Görüş Bildir
Haberler
Siz de Aynı Hataları Yapmayın Diye Anlatıyorum! Boşanıyorum ve Çok Mutluyum!

etiket Siz de Aynı Hataları Yapmayın Diye Anlatıyorum! Boşanıyorum ve Çok Mutluyum!

Ayşe
28.06.2018 - 00:05 Son Güncelleme: 29.06.2018 - 01:59

Merhaba,

Bu yazıyı duygularımı paylaşmak ve genç hanımları başlarına gelebilecekler konusunda uyarmak için yazıyorum. Yayına alırsanız sevinirim.

Onedio içerik editörünün notu: Bu içeriğimiz bir okuyucumuz tarafından hazırlanmıştır. İmla kontrolü dışında hiçbir kelimesine dokunmadan yayınlıyoruz.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

İsmim "Ayşe" olsun. Bundan bir ay önce kendimi "evli ve bir çocuk annesi" diye tanıtabilirdim....

Ama artık boşanmış ve bir çocuk annesi bir kadınım. Kendimi ismimle tanımlamak bu yüzden daha kolay geliyor.

Sıradan bir hikayem var. Türkiye'deki kadınların yarısından fazlasının, büyük bir çoğunluğunun yaşadığı bir hikaye olsa da, hikayenin iç yüzü asla anlatılmıyor. O yüzden sizlere anlatmak istedim.

Genç hanımlara da, genç erkeklere de öğüt niteliğinde olsun diye. 

Çünkü biliyorum ki benzer sorunları yaşasanız dahi terapiye gitmek zor gelecek, kendiniz düşünerek aşmaya çalışınca da zaman kaybedecek ve yorulacaksınız. Oysa hayatın her anı öyle değerli ki... Bir miktar faydam dokunabilirse ne mutlu bana.

Bu başarısız olan bir evliliğin, paramparça olan bir aşkın, mutsuz bir yuvanın hikayesi.

Çocukken hikayemin bu olacağını tahmin etmezdim hiç. Ama hayat işte. Başa gelen çekiliyor.

Yine de bu üzgün bir hikaye değil. Mutlu sona, tek başıma da olsa ulaştım.

Mutlu ve orta direk bir ailenin çocuğuydum, hayatım hamdolsun daima kararında ilerledi. Memnumdum, mutluydum.

Annem babam beraberdi, kardeşlerimle iyi anlaşırdım. Okulda başarılı sayılabilecek bir öğrenciydim. İyi sayılabilecek bir üniversite kazandım. Ailemin desteği her zaman arkamda olmuştu.

Hayat bana aşk konusunda da cömert davrandı. Gerçekten de hep hayırlı insanlar çıkardı karşıma.

Lisede teneffüs aralarında kaloriferin önünde konuşup 'sevgiliyiz' dediğim ufak tefek flörtler dışında üniversitedeyken ilk kez ciddi bir sevgilim olmuştu ve onun gelecekteki eşim olacağını bilmiyordum. Tek bildiğim, onu çok sevdiğimdi.

Düzgün biriydi, dürüst, sadık, yakışıklı, zeki, komik ve daha bir sürü şey! 4 yıl boyunca çıktık.

Her gece saatlerce süren telefon konuşmalarımız, yavaş yavaş ailelerin tanışması, kurduğumuz o güçlü bağ bizi evlilik yoluna sokmuştu bile. Yani evlenme teklifini bile sırf 'adettendir' diye etmişti. Zaten evleneceğimizi ikimiz de biliyorduk. Herkes biliyordu.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Bu arada ikimiz de öyle pek geleneksel insanlar değiliz, gösterişli törenleri falan gereksiz buluyorduk ama aileler mutlu olsun diye her şeyi kuralına göre yaptık.

Adını koymuş olalım diye son sınıfta bir söz kestik. Ardından da okul bitti ve gündemimiz evlilik oldu.

Aslında evlilik meraklısı değildik ikimiz de, ama aynı evde yaşamak her açıdan zaten mantıklı olacaktı. Zaten sonsuza dek beraber olacaktık ya, bu düğün mevzularını da erkenden aradan çıkaralım dedik.

Ayrıca herkes sanki piyangoyu kazanmışım gibi davranıyor ve ne kadar şanslı olduğumu hatırlatıp duruyordu. Düzgünce okulunu bitirmiş olmam ve hayırlı bir kısmet bulmam gelebilecek en iyi şeylerdi. Takdir görüyordum adeta. Ama önemsediğim şey bunlar değildi, nasıl bir şanstı ki aşık olduğum insan kalbimi hiç kırmamış, hayırlı iyi biri çıkmış ve güzel bir ömrü benle geçirmek istiyordu.

Herkesin desteğini görüyordum evet ama tek bir kişinin sesi farklı bir şey söylüyordu: Anneannem!

Tüm ailem, tüm dostlarım ne kadar güzel ilerlediğimi söylerken, anneannem sürekli 'önce iş buuuul, kendi paranı kazaaaan, kocayı hep bulursuuun' gibi laflar edip duruyordu. 

Bu tavırlarını aslında zamanında çok çekmiş olmasına bağlıyordum. Anlamıyordu işte, sevgilim ve ben o klasik geleneksel ilişkilerden yaşamıyorduk ki. Para asla ama asla bizim için bir mesele olmamıştı ve olmayacaktı. Her şeyimizi ikimiz de paylaşacaktık. Gerçekten seviyorduk, öylesine evlenmek için evlenmiyorduk.

Ve evlendik!

Hayatın gerçekleriyle yüzleşmemiz aslında evimize girdiğimiz an başladı...

Hayatın gerçekleriyle yüzleşmemiz aslında evimize girdiğimiz an başladı...

Eşim de, ben de ailelerimize çok önem verir ve büyüklerimize asla saygısızlık etmezdik. Hadi mutlu olsunlar, bir bildikleri vardır diyerek hep onların önerilerini takip ettik. Tatsızlığa gerek yoktu. 

Evimiz mesela, mobilya doluydu, hani sizin şu 'yeni gelin evi' diyerek dalga geçtiğiniz türden. Ama gerekliydi bu çünkü ilk zamanlarda bolca misafirlerimiz olacaktı; büyüklere saygısızlık etmek bize göre değildi ve tüm bunları düşünmek zorunda kalarak oturma takımları dolu bir salona razı olduk. Eşim duvarlara öğrenci evindeki gibi Fight Club posteri asamayacağını biliyordu en basitinden. Neyse dedik, şu dönemleri atlatalım, zamanla her şey istediğimiz gibi olur. Şimdilik mutlu olsunlar...

Henüz 23 yaşında ve bir "ev hanımı" olduğumun ayırdına henüz varamamıştım. Ama gerçek buydu: 23 yaşımdaydım ve ev hanımıydım.

Bunda yanlış bir şey de yok bence. Benim annem de erken evlenmişti ve ev hanımıydı, mutlu bir hayat yaşamıştı. Ama ben yine de mezun olduğum bölümle ilgili bir şeyler yapmak istiyordum, ayrıca yeni evimiz için büyük oranda ailemiz destek sağlamış olsa da, borçlarımız için maddi katkıda bulunmak istiyordum. Evde tüm gün boş boş ne yapacaktım ki? Eşim benden büyüktü ve iyi bir şirkette çalışıyordu zaten. Beni sevdiğinden daima 'gerek yok, her şeyi hallederiz' gibi telkinlerde bulunuyor ve evde rahat etmemi istiyordu.

Düğün dernek furyası, misafir ağırlamalar, şunlar bunlar derken baş başa kaldığımız dönemlerde önce çok mutluyduk. Her gün ona mükemmel sofralar hazırladım. Gün içerisinde sıkılmaya da fırsat olmuyordu çünkü dediğim gibi ailem ve çevrem için 'örnek hanım' olduğum için sürekli bir yerlere davet ediliyordum.

