Yeşilçam Efsanesi Kapıcılar Kralı'nın Esprilerin Arkasına Gizlediği Siyasi İğnelemelerini Mutlaka Okumalısınız
Bir Kemal Sunal klasiği ve efsanesi olan 1976 yapımı 'Kapıcılar Kralı' filmi, 1970'lerin Türkiye'sini bir apartmanın içine sıkıştırıp her apartman sakinine ülkenin bir karakterini yapıştırmış eşsiz bir başyapıt...
Dönemin sosyal ve siyasi dinamiklerini “komedi” çatısı altında yansıtan bu yapım, Türkiye’yi 12 Eylül Darbesi’ne sürükleyen atmosferi gözler önüne seriyor. Filmdeki hikâye örgüsü, oyunculuklar ve komedi unsuru o denli başarılı ki, sahne ve diyalogların arka planındaki siyasi taşlamaları anlamak için ciddi bir gözlem yapmak gerekiyor.
Biz, sizler için yaptık. Öyleyse içeriğimize buyurun.
Filmin çekim tarihi 1976. Demirel liderliğindeki 1. Milliyetçi Cephe Koalisyonu iktidarda. 12 Mart'ın siyasete etkileri sürüyor, askerin varlığı Demokles'in Kılıcı gibi siyasetçilerin tepesinde geziniyor. Kısa ömürlü koalisyonların huzursuz ettiği halk burnundan soluyor. Böyle bir siyasi konjonktürde, film bizlere, bir apartman dairesinde, bir apartman görevlisinin merkezinde hikâyeyi anlatıyor.
İstifa eden yönetici yerine bilin bakalım kim iktidara geliyor? Emekli bir Albay! Üstelik siyasi tarihimiz boyunca çok alışkın olduğumuz bir ifadeyle... "Biz bu apartmanı sahipsiz bırakmayız" sözleriyle…
'Askeri Yönetim' apartmanın üstündeki baskıyı artırıyor, Kapıcı Seyit daha fazla ezilip daha fazla hor görülüyor. Bunun üzerine Seyit'in yolsuzlukları ve usulsüzlükleri de artıyor. Malum, baskıcı yönetim, kayıt dışı işleri de beraberinde getiriyor.
Apartman yöneticisi tarafından parası kesilen, yevmiyesi elinden alınan Kapıcı Seyit, bunun üzerine Albay'ın oğluna karaborsadan viski satarak yolunu buluyor. Özal'ın 'benim memurum işimi bilir' yaklaşımının öncülü olan bir tavır bu. “Devletin kaynakları sınırlı ise, kendine yeni kaynaklar bul” mantığı.
Filmin sonunda ne mi oluyor dersiniz? Türkiye’nin gerçeklerinden biri ortaya çıkıyor:
Kapıcı Seyit, her darbenin gerekçesi olan 'istikrarsızlığı önlemek, kardeş kavgasına son
vermek, asayişi sağlamak' maksadıyla yönetime el koyuyor.
Bir başka ifadeyle yıllardır biriktirdiği paralar sayesinde apartmanın hissesinin yüzde elli birlik kısmını satın alıyor.
Kapıcılık görevine ise yine kendisinin devam edeceğini söylüyor.
Ortalama bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının Kapıcılar Kralı filmini en az 10 defa izlediği, izlemediyse bile izlenen yerde bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Gelgelelim bu filmleri, çocukluğumuzun masumane parçaları, birer komedi öğeleri olarak değil de dönemin siyasi ve sosyal çatışmalarını yansıtan melodramlar olarak irdelediğimizde karşımıza bambaşka bir portre çıkıyor.
Kapıcılar Kralı da bunun en etkili örneklerinden biri. Film aynı zamanda, İstanbul’da türemeye başlayan “yeni zenginlerin” serüveninden de örnekler sunuyor.
Filmin çeşitli karakterleri Türkiye'nin toplumsal yapısını oluşturan farklı kişileri temsil ediyor.
Alt katta oturan namuslu memurun geçim sıkıntısını, duyduğu her şeyi
apartman yöneticisine yetiştirmeye çalışan jurnalci teyzeyi, polis görünümlü hırsız ve
dolandırıcı komşuları ve en üst katta her şeyden habersiz tefecilik yapan gayrimenkul zengini
yaşlı adamı görüyor, her karakterin Türkiye’deki dinamiklerin yansıması olduğunu anlıyoruz.
Anadolu ücrasından yeni bir umutla İstanbul’a göç eden şark kurnazlarının, İstanbul’un gayrimüslim yerlileri şehri terk ederken, kurnaz ve kıvrak yöntemlerle paraya kavuştuğu izlenimini edinmek mümkün.
Konunun siyasi boyutuna dönecek olursak da, askerin baskısıyla nefes alamayan siyasi iktidarların, sermaye ve paraya kavuştuğunda askerleri bile dize getirebilecekleri mesajı veriliyor.
Diğer taraftan paranın en büyük güç haline geldiği kapitalist sistemde, uzun süre dişini sıktıktan sonra apartmanı satın alarak refaha kavuşan Kapıcı Seyit’in herkes tarafından saygı gösterilen biri haline geldiğini de görüyoruz filmin sonunda.
Bu filme ilişkin değerlendirmelerimi, bir önerimi ve gözlemimi paylaşarak bitirmek isterim:
Türkiye Cumhuriyeti, bir İmparatorluk coğrafyasında kuruldu. Bu coğrafya 600 küsur yıllık bir İmparatorluk deneyiminin izlerini, Cumhuriyet’in ilk yüz yılında da sıklıkla karşımıza çıkardı. Derebeyleri, ağalar, köyden çıkıp şehre inenler, şark kurnazları, demokrasi kültürüne alışmaya çalışan bir ülkenin sancıları…
Ve hatta tarihimizin travmaları, acı hatıraları. Bunların hepsini “komedi” çatısı altında filmlerimizde gördük.
Büyük bir kısmının da üstüne düşünmeden gülüp geçtik.
Ve elbette nereden bilebiliriz ki; bizleri güldürüye boğan Yeşilçam hikayelerinin, aslında açıkça ifade edemediğimiz acıların yansıması olduğunu…
Yorum Yazın
Erlik şaban efsanesi izleyip buraya yazmışsin :)
Osur osur yaz, ne alaka amk.
konu güzel ama baştan sona alıntı anlatım keşke alıntı yaptığın yerinde yazsaydın. erlik Şaban efsanesi..