Çatalhöyük Ana Tanrıça (MÖ 6000)
Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası; ailenin bereket kaynağı ve şeref abidesidir. Türk destanlarında ve efsanelerinde ilahi bir varlık olarak nitelendirilen kadının, dövülmesi, aşağılanması ve hor görülmesi söz konusu bile değildir. Ailede kadın, daima erkeğin yanında yer almış, onun gücü ve ilham kaynağı olmuştur. Kadına verilen yüksek değer, “birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik kadındır” atasözüyle açık bir biçimde ortaya konulmuştur. İslam öncesi Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000-4500 yıl gerilere kadar ulaşmaktadır. Bu konu bağlamında her şeyden önce kültür araştırmalarında Türk dili analiz edilmelidir. Hiçbir Türk dilinde cinsiyet ayrımı yoktur. Çünkü Türk kültüründe cinsiyetler arası ayrımcılık bulunmamaktadır. İlk şamanların kadın olduğuna ve bu nedenle kadın şamanların şaman topluluklardaki en güçlü ruhsal liderler olduğuna inanılmaktadır.
Ayrıca Tengri (Tanrı) kelimesinin de cinsiyeti yoktur. Türk aileleri ataerkil değildi. Çünkü ana tarafından ‘dayı’, ‘tagay’, ‘kufduk’ ve ‘teyze’ gibi akrabalık adları Türk dillerinde bulunduğu halde, baba tarafından akraba adları Türk lehçelerinde daha sonraki bir döneme aittir.
Devlet yönetiminde Kağan’ın kararı, Hatun bu karara katılmadıkça geçerli sayılmıyordu. Türklerin önem verdikleri haklara, “ana hakkı” dedikleri ve bunu da “Tanrı Hakkı” ile eşit tuttuklarını göstermektedir. Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Örneğin İskitler 'de, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki, İskitli göçebe kadınlar her savaşta erkekleriyle birlikte çarpışıyorlardı. Türk mitolojisinde kadın gayet yüksek bir mevkide tasvir edilir ve bulunan tanrıçalardan bazıları şöyledir: Ak Ana: Ülgen’e sonsuz sulardan gelerek “Yaratma” emrini veren tanrıçadır, Yaratılış Destanı'nda Ülgen'e (Tanrı) insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham vermiştir. Umay Ana: Çocukları ve hayvanları koruyan tanrıçadır. Ayısıt: Güzellik tanrıçasıdır. Çocuklara ruhlarını verir. Kübey Hatun: Doğum tanrıçasıdır. Asena: Yol gösterici, lider tanrıçadır Ötügen: Devleti koruyan ve hâkimiyeti sağlayan tanrıçadır.
Eski Türk inanışında ve töresinde kağan yeryüzünde Tanrının temsilcisidir, Tanrı onu görevlendirmiştir ve onun yardımcısıdır. “Tanrı, Türk ulusu yok olmasın diye onun koruyucusu ve kağan vericisidir. Tanrı ile kağan arasında kağanın Tanrı buyruklarına uymasıyla ilgili Tanrı ile ulus arasında sürekli bir bağ vardır.” Yazıtlar şu felsefeyle başlar: “Tengri teg tengride bolmuş Türk Bilge Kağan…” (Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı; Kültigin Âbidesi, Güney cephesi). Kağanın Gök Tanrıyla benzerliğine işaret eden bu ifade Bilge Kağan Âbidesi'nde de benzer biçimde geçer. Eski Türklerin yöneticilerine atfettiği bu kutlu özellik, Âbidelere göre sadece kağana değil, hatuna da aittir ve bu, metinlerde sık sık tekrarlanır. Kağan ile hatunun adı birlikte geçer.
Kültigin Âbidesi‟nde Bilge Kağan, babası kağanı ve annesi hatunu il veren Tanrının, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye yücelttiğinden söz eder. Bilge Kağan Âbidesi'nde de Tanrının, İlteriş Kağan'la İlbilge Hatun'un tepesinden tutup yukarı kaldırdığından bahsedilir. Hatunun da kağan gibi Gök Tanrıdan kut alması ona verilen değeri göstermektedir. Türk milletinin adının sanının yok olmaması kağana ve hatuna bağlıdır. Türk tanrısı her ikisini de yüceltmektedir. Devletin devamı, ilin, törenin düzeni hakana ve hatuna bağlıdır. Eski Türklerde kadın birçok eski kültürde olduğu gibi tabu olmayıp, kutsal bir konumdadır.
Türklerin İslam dinini kabul etmesinden önce yazılan Orhun Yazıtları, muhteva olarak Türk tarihi ve kültürü bakımından önemlidir. Yazıtlarda; Türklerin yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğu, devlet kademelerinde bilgili ve ehil olmayan kadronun iş başına getirildiği zaman yönetim düzeneğinin iyi çalışmayıp, ahalide hoşnutsuzluk görüldüğü, yabancı kültürünün Türk birliğini zedeleyip, kişiliğini kaybettirdiği, konuşma sanatına uygun bir anlatımla verilmiştir.
1. bin yıl ise, MÖ 4. bin yılda oluşmaya başlayan ve kadının toplumsal konumunu oldukça pasifize eden sürecin doruk noktasını oluşturur. Kadına toplumsal rol biçilerek artık daha çok 'ana' olarak sınırlandırılır.
