Kaliteli Sinema Nasıl Öldü? Katil, Dizi Sektörü mü?
Merhaba sevgili okuyucularım. Bundan önceki yazımı okuyup uzunluğundan şikayet edenler oldu. Ancak sizi daha fazla üzmek zorundayım. Belki de Onedio tarihinin en uzun içeriğini okuyacaksınız. Ve sevgili Onedio'nun robotları sizin için şöyle bir güzellik yapmış: hemen başlığın altında bu içerik için ne kadar zaman ''harcayacağınızı'' size söylüyorlar.
Şimdi gelelim asıl meselemize: Diziler, kaliteli sinema filmlerini nasıl yiyip bitirdi?
İkinci uyarımı da yapayım: Bu içerik içerisinde adı geçen şirketlerin hiçbiri, ne yazık ki, bana en ufak bir ödeme yapmadı. Kendilerini övüyorsam, tamamen kendi isteğimledir. Hadi başlayalım.
Predator 2018
Şimdi asıl soruyu soralım: yeni filmler neden bu kadar b...tan?
Dev bütçeli yapımların sonu.
Yönetmenlerin çağı.
Gelsin bakalım yeni dönem.
Çekil bakalım okyanusların efendisi. Uzay zamanı geldi!
Bakalım sırada kimler var.
Oğlum, kumandayı getir!
Şaaak diye günümüzdeyim. Nasıl ama?
Amazon, Netflix, HBO gibi devler veya bunların ülkemizdeki rakipleri, sizlere bu konforu ev ortamında sunuyor.
Dizi çekmek, film çekmeye göre çok daha düşük bütçeler gerektiriyor. Bu da yaratıcılarını, hızlı kararlar ve riskler almak konusunda oldukça cesur yapıyor. Bu da yaratıcılığın daha fazla olmasını sağlıyor.
Dileyen herkes, hemen şimdi bu platformlardan herhangi birine girip, kendi zevkine göre yüzlerce dizi veya filmi (neredeyse) bedavaya bulabilir. Oysa kalkıp sinemaya gitsen, 2-3 ayda bir, az da olsa hoşunuza gidecek bir film bulsanız, öpün de başınıza koyun. Bu tarafta ise, örneğin Netflix sizin kişisel zevklerinize göre bile öneriler yapabiliyor, ki çoğu zaman da çok yerinde oluyor bu öneriler. Ve sanırım böyle bir rekabet Hollywood'un bile dişine göre değil.
Bakalım kitaplar ne diyor?
Ben Fritz, gördüğünüz bu kitapta şuna yakın bir ifade kullanıyor: '' Eskiden izleyiciyi, sadece film güzel olduğu için onu izlemeye ikna etmek yeterliydi. Şimdi ise filmi sinemada izlemeye ikna etmek de gerekiyor''.
Bu da aslında şu anlama geliyor: İzleyiciye, evde bulamayacağı bir şey vermek gerekiyor sinemaya gelmesi için. Görsellik.
''Siz evinizde oturup fakir fakir GOT veya Breaking Bad izliyorsunuz ama bizim burda IMAX 3D ve en son model ses sistemimiz var. Patlamalar, kavgalar, özel efektler falan. Anlayamazsınız...''
Takdir edesiniz ki, görsellikten başka bir şey veremeyen ve büyük kitlelere ulaşan bu filmler aslında çok büyük bir problem. Fransız felsefeci Guy Debord, 1967 yılında yazdığı ''La Société du spectacle'' (Gösteri Toplumu) adlı kitabında bu görsellik belasının toplumu nasıl geriye götürdüğünü uzun uzun anlatıyor. Ama biz tezini kısaca şöyle özetleyebiliriz: Post endüstriyel tüketim kültürü, insanlara mutluluğu medyanın dayattığı ve gerçekten uzak, temsili yansımalarda aramaya alıştırdı. Debord'a göre, görsellik, kendi içerisinde var olan gerçeğin sahte bir versiyonunu, ürüne dönüştürüyor. İzleyicinin görevi de gözlemciden öteye gitmiyor. Eleştirel düşünmek gibi bir zorunluluğu kalmıyor artık. Görsellik, duyguları en visseral ve içgüdüsel yollarla uyandırıyor. Bunu cinsellik veya zorbalığın gerçek üstü formlarıyla başarıyor. Bu da, ilgiyi arttırırken, düşünmeyi azaltıyor. Dokunduğu diğer toplumsal konulara girmiyorum, onu kendiniz okursunuz.
