Türkiye'de Yaşayan Afro-Türkler Hakkında Bilmeniz Gerekenler
Afrika-kökenli Türkler genellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli dönemlerinde köle ticaretiyle ya da başka yollarla Afrika'dan Anadolu'ya gelerek yerleşenlerin çocukları ve torunlarıdır. Bir kısmı Ege ve Akdeniz bölgesinde yerleşerek tarım alanında çalışmış, köyler oluşturmuşlardır. Gerek Osmanlı'da gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Afrika'dan tek tek gelerek burada yerleşenler de vardır.
Afrika kökenli Türklerden yaşlı kuşak kendisini genelde Arap olarak tanımlarken kentte yaşayan genç kuşak ise ‘Afrika kökenli’ demeyi tercih etmektedir.
Osmanlı döneminde Nijer, Suudi Arabistan, Libya, Kenya ve Sudan'dan Afrika kökenliler, genellikle Zanzibar üzerinden köle ticareti yoluylaDalaman, Manavgat, Çukurova, Menderes ve Gediz ovasına getirilmişti. Bazı Afrika kökenliler ise 1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sırasında Girit'ten gelmiş, Ege bölgesine, çoğunlukla da İzmir'e yerleşmiştir. Ayvalıklı Afrika kökenliler Girit'ten gelen atalarının Yunanca konuştuğunu, Türkçeyi sonradan öğrendiklerini söylemektedirler.
Sayıları yaklaşık 5.000 kişi civarındadır
‘Afro-Türkler’ tanınmak istiyor
Birleşik Arap Emirlikleri’nin saygın gazetesi The National Afro-Türklerin peşine düştü. Haberde haklarında çok az şey bilinen Afro-Türklerin kökenleri ve yaşamları araştırıldı
Gazeteye konuşan tarihçi Hakan Erdem’e göre, günümüzde Türkiye’de yaşayan Afro-Türkler’i, 19’uncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu zamanında getirilen 10 bin siyahi köleden bugünkü Türkiye sınırlarında çalıştırılmaya başlayan 1000’inin torunları. Köleliğin sona ermesinin ardından bu kişilerin Ege ve Akdeniz’de yaşayanları kendi toplulukları içersinde evlilikler yaparken İstanbul gibi daha büyük şehirlerde yaşayanlar beyaz Türklerle evlendi. Bu evliliklerle bir kaç kuşak sonra siyahi Afro-Türklerin sayısı ‘görünürde’ azaldı. Bu nedenle bugün aslında Türkiye’de tam olarak kaç Afro-Türk yaşadığı bilinmiyor.
‘Çoğu kökenlerini bilmiyor’
Bugün Türkiye’de yaşayan siyahi Afro-Türklerin buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu söyleyen Erdem, “Beyaz bir çiftin birdenbire siyahi bir bebekleri doğabilir. Bu kişiler ailelerinin kökenini araştırdıklarında bir siyahi büyükanne ile karşılaşabilirler” diyor. Fakat atalarından uzaklaşan sadece beyaz Afro-Türkler değil. Siyahi Afro-Türklerin de büyük bir bölümü assimile olmuş. Çoğu kendini ‘Türk’ olarak tanımlarken dilini, geleneklerini ve hatta kökenlerini bilmiyor. Fakat Zalewski’ye göre ‘Türkiye farklılıkları ve geçmişi ile barışmaya başlayınca’ ülkedeki bir çok farklı etnik grup gibi Afro-Türkler de geçmişlerini araştırmaya başladılar.
Hikâyesini kitaplaştırmış
Bunlardan biri de 58 yaşındaki Mustafa Olpak. Kenyalı bir kölenin torunu olan Olpak, kendi köeknlerini araştırdı ve atalarının hikayesini 2005’te kitap haline getirdi. Olpak, Türklerin Afro-Türklerden habersiz olmasından şikayet ediyor. Afro-Türklerin Dana Bayramı için otobüslerle yola çıktıklarında polislerin kendilerini mülteciler zannederek durduğunu anlatan Olpak, “Fakat kimlik kontrolü yaptıklarında otobüsteki herkesin Ayşe, Fatma, Abdullah adındaki Türkler olduğunu gördüler” diyor. Zalewski, Afro-Türklerin ayrımcılık adına çok az sorun yaşadıklarını ama esas dertlerinin bilinmemek olduğunu yazıyor. Fakat Zalewski’nin görüştüğü Afro-Türkler, aslında tanınmamalarının nedeninin devlet politikaları değil kendi tercihleri olduğunun bir kanıtı... Alev Karakartal küçükken yemek masasına oturduklarında “Neden farklıyız” sorusuna babasının sinirlenerek, “Bunu unut. Biz Türk’üz, Müslüman’ız” diye cevap verdiğini söylüyor. Karakartal evlerinde geçmişlerine, atalarına ait hiçbir eşya, hatıra, fotoğraf olmadığını da sözlerine ekliyor. Zalewski, Afro-Türklerin neredeyse geçmişlerinden geriye sadece renklerinin kaldığını söylüyor. Hasköy’de yaşayan adını vermeyen Afro-Türk bir genç kadın Zalewski’ye, “Afro-Türk, Mafro-Türk. Biz Türk’üz, hepsi bu” diyor. Fakat sayıları az olmakla birlikte bu genç kadından farklı düşünenler de var. Mesela Kerem adlı Afro-Türk, zaman zaman ırkçılıkla karşılaştığını anlatarak “Ben Türk değilim çünkü insanlar beni Türk görmüyorlar” diyor.
‘Bir şey istemiyoruz’
Her ne kadar birçoğu Kerem gibi düşünmese de Afro-Türklerin, Türk hükümetinden bazı istekleri var. Karakartal bu isteklerini Zalewski’ye şöyle özetliyor: “Biz küçük bir topluluğuz. Devletten hiçbir şey istemiyoruz, ne toprak, ne özel uygulama. Biz sadece kim olduğumuzun ve nereden geldiğimizin tanınmasını istiyoruz.”
Afro-Türklerin tarihi
'Buradan iki adam deveyle hacca gitmiş, demişler ki bizim köyde hiç arap çocuk yok, şunu alalım. Anam öyle gelmiş...' Tarih Vakfı, 'Afro-Türk' hikâyelerini topladı
UMAY AKTAŞ SALMAN
İSTANBUL - Ataları 19. yüzyılda köle tüccarları tarafından ya da başka yollarla Anadolu’ya getirildi. Varlıklı ailelerin ev işlerinde ya da tarım alanlarında çalıştırılıyorlardı. Kimilerine göre ‘Arap bacı’ kimilerine göreyse yağmur yağarken camdan bakan Arap kızıydılar. Onlar aslında Afro-Türkler. Tarih Vakfı ‘Sesiz Bir Geçmişten Sesler: Afrika Kökenli ‘Türk’ Olmanın Dünü ve Bugünü’ adlı sözlü tarih çalışmasıyla Türkiye’de yaşayan Afrika kökenli Türkleri araştırdı. Resmi tarih kayıtlarında sessiz kalmış, bugün sayıları 5 binin üzerinde olduğu sanılan Afro-Türkler, sözlü tarif çalışmasıyla geçmişlerini ve bugünlerini dillendirdi.
100 kişi hikâyelerini anlattı
Tarih Vakfı, Avrupa Birliği Komisyonu Delegasyonu tarafından desteklenen projesiyle 100 Afro-Türk’le gö-rüştü. Onların hikâyelerini dinledi. Afrikalılar Dayanışma, Kültür ve Yardımlaşma Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen proje 11 ay sürdü. Çalışma kapsamında İzmir, Aydın, Muğla ve Balıkesir’deki üç farklı kuşağa ulaşıldı. Yaşam öyküsü görüşmeleri köken kurgusu, ekonomik ve toplumsal yaşam, oyun, çocukluk ve iş gibi başlıklar altında gruplandırılarak benzerlikler ve farklılıklar analiz edildi.
Çalışmada anlatılanlar geçmişe ışık tutuyor. Bafa’da yaşayan 104 yaşındaki Rabia Ereneci annesinin Türkiye’ye gelişini şöyle anlatıyor:
“Anamgil orada, ufak çocuk, başı kabak, yalınayak. Burdan iki adam deveyle haca gitmiş... ‘Hem hacıya geldik, hem bizim köyde hiç Arap çocuğu yok, Arap çocuğu almaya geldik. Biz bunları annelerinden babalarından saklı kaçıracağız’ demişler. Anam dil bilmez... Koymuşlar bunları develere, gece gündüz buraya getirmişler...”
İzmirli 70 yaşındaki bakkal Müşerref Çelikay “Arabistan’dan kaçırmışlar derlerdi ninem...”diye anlatıyor. +
Garson Cahit Şenköz’ın atalarına dair bildikleri ise şöyle:
“Dedemin Aydın Germencik’e bağlı Turanlar Köyü’nde doğduğunu biliyorum . Daha öncekilerin de Turanlar’ın karşısındaki Araplar Köyü’nden göç ettiğini biliyorum. O köyün tamamı Afrika kökenli, Sudanlı...”
82 yaşındaki marangoz Kemal Sözgelmez ise çocukluğunda gördüğü siyahları anlatıyor: “Böyle büyük dudaklı, ayak topukları dışarı durur... Öyleleri vardı ki, küpeler vardı kulağında, burunlarında. Üstlerine başlarına peştamal örterlerdi. Manto, entari giymezlerdi. Ninem beş-altı sene oldu öleli, o da aynı Afrikalı kocaman dudaklı.”
Hem kadın, hem ‘zenci’ysen
Anlatılanlar bugün Afro- Türkler’e karşı ayrımcılığın devam ettiğini de gösteriyor. İzmirli bir genç kız yaşadıkları şöyle anlatıyor:
“İzmir’de de sorunla karşılaşıyordum. Türkiye’de bayan olmak zor, zenci olmak daha zor. Isparta’ya gittim, üniversiteye. Herkeste bir şaşkınlık. Yurda gittim, herkes bana bakıyor. Sokaktaki insanın bir şey söylemesi koymuyor ama üniversitede belirli düzeydeki insanların söylemesi koyuyor...”
Şoförlük yapan bir genç ise “Senden başka rengi bozuk insan yok burada” denilerek işten çıkarıldığını söylüyor.
Çoğu ‘Pele’ ve ‘Esmeray’ diye çağırılmış
Sözlü tarih çalışması Afrika kökenli olmaktan dolayı bugüne taşınmış ortak bir kültürel motifin olmadığını gösteriyor. Ancak yaşam öyküleri yüzyıllar öncesine dair ayrıntıları da anlatıyor.
* Yazılı kaynaklar Afrikalıların baharı karşılamak için ‘Dana Bayramı’ yaptıklarını, bunu yöneten ruhani lidere de Godya dediklerini belirtiyor. İzmir’de yaşayan Afrotürklerin anlatıkları 1960’lara dek bu bayramın yapıldığını gösteriyor.
* Görüşme yapılan 100 kişiden sadece 21’i kökenini kölelikle ilişkilendiriyor. Diğerleri köle, kölelik gibi tanımların kullanılmasından hoşlanmıyor.
* Yaşlı kuşak kendisini Arap olarak tanımlıyor, kentte yaşayan gençler ‘Afrika kökenliyiz’ diyor.
* Evililiklerde belirleyici neden renk değil.
* 19. yüzyılda İzmir’in Sabırtaşı, Dolapkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu gibi yoksul zenci mahallelerinden söz ediliyor.
* Rengi nedeniyle ayrımcılık gördük diyenlerin çoğu kentlerde yaşıyor, kendilerine Pele, Esmeray diye isim takıldığını anlatıyor.
* İzmirli siyahlar kendilerini Borno, Afini, Tağali ve Cengi gibi kabile isimleriyle ayırıyor.
Afro Türklerde siyahlık ile yoksulluk iç içe
Afrika kökenliler kendilerini Afro Türk olarak adlandırmaktadır. Afrika kökenliler ile ilgili gerek akademide gerekse sosyal yaşamda çok az şey biliyoruz. Bu alanda çalışan az sayıdaki insandan birisi Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Lülüfer Körükmez. Körükmez, yaklaşık beş yıldır Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma (Afro-Türk) Derneği’nde gönüllü olarak çalışıyor. Akademik ilgi alanında uluslararası göç, etnisite, yoksulluk yer alalan Körükmez, Ten Rengi Ayrımcılığı konulu araştırmasında Afro Türklerin sorunlarına ışık tutmaya çalışıyor. Körükmez, Türkiye'de yaşayan Afro Türkler'in bazılarının beyazlaşma sendromu yaşadığını ve bunun azımsanmayacak bir durum olduğunu belirtiyor.
Afro-Türkler kimdir? Anadolu'ya geliş hikayeleri ne zaman başlar?
L. Körükmez - Çok belirli bir tarih dilimi söyleyemiyoruz. Afro-Türkler, Afrika'nın farklı ülkelerinden köle ticareti amacı ile getirilmiş insanların torunlarının torunlarıdır. Bir kısmı direk Afrika'dan Anadolu'ya, bir kısmı da hac yolu üzerinden kaçırılarak getirilmiştir. Tarihler üzerine çok az kaynak var. Tarihçilerin, arşivler açılmadığı için bilemiyoruz diyorlar, zaten az araştırılan bir konu. Ege ve Akdeniz kıyılarında genelde Batı Anadolu'da yaşıyorlar. O zaman Osmanlı'nın büyük çiftlikleri vardı, bu insanlar da bu çiftliklerde çalıştırılmak için getiriliyorlardı zaten.
Kölelik deyince her zaman akla Atlantik köleciliği gelmiştir. İslam köleciliğine pek bakılmak istenmemiştir. Afro-Türk ve İslam köleliği üzerinden bu konuyu nasıl değerlendirirsiniz?
L. Körükmez - O zaman köle olarak getirilenler Afro-Türk değillerdi. Onlar köle ticareti amacı ile Afrika'dan getirilen insanlardı. Şu anda Anadolu'da yaşayan siyah insanlara Afro-Türk diyoruz. O zamanki kölecilik, transatlantik köleliğinden farklılık gösteriyor. 9-10 yıl çalıştıktan sonra sahibi azat ederse, özgür insanlara dönüşebiliyorlar. Evlenebiliyorlar Bu tür farklılıklar var ama köle statüsü değişmiyor. Kölesiniz! Cumhuriyetten sonra vatandaşlığa geçtikleri sonra biraz toprak, biraz para veriliyor. Azat edilme ile gelen bir takım zorluklar da var. Köleliğin farklılığından söylenenlerin bir tanesi de İslam'da köleliğin olmadığı yönünde. İslam'da kölelik var. Kölelerinize iyi davranın gibi bir takım sözler de var. Köle köledir!
Afro-Türkler kendi içlerine kapanık mı yaşıyorlar? Kendi özelliklerinden dolayı kendi topluluğuna uzak durma eğilimi var mı sizce? Çocuklarının da siyah rengi taşımasın diye beyazlar ile evlenme eğilimi olan kadınlar var mı?
L. Körükmez - Şu anda renk ayrımcılığı ile ilgili bir proje yürütüyoruz. Burada ortaya çıkan sonuçlardan bir tanesi de bu maalesef. Beyazlaşma sendromu diye bir sendrom var. Dünyanın her yerindeki siyahlarda görünen bir sendrom. Çeşitli yöntemler kullanılarak beyaz olmaya çalışıyorlar. Bunların bazıları fiziksel uygulamalar. Çamaşır suyu içip, çamaşır suyu ile yıkanma ile beyazlaşmaya çalışanlar var. İlaç ve kozmetik sektöründe bazı kimyevi maddeler var. Renginizin beyazlatılmasına yarıyorlar. Fiziksel yolu tercih etmeyenler daha sosyal bir yön olan, beyaz biri ile evlenerek beyazlaşma yolunu seçiyorlar. O evlilik ile sizin prestij olarak yükseleceğiniz varsayımı var. Çocuklarınızın beyaz tenli olarak doğmasının isteğidir bu. Buna tam olarak beyazlaşma sendromu diyoruz. Bunu sadece Afro-Türkler değil bütün dünyadaki siyahlar yaşıyor. Siyahlarda görülen bir sendrom bu. Türkiye’de hepsinin yaşadığını söyleyemeyiz ama bazıları yaşıyor. Ama bu azımsanacak bir davranış değil.
Sürdürdüğümüz çalışmada değişik birçok şey daha gördük. Kadınlardan oluşan aileler gördük. Babaanne, kızları, torunları bir arada yaşıyorlar. Erkek yok ailede. Çocuklar dışında yetişkin erkek yok. Kızlar beyazlaşmak için beyaz insanlar ile evleniyorlar. Doğum olduktan sonra erkekler bırakıp gidiyorlar ve aileleri ile kalıyor kadınlar. 2-3 kuşak sürecince kadınlardan oluşan aileler görüyorsunuz. Evlilik yolu ile beyazlaşmanın yollarından bir tanesi. Sendromu yaşama nedeni ise, beyaz rengin iyi estetiğe sahip olduğu duygusu ve düşüncesi. Siyaha dair negatif atılımlar çok yüksek. Ten rengi üzerinden bu sendrom yeniden üretiliyor.
Afro Türkler 1926 yılında Medeni Kanun ile resmen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldular. Ama bu hukuksal düzenlemeler sosyal yaşamda Afro Türkler'i korudu mu?
L. Körükmez - Afro-Türklerin siyahlık ile yoksulluğunun birbirinden ayrılamama durumu var. Bazen siyah tenli olmaktan mı, yoksa yoksulluktan mı bahsettiklerini anlayamıyorsun. Bunlar iç içe geçmiş vaziyette. Eğitim seviyeleri çok düşük. Siyah olması nedeni ile eğitim sürecinde yaşanan ayrımcı pratikler, onları eğitim sürecinden uzaklaştırıyor. İş bulamıyorlar. Bir de kölelik geçmişi var. Siz kanunlar nezdinde bu insanları vatandaş yapsanız da, toprak ya da para verilse de, insanın bir sosyal sermayesi olması gerekiyor. Bir işi devam ettirmesi gerekiyor. Yıllar boyunca köle olarak çalışmış insanlar, özgür olduklarında normal bir hayatı sürdürmekte zorluk yaşıyorlar. Çalışma yaşamında tarlaları olduğu için hemen iş yapamıyorlar. Eski sahiplerine bir işveren olarak geri dönülüyor.
Afro Türklerin yaşadığı ayrımcı pratikler nasıl peki?
L. Körükmez - Günlük hayatta taşıdığı ten rengi nedeni ile çeşitli ayrımcılık pratiklerine maruz kalıyorlar. Örneğin, bir görüşmecimiz anlatmıştı. Otobüse bindikleri zaman, insanlar 'Bismillahirahmanirahim' diyormuş. Siyah tenli birisinin görmemesi için çocukların gözlerinin kapatılması, dürtmeler, parmaklar ile göstermeler var. İnsanların merak kısmı anlaşılabilir bir şey. Türklerin siyah olabileceğini insanlar düşünmüyorlar. 'Ne iyi Türkçe konuşuyorsunuz' cümlesinden sonra hala inanmama, ısrar etme davranışları var. Bu ayrımcılıklarda, pozitif tutum olarak düşünülen bazı tavırların da ayrımcılık içerebileceği durumu var. Başka bir görüşmecimiz ise, ev sahibinin kendisine, 'Seni her gün görmem lazım. Sen benim uğurumsun' dediğini aktardı. Bir yandan uğursuzluk bir yandan uğur olarak nitelendirme durumu var. Tenine dokunup, siyah rengin çıkıp çıkmadığını kontrol etme durumu ile karşılaştık. Ne kadar güzel ten rengin var, ne güzel çikolata renkli birisin diyerek çok çekici olarak tarif ediliyorlar. Sevimlileştirme ve tatlılaştırma gibi ayrımcılık pratikleri var. Siyahın daha açık tonuna sahip olanlar için kaydediliyor bunlar. Örneğin bir görüşmecimizin annesi daha koyu tenli, kızı daha açık tenli. Bunu bir pozitif durum olarak görüyor. Kalabalık arasında ilgi çekiyor ve insanları etrafına toplayabiliyor.
Türklerin kafalarında ve sinemalarda gördükleri bir imge var: Arap bacı
L. Körükmez - Arap bacı, Avrupa'dan gelen bir gelenek. Avrupa'daki bazı gruplar tarafından sürdürülmeye çalışılıyor. Burada da öyle. Arap bacı ev içinde, ev işleri için çalıştırıldığı için genelde bu imge var. Edebiyatta da böyle imgeler vardır. Evde bir dadı vardır. O da arap bacıdır. Bunlar köle torunları ve çocuklarıdır. Türk sinemasında ve edebiyatında bunların örneklerini görebiliriz. Kölelik geleneğinin bir yansıması.
Günümüzde kendileri ile özdeşleştirilen meslek grubu var mı?
L. Körükmez - Tam olarak özdeşleşen bir meslek söyleyemem. Homojen bir grup değiller. Heterojen bir grup. Siyah oldukları için bir sürü meslek grubundan geri kalıyorlar. 'Prezenatabl' olması bekleniyor. Siyah insanın 'prezantabl' olma ihtimali yok sayılıyor. Siyahlığın daha çok 'işlevsel' olduğu meslek gruplarını görebiliyoruz. Erkekler turizmde daha çok çalışabiliyorlar. Çünkü siyahlar orada bir eğlence ve bir iletişim öğesi olarak görülüyor. Bir sürü insanın turizm şirketlerinden çalıştığını görebilirsiniz. Turizmde ofis işlerinde çalışanların sayısı çok az. Daha çok animasyon gibi işlerde çalışıyorlar. Tarımda da çalışıyorlar ama tarım yavaş yavaş öldüğü için büyük fabrikalarda çalışmaya başladılar. Gündelikçi olarak gidiyorlar. Bir örnek daha verebilirim. Pazarlamacı olarak çalışan bir kadın görüşmecimiz var. İletişim kurmada siyahlığa bir kolaylık ve işlevsellik atfedilmiş. Dolayısı ile pazarlamacılar için o insanlar seçilmiş. Bazı meslekleri yapmada problemler yaşanıyor. Polis olamıyorlar mesela.
Başka ne tür pratikler var?
L. Körükmez - Siyahlığın hangi zihinsel kalıplar ile birleştirildiği önemli. Suç ile ilişkilendiriliyorlar. Özellikle siyah erkekler, her gün polis aramasına, çevirmesine, GBT sorgulamasına tabi tutulduklarını söylüyorlar. Bir sürü kalabalık içerisinden diğer insanlara dokunmadan onlara yöneliyorlar. Polisler, 'Gel bakalım, kimliğini göster. Bu kimlik gerçek mi? Sen siyahsın ve kimliğinde Aydın'ın bir ilçesi yazıyor.' gibi diyaloglar yaşandığını öğrendik. Afro-Türklere nereden ve nasıl geldiklerine alakalı bir bilgi aktarılmamış. Kölelik geçmişi travmatik bir şey. Afrikalılık böyle bir şey. Orada gençler ve yaşlılar arasında bir farklılık olduğunu söyleyebilirim. Yaşlılar, Afrika ve kölelik ile daha çok mesafe koyarken, gençler köleliğe bir mesafe koyuyor ama Afrika'ya ilişkin yeniden bir merak canlanışı var. Ama Afrika gidilmesi zor ve pahalı bir yer. Orada günlük hayatın nasıl yürüdüğüne dair meraklar oluşuyor. Biraz egzotize edilerek Afrikalılık ile ilişki kuruluyor. Afro-Türk ile Afro-Türk olmayan siyah karşılaştığı zaman birbirilerini tanısalar da tanımasalar da, birbiri ile selamlaşma yolu ile siyahlık üzerinden kurulan bir bağ olduğunu söyleyebilirim.
Afro Türkler dışarıdan, kendilerine özgü gelenekleri ve kültürleri ne durumda?
L. Körükmez - Bu konuyu Afrika'yı ve Türkiye'yi bilen antropologların çalışması gerekiyor. Bugüne kadar süren öğeleri takip edebilmek için sizin öncesini bilmeniz lazım. Eğer yaşatılan şeyler varsa bile, biz bunları bilemiyoruz. Afro-Türkler, zeybek oynayabiliyor, Ege şivesi ile konuşabiliyorlar. Afrika'dan gelip devam ettirilen şeyleri bilemiyoruz. Sadece Dana Bayramı var. Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma tarafından organize edilen bir etkinlik bu. İstanbul ve İzmir'de de yapılıyor. Afrika'da ne amaçla yapıldığını bilmiyorum ama Osmanlı döneminde kölelerin izinli olduğu Mayıs'ın ilk haftasında bir araya gelme ve haberleşme ağı yaratma amacı ile yapılıyordu. Yoksullara para yardımı yaratmak için de yapılıyor. Böyle bir işlevi var. Biraz antropologların bu işe kafa yorması lazım.
Afro Türkler neden üzerine akademisyenler yeterince çalışma yapıyorlar mı?
L. Körükmez - Bir ya da iki tane tarihçilerin hazırladığı kitaplar var. Edebiyat ile ilgili yapılmış çalışmalar var. Bu konuda çok ciddi bir kaynak sıkıntısı yaşanıyor. Arşivler açılmıyor. Elimizde Cumhuriyet öncesi ya da sonrası neler yaşandığına dair veri yok. İzlenecek yol yok. Diğer mesele de benim kendi fikrime göre akademinin yapısından kaynaklanıyor. Akademide işler atama ve yükselme ile yürüyor. Yayın yapacaksınız, makale yazacaksınız, kitap bastıracaksınız ve bundan puan alacaksınız. Oradan bir prestij gelmesi gerekiyor. Bu konu ile ilgilendiğini söyleyen çok sayıda akademisyen, yüksek lisans ve doktora öğrencisi ile karşılaştım. Karşılık olarak gelecek veri az. Buradan bir yayın ya da proje çıkarmanız zor. Dolayısı ile kolay uzaklaşılıyor. Afro-Türkler coğrafi olarak çok dağınıklar, demografik yapısı hakkında bilgi yok. Bilgi eksikliği birinci mevzu, ikinci mevzu ise akademinin işleyişi. Yabancı akademisyenler de ilgi göstermiyor.
Peki nerede ikamet ediyorlar İzmir'de? Aralarında bir liderlik var mı?
L. Körükmez - Liderlik yok. İzmir'de, Torbalı ve Ödemiş'in köylerinde yaşıyorlar. İzmir'in merkezinde Çimentepe, Üçyol tarafında yaşayanlar var.
Medya ayağı?
L. Körükmez - Görünürlük meselesinin oldukça problemli olduğunu düşünüyorum. Gazeteciler, belgeselciler konuyu ilginç bulup, burayı haber yapmak istiyorlar. Dana Bayramı'ndan sonra yapılan haber biçimlerine baktığınız zaman 'Afro-Türkler var, çok ilginçler. Üstelik de dans ediyorlar' tavrı var. Bu saçmalığa varan bir şey. Belgesellerde antropolojik pornoya varan bir yaklaşım söz konusu. Burada çok ciddi bir sorun var.
Afro-Türklerin kendilerinin görünür olmaya ilişkin meselesi de var. Burada ilk gittiğiniz yer medya oluyor. Fiziksel olarak görünür olmak istiyorsunuz, medya da antropolojik pornografi şeklinde yaklaştığı zaman da durum hiç iç açıcı olmuyor. Herhangi bir şey anlatılmadan süs objesi haline dönüşüyor mesele. Gazetecilerin de dikkatli olması gerekiyor. Gazetecilerin fotoğraf çekmesi için izin almasına gerek yok! Onlar süs objesi zaten! Fanon bir kitabında şunu anlatır: 'Biz, zencileri nasıl görmek isteriz? Devamlı gülerek görmek isteriz. Beyaz dişlerini seçerek görmek isteriz. Bunu mutluluk ile yapan, bunu itaat eden şeklinde yapan insanlar olarak görmek isteriz.' Siyahların böyle resmedildiğini söyler. Bizde de böyle şeyler var. Herhangi bir kompozisyondan ve anlatımda dert yok! Burada zenci kelimesini ondan aktararak kullanıyorum. Yoksa bu kelimenin kesinlikle kullanılmaması gerektiği kanısındayım.
Daha iyi bir görünürlük için ne yapmalı?