Eril beyinler tarafından yazılıp, derlenmiş ve 'kültür dilde başlar' tanımlamasını destekleyip, toplumu ve gelenekleri etkileyerek, günümüze dek ulaşan bütün bu kaynaklarda; tıpkı yaratılan ilk kadınları köleleştiren, boyun eğmezlerse şeytanileştirdikleri efsaneler gibi, tüm ayrımcı kültürel mitlerin yıkılmasının, bu mitlerin ve çocukları yetiştirilirken anlatılan toplumsal davranış ve cinsiyet rollerini içeren tüm bu hikayaleri, yeniden yazmamızın vakti çoktan geldi.
Çağlar boyunca güçlü, saygın, koruyucu, üretken, merhametli ve büyüleyici güçler taşıyan kadının, tarihte özel mülkiyetin ortaya çıkışı ile ataerkil aile ve toplumsal cinsiyet rollerinin biçilmesine geçiş süreciyle, kadının değerinin yıllar içinde eriyip değersizleştirimesinin başladığını gözlemliyoruz.
Oysa, tıpkı feminizm gibi yaygın inanışın aksine, anaerkil toplumlarda yaşamak, erkeklere veya erkeklerle ilgili faaliyetlere karşı baskı yapmak veya onları küçümsemek anlamına gelmiyor. Aksine, anaerkilliğin devam ettiği Mosuo kültürü eşitlikçi dinamikler üzerine inşa edilmiştir. Mosuos, kadınları ve erkekleri eşit bir temele oturtmuştur: her ikisinin de belli yaşam biçimleri ve belirli görevleri vardır, yine toplumda kendilerine verilen rolleri çerçevesinde saygı görürler.
Henüz bilgi çağında olamamış, ilkel insanlık devirlerinde ise yine kültürleri toplumsal katı cinsiyet rollerini takip eder.
Hofstede'ye göre, feminizmin ve toplumsal cinsiyet teorisinin bu tür yerler üzerindeki mevcut etkisi göz önüne alındığında, varsayımsal bir anaerkil toplum daha gevşek cinsiyet rollerine sahip olabilir ve kendisini kadınsı topluma dayandırabilir. Hofstede, feminen toplumla, cinsiyet rollerinin katı olmadığı ve insanların yaşam kalitesine rekabetten daha fazla değer verdiği bir toplumu tanımlamayı amaçladı. Ancak böyle bir toplumun var olması için mutlaka anaerkil olması gerekmez (ataerkil olması da gerekmeyeceği gibi).
İlk zamanlardan bahsetmek gerekirse; M.Ö. 15000 – 8000 yıllarında başladığı varsayılan ve kültürel evrelerin en uzunu olan çağ, Paleolitik Çağ’ dır. Bu dönem insanlarının ilk yerleşim yerleri, doğa şartları nedeniyle mağaralar ya da kaya sığınakları olmuş. Buralarda büyük gruplar ve kalabalık aileler biçiminde yaşadıkları bilinmektedir. Bu çağdan kalan ilk eserler, çoğunda kadın figürünün kullanıldığı bazı küçük heykelciklerdir. Bu heykellerin ortak özelliği, kadının göğüs, kalça ve cinsel organının abartılı olarak gösterilmiş olmasıdır. Bu heykellerde kadın cinsel organının ağırlıkla işlenmesinin sebebi, üremede büyük bir rol oynayan ve bereketin sembolü sayılan kadını kutsallaştırmak veya doğumun artmasını sağlamaktır. M.Ö. 8000 – 5000 yılları arasında başlayan Neolitik Çağ, insanlık tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir, insanlar göçebe hayat tarzından yerleşik düzene
geçmeye başlamışlar. Üreme ve çoğalma kaygısı ile ilgili olarak, ‘Ana Tanrıça’ inancı yaygınlaşmıştır. Kadının doğurganlığı ön plana çıkmış, avcılıkla birlikte, doğumdaki rolü henüz bilinmeyen erkek ikinci plana itilmiştir. Birleşme ve doğum gibi durumları anlatan figürlerde erkek hep, yardımcı rolde gösterilmiştir. Bugüne dek, döneme ait, başlı başına tek bir figür olarak erkek heykeline rastlanmamıştır. Üreme ve çoğalma, tanrısal bir yaratı olarak değerlendirilmiş ve ‘erkeği doğuran kadın’ mantığı yaygın hale gelmiştir. Yaşam, doğum, ölüm temalarının tümü kadınla ilişkilendirilmiştir. Kadın, daima yaşamı sağlayan bir kapı olarak nitelendirilmiştir. Ölüme ve dolayısıyla da yeniden doğuşa, kadın aracılığıyla geçileceğine inanılmıştır. Kadın aynı zamanda, günlük yaşamda da önemli bir yere sahip olmuştur. M.Ö. 5000 – 3000 yıllarında başlayan Kalkolitik Çağ’ da ise, taşın yanı sıra bakır da kullanılmaya başlanmıştır. Duvarlarla korunan küçük şehirciklerin oluşması, toprak sınırları yüzünden savaşların çıkmasına sebep olmuştur. Böylelikle, mülküyet ve egemenlik hırslarıyla birlikte çıkan savaşlarda erkeğin fiziksel gücü ön plana çıkmaya başlamış. Ancak, bu dönemde de, anaerkil düzenin devam ettiği ve kadının halen bereketin simgesi olduğu görülmektedir.
Görüldüğü gibi, insanlığın ilkel çağlarında toplumlar kadın egemen bir yaşam sürmüşler. Anaerkil dönem olarak adlandırılan bu dönemlerde, kadınların pek çok konuda denetimi ellerinde bulundurduğu ve toplum içindeki üstünlüklerini, gerek doğurganlıkları gerekse üretimdeki aktif rolleriyle sağladıklarını görüyoruz.
Zamanla özel mülkiyet, sınıf ayrımı ve dinin etkisiyle oluşan baskı, sömürü ve cinsiyet ayrımı gibi etmenler ortaya çıkarttı ve kadının statüsünde büyük bir düşüş yaşandı. Anaerkil düzenden ataerkil düzene geçişte, tanrıçalaştırılan kadının, hem toplumdaki hem de ailedeki yeri, erkekler tarafından bir üstünlük ve bir tehdit olarak görülüp, kadınlara karşı da bir mücadeleye dönmeye başladıkça değişti.
Toplumsal cinsiyet rollerinin ayrımcı, kısıtlayıcı ve yok edici bakış açısı; yapıcı ve eşitlikçi, cinsiyet gözetmeyen bir olgunluğa eriştiğinde, ve din, dil, ırk, millet, beden, cinsiyet kimlikleri oluşturarak ayrımlar yapmayı bıraktığında ancak aydınlanmayı başarabilecek insanlık.
Kaynak
Hypatia gibi M.Ö. 4’üncü yüzyılda Atina”da görev yapan bir doktor: Agnodice. Jinekolog olan Agnodice’in kadınların o dönemde tıbbi uygulama yapması illegal olduğundan erkek gibi giyindiği söylenir.
Merit Ptah
– Mısırlı hekim (MÖ 2700) Eski Mısır’da yaşamış olan Ptah, tarihte ismiyle anılan ilk kadın doktor olmasıyla bilinmektedir. Kendisinin milattan yaklaşık 2700 yıl önce yaşadığına inanılıyor. Ptah’ın yaşamının ayrıntıları büyük ölçüde bilinmiyor. Ancak bilinen şey, zamanının tek doktoru olmadığıdır. Kadınlar, Antik Mısır’ın tıbbında, özellikle kadın doğum uzmanlığında önemli bir rol oynadılar. Kendisinin Krallar Vadisi’ndeki bir Mısır mezarına resmi çizilidir. Burada Merit Ptah, bir baş rahip olan oğlu tarafından “başhekim” olarak tanımlanmıştır.
Liet-tzu (Si Ling-Chi) – İpek üretimini bulan Çinli İmparatoriçe (MÖ 2640) Yaklaşık MÖ 2700-2640 sıralarında Çinliler ipek yapmaya başlamıştı. Yarı efsanevi imparator Huang Di ipekböceği yetiştirme ve ipek ipliği eğme yöntemlerini icat etti. Huang Di, aynı zamanda antik Çin’deki kültürün temellerini atması ile bilinmektedir. Ancak aslında ipek ile ilgili keşifleri yapan kişinin kendisi değil de onun eşi olan Lei-tzu olduğu düşünülmektedir. Bu yüzden Liet-tzu, “Si LingChi” diye de tanınır. Bu “İpekböceklerinin Hanımı” anlamına gelmektedir.
Enheduanna – Astronom, matematikçi ve şair (yaklaşık MÖ 2354) Ay Tanrısı Nanna’nın Ur Kenti’ndeki ana tapınağının baş rahibesi Enheduanna, yıldızlar ve ayın döngülerini kaydetmek için gözlemciler görevlendiren ilk rahibedir. Döneminde, gökcisimlerinin hareketlerini gösteren haritalar yapılmıştır. Enheduanna, ilk dinsel takvimlerden biri olan ay takviminin oluşturulmasına katkıda bulunur. Bu takvim, günümüzde hâlâ Paskalya Yortusu, Hamursuz Bayramı gibi dinsel uygulamaları tarihlendirmek için kullanılır. Çalışmalarının ve ilahilerinin yanında, Enheduenna’nın 42 epik şiiri de tabletler üzerinde günümüze ulaşmıştır. Kayıtlı edebiyat tarihinde birinci tekil şahıs kullanarak yazan ilk kişidir. Enheduanna’ya ait taştan bir disk ve iki mühür günümüze kadar ulaşmıştır. Disk üzerinde üç yardımcısıyla birlikte görülen Enheduenna’nın kabartması profildendir. Bu kabartmanın arkasında, Enheduanna, “Nanna’nın (Ay Tanrısı) karısı ve Sargon’un kızı” olarak tanımlanır.
Tapputi-Belatikallim – Mezopotamyalı kimyager (MÖ 1200) Tapputi-Belatikallim, çeşitli kimyasallarla çalışmalar yaparak parfüm ve kozmetik malzemeler elde etmiştir. Tapputi Belatikallim’in adı, günümüze bir tablet üzerinde gelmiştir. Parfüm üretimi Mezopotamya’da çok önemliydi. Çünkü aromatik maddeler, kozmetik dışında ilaç ve dinsel amaçlarla da kullanılırdı. Parfümcülük araçları ve tarifleri, aşçılıkta kullanılanlara benzerdi. Parfüm üretiminde kullanabilmek için, bitkilerin özütlerini çıkaracak farklı kimyasal teknikler geliştirilmişti.
Sonduk – Silla Krallığı’nın kraliçesi ve astronom (MÖ 600’ler) Sonduk, Uzakdoğu’da bilinen ilk gözlemevini inşa ettirmiştir. Hanedanındaki tüm erkeklerin ölmüş olması nedeniyle MÖ 634’de tahta oturan Kraliçe Sonduk, MÖ 647’ye kadar Silla Krallığı’nı (bugünkü Kore) yönetir. Bu krallığa yöneticilik yapacak üç kadından ilkidir. Savaşlarla geçen hükümranlığı sırasında, krallığını bir arada tutabilmeyi başarır ve Çin’le ilişkilerini geliştirir. Sonduk’un yaptırdığı, ay ve yıldızların kulesi (Ch’omsong-dae) adıyla anılan gözlemevi, eski Silla Başşehri Kyongju’da, günümüze kadar ulaşmıştır.
Aglaonike – Antik Egeli, astronom (MÖ 5. yüzyıl) Aglaonike, ay tutulmalarının zaman ve konumunu tahmin etme konusunda uzmanlaşmıştır. Zamaasnın insanları Aglaonike’nin istediğinde ayı kaybedebildiğini sanmış; bu niteliğini cinsiyetinden ötürü, bilimsel birikiminden çok güçlü bir büyücü olmasına bağlamışlardır. Tarihin ilk kadın astronomlarından olan Aglaonike’nin adını Venüs gezegeninde bir krater yaşatıyor.
Hipparchia – Kinik okulundan, Antik Egeli filozof (MÖ 360-280) Hipparchia felsefesiyle, Sokrates’in öğrencisi Antisthenes’in kurduğu Kinik okulundan sayılır. Kadınların geleneksel rollerinden kurtulmaları için de
mücadele etmiştir. Ailesi, soylu ve zengindir. Hipparchia erkek kardeşi aracılığıyla, Kinik filozoflardan Krates ile tanışır. Kinizm, gereksinimsizlik öğretisini temsil etmektedir. Bu öğreti, gereksinimlerin insanı toplumun kurallarına ve zorlamalarına bağladığını söylerdi. Hipparchia, Krates’in öğretisinden o kadar etkilenir ki ailesinin karşı çıkmasına rağmen onunla evlenir ve devamında onun yoksul, göçebe hayatına katılır.
“Ben Hipparkhia, kadınların alışkanlıklarını izlemedim; bunun yerine erkekçe olan cesareti ve güçlü köpekleri (kinikleri kast ediyor) takip ettim. Ne elbiselerim de ve ne de boynumda, ellerimde, ayaklarımda değerli taşlar istedim. Güzel kokularla bezenmiş başlıklarımda olmadı. Bunların yerine bir değnek, çıplak ayak ve üstümü örten şeyler ve yumuşak bir yatak yerine sert bir yerle yetindim. Böyle bir yaşam Trakyalı bir kızın yaşamına tercih edilir; çünkü avlamak bilgelik peşinden koşmak kadar değerli değildir.“ Ona göre felsefenin yaşama düzen vermesi gerekir ve bu düzen de şöyledir; ”Özgür insan, gereksinimi olmayan insandır”. Hipparkia’nın düşüncesini en iyi anlatan cümlesi belki de budur; ”Bilmek önemli ama irade eylemek de önemlidir.”
Pan Chao – Çinli tarihçi ve yazar (MS 50-112) Pan Chao, Çin İmparatorluğu’nun tarihini anlatan ve birkaç kuşak tarihçinin üzerinde çalıştığı Han’ın Kitabı’nı tamamlamıştır. Ayrıca 8 adet kronolojik tablo hazırlamış ve astronomi üzerine bir de tez yazmıştır. En ünlü yapıtı ise, Kadınlar İçin Dersler’dir (Nu Jie). Pan Chao, edebiyatçıların ürünleri üzerine yorumlar ve şiirler de yazmıştır.
Marguerite Porete 1255-1320 yıllarında Fransa’da yaşayan bu düşünür de mistik düşüncenin temsilcilerinden kabul edilmektedir. Hayatı oldukça ilginçtir; din sapkını olarak suçlanarak, yakılarak öldürülmüştür. Bunun nedeni, “Yalın Ruhun Aynası” isimli kitabında savunduğu fikirleridir. Bu kitapta Marguerite, ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur, buna göre kilisenin kurallarından kopulmalı ve tanrı ile kurulan bağı kişinin kendi içinde kurmalıdır. Bu düşünce tarzı, Orta Çağ dönemi için oldukça cesur düşünceler olup, cezası ölüm olmuştur.
Christine de Pizan (1364 - 1430) Dul bir kadın olması, toplum içerisinde saygınlığının az olmasına yol açmıştır. Gerek bu tutum gerekse gündelik hayatın zorluklarını yaşasa da şiir, siyasi ve felsefi yazılar yazması onun da güçlü bir yapısının olduğunu göstermektedir. “Kadınlar Kenti Üstüne”, “The Book of the City of Ladies” ve “The Treasure of the City of Ladies” isimli yapıtları en önemli çalışmalarıdır. Birçok soyluya kâtip olarak hizmet etmiştir. Düz yazılar ve şiirler kaleme almıştır. Toplamda 30 kitap yazmıştır Bu eserinde aslında bir ütopyadan bahsetmektedir. İnancını kaybetmese de eleştiri yapmış ve bunu eserine de yansıtmıştır.