Bu dünyadaki en sevdiğim varlık olsa da, kabul etmeliyim ki oğluma hamile olduğumu öğrenince dehşete düştüm.

Beklemiyorduk. Ama olmuştu. Henüz 23 yaşımdaydım ve çalışmak, gezmek gibi hayallerim vardı. 

Bu konuda ne hissedeceğimi bile bilemezken, feci şekilde dağılmış haldeyken eşim bu haberi mutlulukla karşıladı. Tüm aileye yaydı, artık daha da 'örnek hanım' haline gelmiştim. Evliliğimiz taçlanıyordu.

Çocuk sahibi olmak istemediğimi, kendi anneme bile dile getiremedim. Ne zaman bir şey diyecek olsam 'sus, günah' diye susturuluyordum. Böyle güzel bir hediyeden dolayı mutlu olmadığım için Allah tarafından cezalandırılacakmışım gibi, kendi endişelerimi bile kendi kafamda susturmaya çalışıyor, suçluluk içinde kıvranıyordum.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Cehennem hayatına daha yeni giriş yapmıştım...

İş bulmak zaten bekarlar için bile zordu. Bir de üstüne hamile halimle bana kim nerede iş verecekti ki... Zaten artık 'iş' kelimesi ağzımdan çıksa bile çevremizin alay etmelerine ve aşağılamalarına maruz kalıyordum. Ben de o 'çağdaş olacağım diye çocuğunu dadılara bırakan maddiyatçı anne müsveddelerinden' mi olacaktım?

Boğuluyordum. Hormonlarım delirmişti. Doğumu nasıl yapacağıma bile kendim karar veremedim, sezaryan kelimesi bile şımarıklıktı. 'Naz yapma, biz nasıl yaptık sanki!!' diye susturuldum ve çocuğum doğdu.

Bir çevremdeki, sosyal medyadaki annelik, evlilik övgülerine bakıyordum. Bir de kendi hayatıma... Alakası yoktu!

Oğlum, kucağımdan indirdiğim an yeri göğü inleterek ağlayan bir bebekti. Tuvalete bile tek başıma gidemiyordum. Gece boyunca sık sık uyanıp onunla ilgileniyor, sabah eşime kahvaltı hazırlıyor, gündüz yine alışveriş-temizlik-bebek işleri ile koşturuyor, akşam yine eşime yemek hazırlıyor ve bir taraftan yine iş iş iş yapıyordum.

Bir bebeğin nasıl bir iş yükü olduğunu sizlere gerçekten anlatamam. Şahit olanlara bile anlatamadım ki, size nasıl anlatayım...

Artık arada bir "ilişki" yoktu. Artık ortada bir aile hayatı vardı, tıpkı bir şirket gibi, devlet gibi; devam ettirilmesi gereken, herkesin görevleri belli...

Eşimin hayatında hiçbir şey değişmemişti. Gerçekten de hiçbir şey. 

Ona eskisi gibi güler yüz gösterememem, özenli sofraları hazırlayamamam, vücudumun girdiği halden dolayı 'kadınlık görevlerimi' yerine getirememem onu soğutuyordu. Farkındaydım ve bundan utanıyordum çünkü kimse benim gibi değildi. Herkes çocuk büyütmüştü ve bu 'başarısızlık' bana aitti.

Etrafımda dert anlatabileceğim herkes açıkça olmasa da imalarla beni "nankör, şımarık" olmakla itham ediyor ve şükretmemi söylüyordu.

Eşim, yanımda olan tek insana da mutsuzluğumu açtığımda bunu kişisel algıladı ve 'Daha ne istiyorsun?! Ne yapsam yaranamadım!' gibi laflarla büyük bir kavga çıkardı.

Sabahtan akşama kadar kan ter içinde çalıştığını söylüyordu ve haklıydı, ama benim de 24 saat kan ter içinde çalıştığımı görmüyordu.