L. Körükmez - Afro-Türk aktivistlere düşen şeyler var, dernekleri de var zaten. Daha iyi görünür biçimi için düşünmeleri gerekir
Örnek rica etsek?
L. Körükmez - Medyada her yer alma, görünür olmak değildir. Görünür olmak fiziksel değildir sadece. Kültürel, sosyal, politik derdiniz neyse onunla görünür olmak önemlidir. Gazetecilere düşen, belgeselcilere düşen görev de, biraz daha var olduklarını belirtmek dışında meseleyi politik ve sosyal olarak yer vermeleri gerekir. Sivil toplum olarak çok güçlenmeleri gerekiyor. Ama bu kolay bir şey değil. Yoksulluk, eğitim düşüklüğü gibi şeylerin olduğu ortamda sivil toplumda daha iyi örgütlensinler demek doğru değil. Ancak gençlerin bu konuya dahil edilmesi iyi olur. Akademi de dahil olmak üzere, fikir üreticilerine düşen görev, görünürlüğün politikası üzerine düşünmek, onu üretebilmek olması gerektiğini düşünüyorum.
Röportaj: Uğur Şahin UMMAN
19. yüzyıldan bu yana Afro-Türkler: 'Arap', 'Zenci', 'Gündüz feneri'
Türkiye'de yaşayan Afrika kökenli Türk vatandaşları kendilerini yaralayan tekerlemelerden, kelimelerden ve önyargılardan kurtulmak istiyor
19. yüzyılın sonlarında Osmanlı topraklarına köle olarak getirilen 'Arap'lar artık ten renklerinden başka bir miraslarının kalmadığını belirterek Türkiye'de bir sandalye edinmek istiyor.
Milliyet gazetesinden Miraç Zeynep Özkartal'ın haberi şöyle:
Onlar Afrotürkler... 19. Yüzyılın sonlarından beri buradalar. Köle olarak gelip özellikle İzmir çevresinde pamuk tarlalarında çalışmışlar. 1926’da TC kimliklerini almışlar. Şimdi artık dernekleri var. “Derimizden başka hiçbir şey kalmadı geçmişten” diyorlar. İstekleri ise “Bu toplumun sözleşme masasında bir sandalye edinmek.”
“Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor.” Ne kadar bildik, alelade bir tekerleme değil mi?
Peki ya size bu tekerlemenin sayısız çocuğun hafızasında hâlâ açık bir yara olduğunu söylesem? Sırf bunları duymamak için yağmurlu günlerde okula gitmediklerini? Siyah renklerini açmak için çamaşır suyu içtiklerini?
Hayır, olay uzaklarda geçmiyor. Burada, Türkiye’de, yanı başımızda.
Cezayir toplantı salonunda, “Anadolu Kültüründe Afrotürkler” söyleşisindeyiz. Afrikalılar Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Olpak anlatıyor:
“Ben sırf bu tekerlemeyi duymayayım diye okula ara verdim. Ancak ilkokulu bitirdim. Bize neden Arap dediklerini de yıllar sonra öğrendim. Hacca deve yoluyla gidildiği dönemde, konu komşuya Hacca gittiğinin kanıtı olsun diye orada siyah çocuklar kaçırılıp getirilirmiş. Onların hepsinin nüfus kağıtlarında doğum yeri Arabistan yazar. Arabistan yarımadasında siyah yoktur ama bu yüzden Arap kalmış siyahların adı. Bafa, Milas, Söke bölgesinde dedeleri böyle getirilmiş binlerce kişi var.”
Yalnız beyazlar mı kullanıyor “Arap” sözcüğünü? Hayır. Yapılan bir araştırmada Afrotürkler kendilerini önce Türk, sonra Arap, sonra da Müslüman olarak tanımlıyorlar.
Güpegündüz mülteci kaçırıyorlar
Mustafa Olpak 2002 yılında karar vermiş derneği kurmaya, 2006 yılında açılışı yapmak için üç otobüsü doldurup İzmir’den yola çıkmışlar. Bergama civarında jandarma bir bakmış, bir otobüs siyah insan. Sonra bir otobüs daha, bir tane daha.
“Güpegündüz mülteci kaçırıyorlar” deyip durdurmuşlar. Otobüslerdeki herkesin TC kimliği olması besbeter şaşırtmış onları. Çünkü Afrotürkleri hiç duymamışlar daha önce.
Oysa onlar 19. Yüzyılın sonlarından beri buradalar. Köle olarak gelip özellikle İzmir çevresinde pamuk tarlalarında çalışmışlar. 1926’da Medeni Kanun’la birlikte ise TC kimliklerini edinmişler. Söyleşiden sonra açılışı yapılan fotoğraf sergisinin afişindeki Hatice Karaboğa mesela doğma büyüme Torbalı’lı, TC vatandaşı.