Rönesans döneminin kadın düşünürlerinden biri de Tullia d’Aragona (1510 - 1556). Ünlü “Aşkın Sonsuzluğu Üstüne Diyalog” isimli eserinde sonsuz büyük aşk üzerine düşüncelerini dile getirmiştir. “Belirli bir hedefe doğru hareket eden her bir şeyin bu hedefe ulaşınca devinimi kestiğinden ve bunun sonucunda artık devinmediğinden kuşku duyulamaz. Çünkü onu devinim içinde tutan ve deviniminin hedefi olan neden ortadan kalktığında zorunluk olarak etkisi de, yani devinim de yok olur. Oysa alışılmış biçimde seven ve sevilen nesneye bedenen sahip olmaktan başka bir özlemi olmayan herkes, özlediği birleşmeyi elde eder etmez devinimi bırakır, artık sevmez” yazar. Platoncu geleneğin temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İtalya’da yaşayan düşünür iyi bir eğitim almıştır. Felsefe üzerine yaptığı konuşmalar onu ön plana çıkarsa da cadı ve fahişe olarak suçlanmaktan da kurtulamamıştır.
Isotta Nogarola (1418 – 1466) Yazar ve düşünür, Rönesans‘ın en
ünlü kadın hümanisti, düşünürü ve sanatçısıdır. “Adem ve Havva Üzerine Diyalog” isimli eseri günümüze kadar süregelen cinsiyet kimliği ve kadın doğası tartışmalarının kapısını açmıştır.
Rönesans döneminde diğer bir kadın düşünür ise; Marie Le Jars de Gournay’dır. 1565-1645 yılları arasında yaşayan düşünür felsefenin yanı sıra fizik, geometri, tarihle de ilgilenmiştir. Hayatında dönüm noktalarından birisi filozof Michel de Montaigne ile tanışmasıdır. Bu tanışıklık, Marie Le Jars de Gournay’ın daha cesur bir şekilde düşüncelerini dile getirebilmesini sağlamıştır. Dilin önemi üzerine yaptığı araştırmalar dikkat çekicidir. Başyapıtı olan eseri, “Erkeklerin ve Kadınların Eşitliği Üzerine” kaleme alır ve bu eserinde erkek ve kadının ruhen eşit olduğunu savunur. Teori ve pratiği birleştirdiği yazılarında toplumsal sistem eleştirilerine de yer vermiştir. Dilin önemi üzerine de dikkat çekici araştırmalar yapmıştır.
Rönesans dönemi kadınlar için cadı avı vakaları açısından tehlikeli bir dönem olmaya devam etse de bir yandan özgür düşüncenin tekrar ortaya çıkması açısından dikkat çekicidir. Bu dönemin kadın düşünürleri Antik Çağ’ın düşünürlerini (Platon, Sokrates.. vb.) kendilerine örnek alarak, skolastik düşünce yapısından bağımsız düşünceler geliştirebilmişlerdir.
Mary Astell (1666 – 1731), bir din adamı olan amcasından aldığı matematik, felsefe dersleri ile kendini geliştirmiş, daha sonra Londra’ya yerleşmiştir. Düşüncesinde Descartes ve Locke’un etkileri hissedilir. Düşüncelerinde kadın haklarına yönelik ilk nüveler görülür: Kadınların iyi bir eğitim alması ve toplumsal hayata katılım göstermeleri gerektiğini savunur.
Maria Sibylla Merian (1647-1717) Böcek bilimci, botanikçi, doğa bilimci ve sanatçı Maria Sibylla Merian, böceklerin ve bitkilerin olağanüstü detaylı ve son derece hassas çizimlerini yaptı. Merian, canlı örneklerle çalışarak biyolojinin daha önce bilimle bilinmeyen yönlerini açıkladı. Merian’ın böcek hayatı araştırmaları ve böceklerin yumurtadan çıktığını keşfinden önce, canlıların çamurdan kendiliğinden oluştuğu düşünülüyordu. New York Times’ın, 2017’de bildirdiğine göre, sadece böcek yaşam döngülerini değil, aynı zamanda yaratıkların yaşam alanlarıyla nasıl etkileşime girdiğini gözlemleyen ve belgeleyen ilk bilim kadını oldu.
Gabrielle Émilie Le Tonnelier de Breteuil, marquise du Châtelet (1706 - 1749), Fransız matematikçi, fizikçi ve yazardır. Küçük yaştan itibaren,
eskrim, binicilik, jimnastik gibi derslerin yanında sıkı bir eğitim almaya başladı.12 yaşına geldiğinde, Latince, İtalyanca, Yunanca ve Almanca'yı akıcı bir dille konuşabiliyor ve çevirmenlik yapabiliyordu. Felsefe, matematik, edebiyat ve bilimsel konularda eğitim almasına karşın, danstan hoşlanıyor, arp çalıyor, opera şarkıları söylüyordu. aile baskısından ve sıkı disiplinli eğitim çalışmalarından kaçarak 19 yaşındayken evlendi. Eşi aracılığıyla Fransız yazar ve filozof Voltaire ile tanışan Châtelet, ünlü yazarla birlikte kiliseyle devletin ayrılması ve devletin gücünün sınırlanması ihtiyacı gibi konularda çalışmalar yaptı. 20 yaşına geldiğinde eğitimini
sürdürmek amacıyla, Fransız Bilimler Akademisi'ne başvurdu ancak cinsiyeti nedeniyle reddedildi. Bu akademi, ilerleyen yıllarda Châtelet'in Tabiat Üzerine Tezler adlı kitabını yayınlamayı üstlenmiştir. Châtelet'in en önemli eserlerinden biri, Isaac Newton'ın Principia (Prensipler) kitabının Fransızca'ya çevirisidir. Fransa'nın, Newton'ı tanımasında, Châtelet'nin bu çevirisi büyük önem taşır. Newton’a göre; hareket eden cismin enerjisinin kütlesi ile doğrudan orantılı olmadığı düşüncesinin tersini savunan Emilie du Châtelet, kütle ve hızının karesi ile orantılı olduğunu kanıtladı.Einstein’in teorisini (e=mc²) destekleyen bu düşünce bilim dünyasında ilgi gördü. Ölümünün ardından Voltaire'in sevgilisi olarak anıldı.
