
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam