Pınar Demirel: 'Değişim'i ile ilham veren, takip edilesi bir kadın!
İlk Şarkılar'ın ilk solisti
Sanata olan ilgisi artarak devam etti
Onlarca ustayla birlikte çalışma şansını yakaladı
90'ların sonuna doğru Almanya'da Yılın Sanatçısı Ödülü'ne layık görüldü
İkizlerini dünya getirdikten sonra prodüksiyon sektörüne atıldı
"Gitmeseydin ya" isimli şarkısının çalışmaları bundan tam bir sene önce başladı
Değişim: Pınar Demirel’in kendi ifadesiyle değişim hikayesi
Her insanın bir hikayesi vardır. Kiminin inişli çıkışlı, kiminin düzenli... Kimi baştan bilir ne istediğini, kimi hep arayış ve sorgulama peşinde. Ben sonuncu kategoriye aitim. Bu, benim hikayem.
Adım Pınar Demirel, 42 yaşında, iki çocuk annesi ve müzisyenim. 2013’te yıllar sonra ilk kez tekrar İstanbul’a geldim. Piyasaya bakmak, neler yapılabilir diye araştırmak amaçlı, iki haftalık bir ön teftiş. 2014’e kadar düşündüm ve küçük giriş katı bir daire tuttum. Bu süre çocuklarımdan ayrı geçti. Onlar Antalya’da, ben İstanbul’da… İnsanlarla görüşmeye başladım. Şehirde dolanıp durdum. İstanbul’dan ayrı olduğum süre boyunca kim neler yapmış, nasıl değişimler olmuş görmek istiyordum. Evin sessizliği üzerime geliyor, beynimdeki sesler kaosu rahatsızlık veriyordu.
…ve herkes konuşuyordu. Akıl vermek çok kolay, peki ya harekete geçmek? Bana sunulan projelerle kendimi yüzde yüz özdeşleştiremedim. Sevgili Melih Günel bana yazdığı güzel sözleri vermişti. O sözler şimdiye kadar yaşadıklarıma adeta tercüme olmuştu ama onları besteleyemedim. Boştum… Ruhum yıllardır yaşadığım travmalarla bir limon gibi sıkılıp çöpe atılmış gibi hissediyordu kendini. Besteciler aramaya başladım. Para istediler ama para yok! Bir şeyler yapmak zorundaydım. Önümü göremiyordum. Karanlık bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordum kendimi. Rutubetini ve soğuğunu iliklerime kadar hissettiğim bir kuyu. Sadece nefesimin sesini duyuyordum. Kendimle konuşmaya başladım. Bir ara aklımı yitirdiğimi düşündüm. Bir yola çıkmıştım, geri dönüş yoktu. Çünkü Antalya’da gerçekten çok mutsuzdum. 2013’te organizatör Yılmaz Köse’yle tanışmıştım. O bana, abi oldu, omuz oldu, inişlerimin çıkışlarımın birebir şahidi oldu. O da çaresizdi. Ne yapacağımızı, yönümüzü bilmiyorduk. Tarzımız ve soundumuz hakkında belirsizlik yaşıyorduk. Yeni bir şey, ama ne? Ta ki bas gitarist Şentürk Öztaş’la beni tanıştırana kadar. İnanılmaz geniş bir bakış açısına sahip yenilikçi bir müzisyen. Arasan bulamazsın ya, o türden. O da bir proje arayışı içindeydi. Buluştuk, denedik… İlk başta Melih’in bir bestesi üzerinde çalıştık. Sonra ona yine Melih’in yazdığı ve benim çok ama çok sevdiğim bir sözü üzerinde çalıştığımı söyledim. Bir fikrim vardı, Şentürk’le göz attık. O an çok ama çok tuhaf bir şey yaşadık ikimiz. İnanılmaz bir sinerji oluştu ve ikimiz şaşkın ve mutluluktan kahkaha çığlıkları attık. “Gitmeseydin ya Şarap İçerdik” şarkısının temelini atmıştık. Şarkı son halini bulana kadar yaklaşık bir yıl geçti. Çok denedik. Bir yıl içinde çok kavgalar ettik, çok zorlandık ve kendimizi de çok fazla zorladık. Ama bittiğinde birbirimizi tanımış olduk. İçimdeki seslere tercüman olduğu için Şentürk’e minnetarım.
Yıllar önce bir Albatros belgeseli izlemiştim. Albatros’un o ilk uçuş denemesini hiç unutmayacağım. Albatros bir yamaçtadır. Kanatlarını açar ve dengeli bir şekilde yamaca doğru koşmaya başlar. Kanat açıklığı yaklaşık dört metredir ve doğanın en büyük kuşudur. Dengelidir. Kendini uçurumdan aşağıya bırakır. İlktir bu uçuşu, rüzgarı henüz bilmez, nasıl yakalayacağını. Güvenle bırakır kendini. Her şey saniyeler içinde değişir, gelişir. Albatros uçmak zorundadır, çünkü bu onun doğasıdır. En zoru ‘denge’ ise her şey… Albatros oldum ben de, bıraktım. Geçmişimi bıraktım. Korkularımı, kaygılarımı ve endişelerimi. Güvenmeye başladım. Güvenmek zorundaydım. “Bana güven!”, diyordu Şentürk hep. Uzun sürdü güvenebilmem ve kendimi ona bırakabilmem. Rüzgar oldu, taşıdı beni. Yeniden nefes aldım. Kalbim yeniden coşku ve heyecanla doldu.
“Her insanın bir hikâyesi var”, demiştim ya. Ben umudumu yitirdiğim, pes ettiğim, ağladığım o yalnız geceleri hiç unutmayacağım. Düştüğüm o kuyuyu, “Bir insan daha ne kadar düşebilir ki?”, diye sorguladığım, vücudumun her santimetrekaresinin ağrıdığı, paramparça olmuş o ruh halini, çaresizliğin nefesini nasıl unuturum ben. Ama soru, “O kuyuda kalıp ruhunun çürümesini beklemek mi, yoksa bir çıkış aramak mı?”
Zoru başarmak her zaman en güzelidir. Tecrübeyle sabit. Gurur duyarsın neticeyle. Ama sabırlı olmak zorundasın. Sabır en büyük duamdı. Sabrettikçe güçlendiğimi hissettim. Gücü hissettikçe, ışığı gördüm.
Kader çarkı dönüyor, karma yanıyor… Küllerimizden yeniden doğmanın vakti geldi. Bu benim değişimim! 23 Eylül 2017
Yorum Yazın