‘Toplumdaki Gerginliğin Sebebi Grup Toplantıları’
Toplumda ciddi bir gerginlik olduğunu söyleyen TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 'Bu gerginliğin önemli platformlarından biri Salı günleri yapılan grup toplantılarıdır. Bu bir rezalettir' dedi.
1987’den beri parlamentoda olan ve 7 Haziran'da Meclis Başkanlığı görevine veda edecek olan Cemil Çiçek, Hürriyet Gazetesi'nden Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtladı.
Cemil Çiçek'in açıklamalarının bir bölümü şöyle:
Şu anki Meclis yüzde 10 barajına rağmen seçmenin yüzde 95’ini temsil ediyor. Bir sonraki seçimde kimin ne olacağı, seçime katılım oranına bağlı. HDP’ye ilgi biraz da şuna benziyor; Hazreti Ali sevgisinden değil, Hazreti Muaviye’ye düşmanlıktan dolayı bazen insanlar bir yerde olur. Galiba Ak Parti’nin iktidar olmasını arzu etmeyen bir kısım çevrelerin şöyle bir hesabına dayanıyor; HDP barajı aşarsa büyük ölçüde AK Parti’den oy alacak, AK Parti’nin milletvekili sayısı düşecek, böylece başkanlık sistemi de engellenir. Oysa vatandaş kimi seçerse herkesin kabul etmesi lazım. HDP de bir partidir, seçime giriyor.
- Meclis Başkanı gözüyle ‘HDP’siz bir parlamento eksik bir parlamento olur’ der misiniz?
Vatandaş bunları değerlendirir, ben vatandaşa güveniyorum. Ben şimdi bir parti lehine ya da aleyhine konuşmayı doğru bulmam. Ama vatandaşımız Meclis’te en yüksek temsilin olması yönünde 2011’de önemli bir irade koydu; yüzde 95 temsil. Bu da parlamentonun yaptığı işlerin meşruiyeti açısından önemli bir fırsat. Şunu kabul edelim, ondan sonrası kolay; kurallara uymak kaydıyla her siyasi görüş siyaset yapabilir, Meclis’e girebilir. Partilere düşen de vatandaşın bu beklentisinin hilafına demokrasiyi kullanmamalarıdır.
'Toplumda ciddi bir gerginlik var'
- Partilerin Meclis’teki grup toplantılarına dışarıdan getirilen kalabalıkları uzun zamandır eleştiriyorsunuz. Sözlü, yazılı uyarılarınız oldu ama sonuç değişmedi. Bu ısrar Meclis’in atmosferini nasıl etkiliyor sizce?
Bugün herkesin kabul ettiği bir şey var ki; toplumda ciddi bir gerginlik var. Bu gerginliğin önemli platformlarından biri salı günleri yapılan grup toplantılarıdır. Bu bir rezalettir. Yazdım, söyledim, herkesle konuştum. Benim çevik kuvvetim yok, kapının önüne dikemem. Parlamento içinde fiziki güç kullanılmaz, bu parlamento kavramıyla bağdaşmaz. Tatlı dille, nezaket içinde bunları yapmamalarını söylersiniz. Buna rağmen her salı adeta kâbus yaşadığımız gün. Daracık bir mekânda 15-20 bin kişi. Hepsi de kendi grup yönetmeliklerine açıkça aykırı. Kuralı koyan kurala kendisi uymuyor.
- Sorumluluk kimde?
Burada da en büyük sorumluluk parti başkanlarına ait. Anayasa’ya da iç tüzüğe de göre, grup toplantısı sadece milletvekillerinin katıldığı toplantıdır. Eski milletvekilleri bile grup toplantılarına giremiyor. Bu salatalık, bu domates grup toplantısına nasıl giriyor? Ayrancı pazarı gibi. Genel başkanlara hediye sunacağız diye Kastamonu’nun sarımsağından Antalya’nın narenciyesine, Polatlı’nın soğanına hepsi geliyor. Meclis hale dönüyor. Milletvekili oturacak yer bulamıyor. Balkonlarda da korolar. Bindirilmiş kıtalar sebebiyle milletvekillerine yer kalmıyor. 300-500 kişilik salonda 10 bin, 20 bin kişi. Ve o balkonlardakilerin o sloganlarına nasıl müsaade ediliyor?
- 2008’de AK Parti kapatma davası öncesinde bir gazetenin manşetinde AK Partili bakanlık da yapmış üst düzey bir yöneticinin ‘Laiklik hassasiyetleri var. Bizim de yanlışlarımız oldu. Güven arttırıcı adımlar atılmalı’ şeklinde sözleri vardı. O bakanın siz olduğunuz konuşuldu hep.
O dava hukuka uygun açılmamıştı, delili de yoktu. Yetmişin üzerinde asılsız konu delilmiş gibi dosyaya konulmuştu. Benim orada söylediğim şey şu... Cümlenin başına da bakın.
- O bakan sizdiniz yani...
Tabii tabii. Ben gizlemedim zaten, o (Fikret Bila) öyle yazdı. Şunu söyledim; ‘AK Parti’nin varlığından rahatsız olanlar, yokluğundaki problemleri iyi düşünsünler. Elbette ki partilerin yaptıkları bir takım yanlışları olabilir. Benim yanlışım olabilir, partilerin yanlışı olabilir. Ama bu yanlışlardan dolayı parti kapatırsanız bu demokratik açıdan da başka açıdan da doğru olmuyor’. AİHM bugün bir tek noktada parti kapatmaya imkân veriyor; parti cebir ve şiddeti yöntem kabul ediyorsa. Ben 25 Mart 2007’de demişim ki; bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket yargının siyasallaşmasıdır. Anlayan anlasın. Bugün bu durumun büyük sıkıntılarını çekiyoruz.
"Yargının siyasallaşmasının en az 30-40 yıllık bir geçmişi var"
- Bugüne referans vererek Gülen cemaati vurgusu yapıyorsunuz. Ancak Cemaat mensuplarının hem yargı bürokrasisi içinde hem de diğer devlet kurumlarındaki varlığı AK Parti iktidarları sırasında zirveye ulaşmadı mı?
Yargının siyasallaşmasının en az 30-40 yıllık bir geçmişi var. Yargı her zaman dışarıdan siyasallaşmıyor, kendi içinden siyasallaşıyor. Soğuk Savaş döneminin kriterleriyle kamplaşan, kutuplaşan, tercihlerini ona göre yapan bir yapı var yargıda. Kolay kolay bu kemikleşme giderilemiyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı ya da Yargıtay Başkanı ne hakla siyasetçiyi o kuruluş törenlerine çağırır da haşlar? Şimdi benim partime karşı olanlar bundan çok büyük memnuniyet duyuyor, bana hakaret etmesine cevaz veriyor. E tabii bu kapıyı araladığınız takdirde mikrobik bir kısım şeylerin yargıda yuvalanmasına imkân vermiş olursunuz. Kim yaparsa yapsın, onu oraya getirdi, bunu buraya getirdi... Onları getirmek de sanıldığı gibi çok kolay değil. Yargının kendi mekanizması içinde siyasi müdahale alanı o kadar fazla değil. Maalesef biz kuralların kendisini konuşmadığımız için yansımaları üzerinden yorum yapıyoruz. Mesela ben zamanında şunu demişim; cemaatlere karşı değilim ama cemaatlerin devlet yönetmesine karşıyım.
'Cemaat konusunda en masum benim'
- AK Parti’nin Cemaat’in faaliyetlerine göz yummasını sebebi dindarlık ve muhafazakârlık ortak paydası mıydı? AK Parti’nin kadrolara insan seçerken dikkate aldığı tek kriter dindarlıktı eleştirisini kabul eder misiniz?
Tabiatıyla her eleştirinin kabul edilebilecek yanları vardır. Ama bu eleştiriyi yapanlar ne kadar masum, onu da görmek lazım. Sadece tek taraflı bakılırsa bu manşet olur, hükümeti suçlama aracı olarak kullanılır. Ben böyle bir suçlamaya alet olmam. Hangi işadamlarının Amerika’ya gittiğini, hangi basın mensuplarının gittiğini herkes biliyor. İşi birilerine yıkarak bu problemi çözemeyiz. Eğer bu konuda masum birini arıyorsanız, en masum insan benim.
- Siz hiç gitmediniz mi Pensilvanya’ya?
Ben Amerika’ya gitmedim ama görüştüm. Ben siyasetçiyim herkesle görüşürüm.
- Fethullah Gülen’in kendisiyle görüştünüz...
Tabii. Birebir olarak değil ama zaman zaman faaliyetlerine gittik. Gidiyoruz. Biz siyasetçiyiz, gideriz. Ama benim kendime göre bir ilkem var; aklımı ve vicdanımı kimseye ipotek vermem. Herkesle görüşürüm ama doğruya doğru, eğriye eğri demeye çalışırım. Bunda bazen isabet ederim, bazen yanlış da yapabilirim. Bugün şimdi hükümete karşılar diye orayla irtibat kurmuyor mu? Birileri dün tu kaka dediklerine bugün arka çıkmıyor mu? Kendi üzerlerine düşeni bir kenara bırakıp sadece tek kareye yoğunlaşırlarsa gerçeği yine göz ardı etmiş oluruz. Bu oportünizmden, kuralsızlıktan Türkiye’nin kurtulması lazım.
'Herkesin özgürlüğüne kavuşmasından yanayım'
- 23 Nisan’daki geleneksel Meclis resepsiyonu için tutuklu yargılanan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’ya davetiye gittiği doğru mu?
Doğru. Biz zannediyorum 2000 civarında kişiye davetiye göndeririz. Bir liste var, bunun her yıl güncellenmesi gerekiyor. Ama ne yapalım ki sorumsuz bir arkadaş bunu ikinci defa yaptı. Bu sefer şahıs tutuklu olunca gündeme geldi. Geçen sefer de yeni Türk-İş Başkanı’na gitmemiş.
Tutuklu bir insana davetiye gönderen insan ne kadar hayattan ve gündemden kopuk, görevini yapsa da yapmasa da ayın 15’inde maaşını alan bir sorumsuz kişiyse böyle bir hatayı yapmış. Onu da bir temenni kabul edin. Ben herkesin özgürlüğüne kavuşmasından yanayım. Adamları uzun süre içerde tutup, sonunda beraat kararı verip ‘Kusura bakma’ demek yerine mahkemelerin başta mevzuata dikkat etmesi gerekir. Bu ülkeye şu an yapılabilecek en büyük hizmet, yargının hukuku uygulamasıdır.
Tamamı için buraya tıklayın.
Cansu Çamlıbel, Hürriyet