Özet geçecek olursak: Üzerine çok düşünmeden, sadece görsel olarak sanata bakarsak, beynimiz rahatlamıyor, geriliyor.
Susan Sontag, 96 senesinde şuna yakın bir şey söylemişti: ''Sinema filmlerinin tek derdi, izleyicinin dikkatini çekmek oldu. Bunun sonucunda da, geçici, basit bir hal aldı ve izlerken tüm dikkatinizi vermek artık gerekmiyor.''
Tabii burada şunun da altını çizmek gerekiyor: Görsellikten kasıt, oyuncuların yüz ifadeleri, duygusal değişimleri vs. değil. Uçaktan atlayıp 3. Dünya Savaşını durduran özel efektlerden bahsediyorum. Yoksa görsellik her zaman sinemanın önemli bir unsuruydu. Ama sadece denklemin bir parçası olarak. Tamamı değil yani.
Yine mi Jaws?
Film stüdyoları Jaws'ın başarı hikayesini tekrar etmek istediklerini açıklayıp, yaratıcı süreci ticari düşünebilenlerin eline bıraktıklarını belirtseler de, Jim Jarmusch, David Lynch, Steven Soderbergh gibi vizyoner yönetmenler bağımsız finans ve dağıtım kanalları aradılar. Sundance ve Cannes gibi film festivalleri onlar için bir alternatif oldu.
Yine geriye dönecek olursak, 80'li yıllarda ve sonrasında da görsellik önemli bir unsur olsa da, iyi oyuncular, ''sağlam'' karakterler ve nitelikli anlatım gibi kriterler de hala çok önemliydi. Günümüz sinemasının ise bunların hiçbirine ihtiyacı yok.
Yine Ben Fritz'in iddiasına göre, 40 milyon USD ve 100 milyon USD maliyetli iki film yaptığımızı ve bunların ikisinin de gişede zarar ettirdiğini varsayarsak, 40 milyonluk film daha fazla zarar ettirir. İnsanlar, bilmedikleri bir filme gitmektense, kötü bir filmin ikinci bölümüne, çok reklamı dönmüş bir blockbustera gitmeyi daha çok tercih ediyor. Bir yönetmen filmine gidebilmesi için ise etrafındaki herkesin beyninin içine soka soka o filmin iyi olduğunu söylemesi gerekir. Oysa evde bu tür filmleri büyük bir keyifle izliyoruz. Hatta Netflix'in patronu, tüm başarılarını tam olarak bu davranışa borçlu olduklarını söylüyor. Buradan da 2 farklı istikamette gelişme oluyor: Festival ve Oscar filmleri haricindekiler patlamış mısır etrafında gelişen eğlenceye dönüşüyor. Buna karşılık Streaming servisleri (Netflix ve Amazon gibi) gitgide daha kaliteli ve daha kişisel içerik öneriyor.
Ayrıca bu devler artık Hollywood'un tüm dahi yönetmen ve oyuncularını kendi tarafına çekmeye başladı. Sinemada çıksa maliyetini kurtarmayacak Scorsese'nin The Irishman'ı için Netflix şimdiden 140 milyon doları gömmüş durumda. Çünkü izleneceğinden eminler.
Sinema devlerinin sonu.
En parlak ve yaratıcı beyinleri Streaming servislerine kaptıran sinema devlerinin elinde kalan tek silah görsellik (efektler) oluyor ve bunu da artık kendi bacağına sıkıyorlar. Tamam, sinemada bize yaşattığınız o keyfi hepimiz evimizde alamıyoruz ama, bu yaklaşım nereye kadar?
Filmin içine onlarca aksiyon sahnesi koyayım dediğin zaman, etrafına güzel bir hikaye yazman mümkün olmuyor canım Hollywood'um.