Caroline Herschel (1750-1848), Alman-İngliz bir astronom ve kendisi gibi astronom olan William Herschel’in kız kardeşidir; iki kardeş tüm kariyerleri boyunca beraber çalışmıştır. Astronomiye en önemli katkısı, bazı kuyruklu yıldızları keşfetmesi olmuştur; bunların içinden özellikle kendi adını taşıyan periyodik kuyruklu yıldız 35P/Herschel-Rigollet’nin keşfi önemlidir. Herschel, Mary Somerville ile birlikte Kraliyet Astronomi Derneği Altın Madalyası’nı kazanan ve Kraliyet Astronomi Derneği’nin onursal üyeleri arasına giren ilk kadındır. Ayrıca, Kraliyet İrlanda Derneği’nin de onursal bir üyesi olmuştur. Prusya Kralı, Herschel’e 96. doğum günü şerefine bir Bilim Altın Madalyası vermiştir.
Olympe de Gouges (1748-1793) Aydınlanma döneminin diğer bir kadın
düşünürü olan ve kadın hakları üzerine ilk kez düşünce üretenlerden biridir. Kilise ve evlilik kurumu üzerine eleştirel düşünceler kaleme almıştır. Toplumsal sorunları gündeme getiren romanlar yazmıştır. “Kadının ve Kadın Yurttaşın Hakları Bildirisi” isimli yapıtında kadın-erkek eşitliğini savunmuştur. Düşünceleri yüzünden önce tutuklanmış, ardından giyotin ile idam edilmiştir.
Mary Wollstonecraft (1759 – 1797), İngiliz yazar, filozof ve kadın hakları savunucusudur. O zamanlar kadınlara açık olan meslek ya da uğraşların hemen hepsine el atmıştır: Zengin kişilere çeşitli gezi ve etkinliklerinde ücret karşılığı refakat etme, mürebbiyelik, öğretmenlik, okul müdireliği, toplumsal eleştiri ve roman yazarlığı gibi birçok uğraşı olmuştur. Fransızca,
Almanca ve İtalyanca öğrenenWollstonecraft genelde tercüme yapmaktaydı. Onu önemli kılan feminizmin ilk sistematik eseri olan “Kadın Haklarının Savunulması“nın yazarı olmasıdır.
Marie-Sophie Germain (1776-1831), Fransız asıllı matematikçi, fizikçi ve filozoftur. Elastiklik teorisinin öncülerinden biri olarak konuyla ilgili yazdığı tez ona, Paris Academy of Sciences tarafından verilen büyük bir ödül kazandırdı. Fermat’ın son teorisi hakkında çalışan matematikçilere kaynak sağladı. Kadınlara olan önyargılar sebebi ile kariyerini matematik üzerinden yapamadı; fakat bağımsız olarak matematik üzerine hayatı boyunca çalıştı. Matematiğe olan katkıları sonucu ölümünden 6 yıl sonra Göttingen Üniversitesi tarafından fahri doktorluk unvanı aldı. The Academy of Sciences tarafından her yıl verilen The Sophie Germain Prize adlı bir ödül bulunmaktadır.
Mary Somerville (1780-1872), İskoçyalı bilim yazarı ve polimattır. Astronomi alanındaki çalışmalarıyla Caroline Herschel ile birlikte Kraliyet Astronomi Topluluğu’na kabul edilen ilk iki kadın üyeden biri olan Somerville, bunun yanı sıra matematik alanında çok önemli çalışmalara imza atmıştır.
Mary Anning (1799-1847), Britanyalı bir fosil biriktiricisi ve paleontolojisttir. Henüz 10-12 yaşlarındayken dinozor kalıntıları keşfetmiş ve bu kalıntıları bir bütün olarak gün yüzüne çıkarmıştır. Fosil keşifleri ve incelemeleri sayesinde bu alanlarda dünyanın gelmiş geçmiş en önemli bilim insanlarından biri olduğu kabul edilmektedir.
Sonja Kowalewsky (1850-1891), ilk büyük kadın Rus matematikçisidir. Analiz, diferansiyel denklemler ve mekanik alanlarına birçok orijinal katkıda bulunmuştur. Kuzey Avrupa’da ilk kez tam profesörlük alan kadındır. Ayrıca bilimsel bir dergide editör olarak çalışan ilk kadınlardandır.
Clara Zetkin (1857 – 1933) Alman Marksist siyaset teorisyeni ve düşünürdür. Kadın hakları savunucusu ve aktivisttir. 1911 yılında “Kadınlar Günü“nü ilk kez düzenleyen kişidir.