Dışarıdan toz pembe görünen o muhteşem, örnek gösterilen hayatım adeta bir cehenneme dönmüştü. Mutsuzdum, tek yaptığım temizlik-yemek-temizlikti. Sosyalleşme ihtiyacım vardı, gerçekten vardı ama diğer bekar arkadaşlarımla görüşmem hem eşim tarafından uygun karşılanmadığı gibi, bebeğim sayesinde de imkansızlaşmıştı. 

Depresyondaydım ama depresyonda olma lüksüm bile yoktu. İki insanın beslenmesi, giyinmesi, temizlenmesi bana bağlıydı. Ayrıca itibarım ve bana -kendi ailem tarafından bile verilen değer- buna bağlıydı.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Çocuğumu sütten kesince antidepresanlara başladım. Artık kabullenmiş ve "sıradan" bir çifttik.

Çocuk bakımı asla öğrenip de kolaylaştırabileceğiniz bir şey değil, çünkü siz 'tecrübe edindim' dediğiniz an çocuk büyüyor ve farklı problemlerle çıkıyor karşınıza. Sürekli bir koşuşturma. Otomatiğe bağlamıştım.

O deliler gibi aşık olduğum eşim eve geliyordu, tv izlerken ona doğradığım meyveleri uzatıyordum. İyiydi işte. Hayat buydu.

Böyle devam edebilirdim... Ta ki o "küçük şakalar" başlayana kadar.

Eşim ulu orta bekarlık sultanlıktır gibi şakalar yapar olmuştu. Evlilikle dalga geçiyor, Facebook hesabından 'kadınlar zengin koca bulmak ister' tarzındaki saçma sapan şakaları paylaşıyor ve inceden inceye mutsuz olduğunu ima ediyordu.

Benim ise bu durumdan dolayı onurum inciniyordu. Sanki ben sırf yan gelip yatmak için evlenmişim, 'para için' beraber olmuşum gibi... Sanki ben işe yaramaz biriymişim, sanki benim duygularım yokmuş gibi...

Beş yıllık evliliğimizde yaşının da verdiği avantajla iyice "bilge adam"a dönmüştü.

Ne zaman bir derdimi dile getirsem 'dırdır', ne zaman ailemiz için bir talepte bulunsam 'para istiyor' oluyordum.

İnanın, tüm bunlar öyle yavaş gerçekleşti ki... Nasıl bu noktaya geldiğimi anlamadım. Ama yapacak bir şeyim de yoktu. Mecburdum, çocuğuma nasıl bakacaktım?

Kaynar sudaki kurbağa misali, sonsuza dek böyle devam edebilirdim gerçekten. Ama o olay her şeyi değiştirdi...

Bana sürekli nasihatler veren o pamuk anneannemi kaybetmiştik. Üzüldük ama zaten çok yaşlıydı, beklenen bir şeydi. Ardından 'çok çekti' dediler. Bu cümle kulaklarıma parazit gibi gelmişti. Neden çok çekti anneannem? Bir hastalığı yoktu ki, çok acı çekmedi öldüğünde. Ailesi yanındaydı, sıcak yatağındaydı. Büyük bir fakirlik falan yaşamamıştı. Neden çok çekti?

Anneannemi düşündüm. Düşündüm düşündüm ve zihnimde onu ev dışında, hatta mutfaktan başka yerde canlandıramadığımı fark ettim. Salonda otururken bile bir eliyle yerdeki tozları toplamaya çalışan reflekslerini... Anlattığı anılarını.

Anneannem, tüm hayatını mutsuz geçirmişti ve bu öyle normalleştirilmişti ki biz dahi bunu görememiştik! Arkasından 'çok çekti' denmesini bile kimse garipsemiyordu çünkü zaten çok çekmesi normaldi! Hepimiz sanki çekilecek çileye doğmuştuk!

Eşim o akşam eve geldiğinde korkudan bacaklarım titriyordu. Yine de derin nefes aldım ve ağzımdan baklayı çıkardım:

'Ben boşanmak istiyorum.'