Düşünsenize, başarılı bir yönetmensiniz ve şöyle bir sipariş geliyor: ''5-6 tane kovalamaca sahnesi, 7-8 tane patlama (ama kahraman atlayıp kurtuluyor), 10 tane dövüş sahnesi, 1-2 tane de uçaktan/helikopterden atlama lazım. Ha bir de bizim eski filmlerdeki kahramanlara bir gönderme yapıp, filmin devamını müjdelemek gerekiyor.''
Burada iyi bir senaryodan ziyade, bu beklentileri karşılamanız yeterli oluyor. Aksiyon sahnelerini sıralayıp, araya 3-5 metin sıkıştırdın mı, iyi kötü bir film oluyor. Biraz iyi reklam, biraz da birkaç forumda filmin puanını 2 hafta boyunca yüksek tuttun mu, gişe hasılatı zaten geliyor.
Suicide Squad filmini ele alacak olursak: Çok vasat bir senaryosu olsa da, mükemmel bir reklam kampanyası yürütüldü. Hala açıp filmin trailer'ını izleyesim geliyor.
Veee pazarın yeni oyuncusu: Çin
Çin'de orta sınıfın hızla zenginleşmesini es geçmek olmazdı. Sinema sektörünü çok ciddi şekilde etkilediler. Film stüdyoları artık filmlerinin yurt dışında da ilgi çekici olması için çabalıyor. Yani, büyük nüfuslu ülkelere de yaranmaya çalışıyor.
İyi bir sinema filminin vazgeçilmez öğelerinden biri, akılda kalıcı diyaloglardır. Ancak bunlar her zaman iyi çevirilemez veya en basitinden, aktarıldıkları dilde sağlam bir karşılığı yoktur. Yani filmin çıktığı ülkeye özgüdür. Hal böyleyken de, iyi bir diyalog yazacağım diye uğraşmaya ne gerek var? Adamın kafasına işeyen Bumblebee her dilde komiktir.
Yeni çıkacak Batman filmiyle ilgili senaryo kaygısını duyan yapımcılar, açık dille şunu söylemiş: ''Umurumuzda değil. İzleyenlerin %70'inden fazlası zaten ingilizce izlemeyecek.
Canımız Predator'umuza geri dönelim...
Kahramanların herhangi bir gelişimi söz konusu değil. Aksiyon sahneleri arasındaki tüm konuşmalar, sadece köprü görevi görüyor. Laflarını bitirseler de kavga başlasa diye bekliyorsunuz. Filmin baş kahramanlarından Otizimli çocuğun hastalığı bile onun önemli bir özelliği gibi değil, sadece uzaylının onu avlaması için bir bahane gibi. Babası da tabii ki oğlunu koruyacak. Yani filmde organik herhangi bir şey yok. Her olay, uzaylı ile bir sonraki randevuyu ayarlamak için bir bahane sadece. Oysa orijinal Predator öyle miydi? Tamam kabul, efektler daha zayıftı, evrim biyologları filmde yoktu, özel kostümler yoktu ama filmde bir ilerleme vardı.
Tamam, bunların ikisi de blockbuster, filmlerden bir beklentim yok. Askerler uzaylıya karşı ve sonunda insan kazanıyor. Ama ilkini bir hatırlayalım. Filmin kahramanları (askerler) ile birlikte biz izleyiciler, kademeli olarak canavarı tanıyorduk. Öldürülen her askerle birlikte geriye kalanlar canavarla ilgili bazı ipuçları elde ediyordu. Bu da direkt olarak bir sonraki hamlelerini etkiliyordu. Sonunda da sayın valimiz yenilmez olduğu düşünülen uzaylıyı yeniyordu. Yani, özel efektlerle anlatım bir arada ilerliyordu. Yenisinde ise bu öğelerin hiçbiri yok. Sadece iyi bir trailer çıkaracak kadar güzel efektler var.
Şimdi de genel sanat tarihe kısa bir keşif dalışı yapalım.
Yukarıda yazdıklarımı dikkatle okuyup şunu diyenler olacaktır: ''Zaten sanat git gide kötüye gidiyor. Çimenler eskiden daha yeşildi.'' Ancak bu argümanın karşısında da her zaman şu durur: Tarih, bize her zaman üretilenlerin az bir kısmını ulaştırır. Bu da genellikle dönemin en önemli eserleri olur. Kıyasladığımızda ise eskinin en iyileri ile şimdinin en kötülerini kıyaslarız.