Madam Curie (1867-1934), Polonya asıllı kimyager ve fizikçi. Çalışmalarıyla bir çığır açan ve Nobel Ödülü’nü alan ilk kadın, bu ödülü iki kere alan ise ilk bilim insanı. Radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalarla iki farklı alanda Nobel Ödülü kazanmıştır. Uranyumla yaptığı deneyler sonucu radyoaktiviteyi keşfeden Curie, bunun dışında toryumun radyoaktif özelliğini buldu ve radyum elementini ayrıştırdı. 1903 Nobel Fizik ödülü ve 1911 Nobel Kimya ödülü sahibi olmasının yanı sıra radyoloji biliminin de kurucusudur.
Ada Lovelace (1815-1852), İngiliz matematikçi ve yazardır. Esas olarak Charles Babbage’in erken dönem mekanik genel amaçlı bilgisayarı Analitik Motoru üzerindeki çalışmaları ile bilinir. Motor hakkındaki notları, bir makine tarafından işlenmek üzere yazılan ilk algoritmayı içerir. Bundan dolayı dünyanın ilk bilgisayar programcısı olduğu kabul edilir.
Maria Mitchell (1818-1889), 1847 yılında teleskop yardımıyla “Miss Mitchell Kuyrukluyıldızı” olarak da bilinen kuyrukluyıldızı keşfeden Amerikalı bir astronomdur. Mitchell bu keşfi sayesinde, Danimarka kralı 7. Frederick tarafından sunulan altın madalyaya layık bulunmuştur – ki bu ödülün o dönemde bir kadına verilmesi sıra dışı ve önemli bir durumdur. Mitchell, mesleği astronomluk olan ilk Amerikalı kadındır.
Fatma Aliye Hanım (1862 – 1936) Türk edebiyatının ilk romancısıdır ve ilk felsefecisi olarak kabul edilmektedir. Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa‘nın kızıdır. Edebi yaşantısı 1889 yılında Georges Ohnet‘in “Volonté” adlı romanını “Meram” adıyla çevirmesi ile başladı. Bu romanı “Bir Hanım” imzasıyla yayımlamıştır. 1892 yılında “Muhadarat” adlı ilk romanını kendi adıyla yayımladı. Fikirlerini dile getirdiği başka eserler de kaleme aldı. Günümüzde kullandığımız 50 TL’nin arka yüzünde onun portresi bulunmaktadır.
Rosa Luxemburg (1871 – 1919) Polonya doğumlu Alman marksist politika teorisyeni, filozof ve siyasi aktivist. Düşünür kimliğinin yanında devrimci kimliğiyle de tanınan Luxemburg komünist faaliyetlerinin bedelini trajik biçimde ödemiştir: Ölene kadar dövülmüş ve cesedi nehre atılmıştır.
Lise Meitner (1878-1968), Avusturyalı bir fizikçidir. Nükleer fizik ve radyoaktivite üzerine çalışmış olmasının yanı sıra fizyon olayının teorik
yorumunu yapmıştır. 11 Şubat 1939’da Otto Frisch ile birlikte dünyayı değiştirecek bir makale yayınladılar: “Uranyumun nötronlarla parçalanması: Yeni tip bir nükleer tepkime“. Bu makalelerinde Hahn ve Strassmann’ın deneylerini referans göstererek ve çekirdeğin damlacık modeli kullanarak; baryumun, uranyumun parçalanmasından ortaya çıktığını önerdiler. Bu olaya fisyon ismini koydular ve bir çekirdekte oluşan nükleer fisyon tepkimesinden yaklaşık 200 milyon elektron volt (200 MeV) enerji açığa çıktığını hesapladılar.
Emmy Noether (1882-1935), 20. yüzyılın başlarındaki büyük matematikçilerden biriydi ve araştırması, hem modern fizik hem de matematiğin iki temel alanı için zemin hazırlamaya yardımcı oldu. Yahudi bir kadın olan Noether, en önemli çalışmasını 1910’ların sonu ile 1930’ların başı arasında Almanya’daki Göttingen Üniversitesi’nde araştırmacı olarak yaptı. Simetri ile ilgili en ünlü eserine Noether’in teoremi denir; modern fizik ve kuantum mekaniği için gerekli hale gelen daha ileri çalışmalar için zemin hazırladı. Daha sonra matematikçiler arasında en çok saygı duyduğu eser olan soyut cebirin temellerini oluşturmaya yardımcı oldu ve bir dizi başka alana temel katkılarda bulundu. Nisan 1933’te Adolf Hitler Yahudileri üniversitelerden kovdu. Bir süredir Noether, Amerika’da Albert Einstein gibi diğer Yahudi Alman bilim adamlarını takip etmeden önce evlerinde öğrencilerini gördü. Nisan 1935’te ölmeden önce Pennsylvania’daki Bryn Mawr Koleji’nde ve Princeton Üniversitesi’nde çalıştı.
Janaki Ammal, Botanikçi (1897 – 1984), Hindistan’ın ilk kadın bitki bilimcisi olan Ammal, bugün yetiştirilmekte olan birçok melez türü geliştirmiştir. Kendisi ayrıca Hindistan’daki biyolojik çeşitliliği koruma çalışmalarında da yer almıştır.
Grace Murray Hopper (1906-1992), Amerikalı bilgisayar bilimcisi ve ABD donanmasında rütbeli askerdir. Harvard Mark I bilgisayarının ilk programcılarından biri olan Hopper, bilgisayar programlama dilleri için ilk derleyiciyi geliştirdi. İlk modern programlama dillerinden biri olan COBOL’un da geliştiricilerindendi. Bilgisayar dilinde “debugging” diye bilinen programı hatalardan temizleme konseptinin de ilk kullanıcılarındandı. Amerikan savaş gemisi USS Hopper (DDG-70) adını kendisinden almıştır.