Dana Bayramı
Afrotürklerin bir de bayramları var. Yıllarca devam edip sonra unutulmaya yüz tutmuş Dana Bayramı’nı birkaç yıldır canlandırıyor dernek. Dana Bayramı, bir Türk baharı karşılama ritüeli. Üç Cuma boyunca sürüyor ve godya denen toplumun liderleri tarafından yönetiliyor. İlk Cuma Dellal, ikincisi Peştamal, üçüncü ise Dana Bayramı. Babası Afrika kökenli olan Hüseyin Hançer’e göre “364 gün köleliğin karşılığı bir gün bayram bu.”
Hançer sarışın renkli gözlü. “İmalat hatasıyım” diyor, annesi sarışın, o da annesine benzemiş. Ailesinin nereden geldiğini neredeyse bütün Afrotürkler gibi bilmiyor. İzmir’e Girit’ten geldiklerine dair bir bilgi var elinde, hepsi bu.
Öncesi boşluk.
Geçmişten utanıyorlardı
Gazeteci Alev Karakartal bu bilinmezliği utançla izah ediyor: “Ne zaman sorsak, ‘Biz Türküz ve Müslümanız, karıştırmayın’ cevabıyla karşılaştık. Çünkü bu ülkeye satın alınarak gelmekten utanıyorlardı, geçmişte köle olmaktan utanıyorlardı.”
Karakartal’ın soyadı dikkatinizi çektiyse, elbette bir tesadüf degil... Dedesi hava kuvvetlerinde görevli olduğu için kartal’ı almış, “kara”nın nereden geldiği de malum. Çocukluğunda hoşuna giden bu soyadı, kökleriyle elindeki tek bilgi olarak kalmış uzun süre.
Mustafa Olpak “Derimizden başka hiçbir şey kalmadı geçmişten” diyor hayıflanarak. Oysa yaşadığı baskıdan o deriyi değiştirmeye çalışanlar da olmuş. Tarih öğrencisi Solmaz Çelik, kız kardeşinin davet edilmediği bir “beyaz arkadaş” doğum günü sonrasında rengini açmak için çamaşır suyu içtiğini anlatıyor sesi titreyerek.
Alev Karakartal da Afrotürk kadınların hep beyaz erkeklerle evlenmeye çalıştıklarını, böylece çocuklarının “en azından” melez olup kendi çektiği sıkıntıları çekmeyeceklerini umduğunu söylüyor. Çünkü dün “köle” olarak mimlenen siyah deri rengi, bugün uyuşturucu satıcılarının işareti sanılıyor.
Ben çocukken de bu renkteydim
Mustafa Olpak’a kulak verelim: “Ne zaman İstanbul’a gelsem en az bir kere polis çeviriyor. Bir keresinde karga tulumba karakola götürdüler. Ayvalık’ta da bir kamu görevlisi bana ‘Sen inşaat işçisisin değil mi? Güneşin altında bu kadar kalırsan rengin böyle olur’ bile dedi. Halbuki ben çocukken de bu renkteydim. Derneğin amacı bu işte, bu toplumun içinde bizim de olduğumuzu anlatmak.”
Bu söyleşinin ardından bir sergi açılışı olacak, Ahmet Polat’ın Afrotürk portrelerinden oluşan “Gündüz Feneri”. Solmaz Çelik’in sert bir eleştirisi var bu isme: “Babama hadi sergiye gidelim dedim. İsmini duyunca ‘Beni bu sözle aşağılayan yere gitmem’ dedi. Neden böyle bir şey yaptınız?”
Cevap hakkı, serginin isim annesi Alev Karakartal’ın: “Bize beyazlar böyle diyor. Bu kez içeriden kurduk bu cümleyi; göndermeleri olan, katmanlı bir söz”.
“Arap” “Zenci” “Gündüz feneri” Sözcükler nasıl savuruyor insanları; kimi için sıradan bir söz, diğerinin yarasını deşiyor. Bir tekerleme, bir hayatın prangası oluyor. Bir önyargı, bir cana mal oluyor.
Afrika kökenli Türkiye vatandaşları tek bir şey istiyor: Bu toplumun sözleşme masasında bir sandalye edinmek.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
Lafa gelince Amerika'da ki irkciliktan bahsederiz...
Bende bir Afrika kökenliyim. Yazı için çok teşekkür ederim yakın zamanda sen yazmasaydın ben açacaktım böyle bir başlık. Ama ''Afrikalılar seni seviyor Obama... Devamını Gör
Ben teşekkür ederim kardeşim.. Gözüp gezdiğim yerlerde bu insanlar hep dikkatimi çekmişti. insanlar bu kişilere arap diyerek geçiştiriyordu. Ama araştırınca ... Devamını Gör
ben izmirde yaşayan bir genç kızım babam aydın nazilli köyünde dünyaya gelmiş siyahi biri aynı şekilde babannem ve babamın ninesi falanda öyle onları hiç gö... Devamını Gör