Ancak ben yine de günümüzün devasa bütçeli filmlerinin sanat anlayışıma az da olsa katkıda bulunacaklarından şüpheliyim. Oysa blockbuster dahi olsa, eski filmler bunu sıklıkla yapabiliyor.
Tamam, Mad Max gibi başarılı aksiyon filmleri, ya da La La Land gibi hem ruhumuzu okşayan hem de gişe başarısı gösteren filmler oluyor ama bunların sayısı oldukça az. Ve ne yazık ki, bunlar film stüdyolarının iştahını bir Avangers kadar kabartmıyor. Çünkü Avangers 2 milyar doları aşkın bir gişe hasılatı yapıyorken, Mad Max sadece 380 milyona yaklaşabiliyor.
Siz olsanız neyi seçerdiniz?
Rakamlar böyleyken film stüdyolarının sevabına film yapmasını bekleyemiyoruz haliyle. Onlar da bize hikaye satmıyor artık. Görsel efekt satıyor. Peki hikayeye daha fazla ihtiyacımız varken neden görsel efekte daha fazla para harcıyoruz?
Game of Thrones, Breaking Bad gibi dizilerin kültüre etkileri, sinema filmlerinin verdiği etkiyi çoktan aştı. Kahramanların etrafında gelişen hikayelerin tadından yenmiyor. Onları konuşuyor, onlarla yatıp kalkıyoruz. Etrafımızdaki insanları bu dizilerdeki kahramanlarla kıyaslıyoruz artık. Sinemayla ise bu git gide daha az oluyor. Sinemayla ilgili artık sadece teknolojik gelişmeleri konuşuyoruz. En yeni kameralar nerede kullanıldı, özel efektlere kaç para harcandı, en iyi sinema salonu nerede, 85 lira bilete verilir mi vs.
Yeni Mission İmpossible filminde Tom Cruise'un gerçekten uçaktan atlamış olması bile kimseyi heyecanlandırmıyor artık. Kendimi yine tekrar edeceğim ama filmdeki her olay bir sonraki aksiyon sahnesine geçmek için bir bahane sadece. Tüm bu sahnelerin arasında bir mantık kurmaya çalışınca da, kendini eksik hissediyorsun. Yine bir şeyleri kaçırdığını sanıyorsun.
Bu zincir son dönemde çıkan bütün aksiyon filmlerinde var.
Peki ya tarih tekerrür edecek mi?
Kabaca sormak gerekirse: İnsanlar, Hollywood'un bize sunduğu bu b..ktan bir gün yorulacak mı? Yeni bir kriz doğup, yeni bir Yönetmen Rönesans'ına neden olacak mı? Sanırım HAYIR. Streaming servisleri pazarı büyük bir iştahla yutuyorlar. Netflix neredeyse her şeye sponsor oluyor. En klas dizilerden, en ufak yönetmen filmlerine. Amazon, Woody Allen'a dükkanın anahtarını verdi. Tamam, kimse Hızlı ve Öfkeli'nin yeni filmini kaçırmak istemez ama evinde de Woody Allen filmini izler.
İnternet, kullanıcılara yeni davranış biçimleri kazandırdı. Artık herkes kendi tarzına göre içerikler tüketiyor ve bu ivme daha uzun süre boyunca devam edecek gibi görünüyor.
Okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim.
Bana ilham kaynağı olan arkadaşım Anoir'ı da kaynak olarak göstermemek ayıp olur.
İyi ki varsınız!
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
İçerik oldukça keyifliydi ve eminim değinilmesi gereken daha çok şey var. Bana kısa bile geldi :) Elinize sağlık.
Öncelikle kaliteli içerik için teşekkürler. Artık hiçbir film eskileri gibi keyif vermiyor. Hepsi birbirinin özentisi filmler piyasaya çıkıyor. Senede nerede... Devamını Gör
katılıyorum ama altın çagına 80lerden ve daha gerilerden başlayabiliriz..zaten türk filmlerini sevmiyorum,hesi birbirinin aynısı sıkıcı,para verip gitmek ord... Devamını Gör
okudum.
Yalan.