Hannah Arendt (1906 – 1975) Dünyaca ünlü filozof Martin Heidegger‘in Marburg Üniversitesi’nde öğrencisi olan Hannah Arendt felsefe eğitimi almasına ve birçok kişinin kendisini filozof olarak görmesine karşın, o kendini “siyaset kuramcısı” olarak görür. Bir Yahudi olan Arendt, Nazilerden kaçarak, ABD’ye yerleşmiştir. Arendt’in çalışmaları otoriterlik, totalitarizm ve kötülük gibi konular üzerinde yoğunlaşır.
Dorothy Crowfoot Hodgkin 1910-1994, protein kristalografisi adlı bilim dalının kurucusu olan Britanyalı bir bilim insanıdır. Biyomoleküllerin üç boyutlu yapılarını belirlemek için kullanılan X ışını kristalografisi tekniğinin öncülüğünü yapmıştır. En önemli başarıları kolesterol, penisilin, B12 vitamini ve insülinin moleküler yapılarının keşfidir. B12 vitamini üzerine çalışması ile 1964 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülmüştür.
Simone de Beauvoir (1908 – 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci. En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelemesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu “İkinci Cins“(Le Deuxième Sexe) sayılabilir.
Virginia Apgar (1909-1974), yeni doğan bebeklerin sağlığını değerlendirmek için basit ve hızlı bir yöntem olan Apgar skoru icadı ile en iyi bilinen anesteziyoloji ve obstetrik tıbbi alanlarında öncü bir kadın bilim insanıdır. Apgar 1933’te tıp diplomasını aldı ve cerrah olmayı planladı. Ancak o sırada ameliyat olan kadınlar için sınırlı kariyer fırsatları vardı, bu yüzden ortaya çıkan anesteziyoloji alanına geçti. Ulusal Sağlık Enstitüsüne göre, alanında lider ve Columbia Üniversitesi Doktorlar ve Cerrahlar Koleji’nde tam profesör olan ilk kadın olmaya devam edecekti. Apgar’ın araştırma alanlarından biri, doğum sırasında kullanılan anestezinin etkilerini araştırdı. 1952’de, yaşamın ilk dakikalarında yenidoğanların hayati belirtilerini değerlendiren Apgar skorlama sistemini geliştirdi. Skor yenidoğanın kalp atım hızı, solunum çabası, kas tonusu, refleksler ve renk ölçümlerine dayanmaktadır ve düşük skorlar bebeğin acil tıbbi müdahaleye ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Sistem bebek ölümlerini azalttı ve neonatoloji alanın doğmasına neden oldu ve bugün hala kullanılıyor.
Brenda Milner (1918), “nöropsikolojinin kurucusu” olarak adlandırılan Milner insan beyni, hafızası ve öğrenmesi hakkında çığır açan keşifler yaptı. Epilepsi için beyin ameliyatı geçirdikten sonra yeni anılar oluşturma yeteneğini kaybeden “Hasta HM” ile yaptığı çalışma ile bilinir. 1950’lerde tekrarlanan çalışmalarla Milner, Hasta HM’nin bunu yapmasına dair bir anısı olmasa bile yeni görevleri öğrenebileceğini buldu. Kanada Sinirbilim Derneği’ne göre beyinde birden fazla bellek sistemi olduğu keşfedildi. Milner’ın çalışması, hipokampus ve frontal lobların hafızadaki rolü ve iki beyin yarıküresinin nasıl etkileştiği gibi beynin farklı alanlarının işlevlerinin bilimsel olarak anlaşılmasında önemli bir rol oynamıştır. Çalışmaları bugüne kadar devam ediyor. Montreal Gazette’e göre Milner 101 yaşında hala Montreal’deki McGill Üniversitesi’nde nöroloji ve nöroşirurji bölümünde profesördü.
Jocelyn Bell Burnell, 1943 yılında doğan Kuzey İrlandalı astrofizikçi, pulsarları keşfeden bilim insanı olarak tarihe geçti. Bunun yanı sıra büyük bir radyo teleskobunun yapılmasında emeği geçen Burnell, pulsarların düzenli olarak yaydığı radyo sinyalleri konusunda da araştırmalar yaptı.
ve daha yazamadığım pek çokları...
İnternet Siteleri:
Wikipedia
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kad%C4%B1n_Matematik%C3%A7iler
https://artuk.org/discover/stories/from-the-garden-of-eden-to-killing-eve-deconstructing-the-first-woman-in-art#https://www.academia.edu/44554345/HYPATIANIN_I%C5%9EI%C4%9EINDAN_B%C4%B0ZE_YANSIYANLAR
https://www.academia.edu/43458011/Hypatian%C4%B1n_Ya%C5%9Fam%C4%B1
https://www.academia.edu/44646943/Antik_Yunanda_Hekate_K%C3%BClt%C3%BC
https://www.academia.edu/27020029/Hypatia_The_First_Female_Mathematician_Scientist_and_Philosopher
https://www.academia.edu/37158549/Antik_Yunanda_kad%C4%B1n_Betimlemeleri_ve_Kad%C4%B1n%C4%B1n_Sosyal_Stat%C3%BCs%C3
https://www.yoair.com/tr/blog/anthropology-an-analysis-of-matriarchal-societies-and-their-culture/;
https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/33408/sedef_kapanoglu.pdf?sequence=1; https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/
Yorum Yazın