Önce şaşırdı, güldü ve her zamanki 'dramatik kadın dırdırı' sandı. Suratımdaki ciddiyeti ve kararlılığı gördüğünde de evliliğin ne kadar berbat bir şey olduğunu sürekli dile getiren adamın o korkusu ve paniği suratından okunuyordu.

Sadece ona değil, tüm aileme, hatta tüm dünyaya büyük bir ayıp yapmış gibiydim.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

"Nankör, şımarık, daha ne istiyorsun, kır dizini otur evinde, şükredeceğin yerde şu yaptığına bak, aptal!!!" ve daha neler neler...

Kendi ailem dahi sırt çevirdi.

Zira eşim 'iyi' biriydi. Eve ekmeğini getiriyor, hiçbir şeyimizi eksik bırakmıyordu. İçkisi kumarı yoktu. Bana bir kere bile şiddet uygulamamıştı. Gerçekten de iyi kalpli biriydi. Bir daha dünyaya gelsem, yine ondan çocuk yaparım. Dolayısıyla kimse ama kimse içine düştüğüm mutsuzluğu, bir hiç gibi hissetmeyi, sürekli aşağılanmayı ve eve hapis yaşadığım hayatı anlamadı.

Anneme en sonunda 'İntihar etmek yerine boşanmayı tercih ettim' dedim. Gözlerindeki o tepkiden, iki ihtimali de birbirine eşit gördüğünü anladım. 

Dünyanın en aşağılık şeyini yapıyordum.

Amacım sizi evlilikten soğutmak değildi!

Aksine, evlilik harika bir şey olabilir. Ama kesinlikle bazı güncellemeler gerekiyor. Mutsuz kadın, mutsuz aile, mutsuz çocuk diye devam eden bu döngüyü ben kırmak istedim ve kırdım da.

Eşim, boşanma meselesini açtığımdan beri beni daha çok dinler oldu. Bir insan gibi görmeye ve daha da önemlisi yeniden saygı duymaya başladı. Kağıt üstünde de evliliğimizi bitirmemize rağmen gönlünü bir şekilde aldım ve artık aramızda kırgınlık olmadan görüşüyoruz, çocuğumuzla beraber vakit geçiriyoruz. Belki bir gün, neler olur bilemeyiz...

Ailem sırt çevirdi evet ama söylene söylene de olsa bana ve çocuğuma destek vermeye yeniden başladılar. Artık 'dul bir kadın' olarak pek çok evli arkadaşımı kaybettim ama olsun :)

Şimdilerde oğlum anneme emanet, ben de özgüvenimi yeniden toparlamak ve iyi bir iş bulmak adına mesleki eğitim kurslarına başladım bile. Oğlumun annesi güçlü, mutlu bir kadın olacak; babası neşeli bir adam olacak, ikimizden de bol bol sevgi görerek büyüyecek!

Yalnız değilsiniz!

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
2476
677
262
251
111
33
28
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın
tavsancifurkan

Farklı bir perspektiften bakarak söylüyorum, bu yazıda biz genç bekar erkekler için çok güzel bir öğüt var: "İleride ola ki evlendiniz, eşinizin sorunlarını ... Devamını Gör

muslihiddin iyi

ilk çözümü "ben boşanmak istiyorum" diyen birinin muhtemelen psikiyatrının verdiği ödevle buralara gelip zırvalamasını okudum. sonuna kadar okudum objektif o... Devamını Gör

Büşra Nisa Gül

çoçuk sahibi olma olayını erteleyebilirdiniz ve ya KORUNABİLİRDİNİZ!.Çoğu sitemkar cümlelerinizden gücendim acıkcası, özellikle Annelik ve evladınızla ilgili... Devamını Gör

Jack Potts

Ne yazık ki, toplumumuzda eleştirmek, karşıyla empati yapabilmekten önce gelmekte. Düşünceleriniz için yukardaki yazıyı yazan "Ayşe" hanım adına öncelikle be... Devamını Gör