Ne İstediniz de Vermedik?
Uzun zamandır bu kadar üzgün hissetmemiştim. Sanırım en son bu kadar üzgün olduğumda Maraş depremi olmuştu. Neyse, benim kişisel üzüntümden bahsetmenin sırası değil.
Ama yine de bugün, bugün olanlardan bahsederken ister istemez kendimden, neslimden, atalarımdan ve benden sonraki nesillerden bahsetmek zorundayım. İki yaz önce ablam ve iki arkadaşıyla birlikte Levent Yüksel’in konserine gittik. Konser “Ya Sonra” ile başladı. Şarkının ilk sözleriyle birlikte bütün Açıkhava hep bir ağızdan söylemeye başladı. Bu, konser boyunca devam etti. Ben de tüm konser boyunca ağladım. Hatta öyle lüzumsuz yere ağlıyordum ki ablam en sonunda “Sen niye ağlıyorsun bu kadar?” diye sormak zorunda kaldı. Ben de ona “Bize ağlıyorum.” dedim. Gerçekten de öyleydi. Bize ağladım. Kendi neslime. Konserde 2 saat boyunca her şarkıyı ezbere bilen 4500 kişinin çocukluğunu, gençliğini, ilk yetişkinliğini ve şimdiki halini biliyordum. Kendimden biliyordum.
Ne istediniz de vermedik?

Çocukluğumuz sizlerle geçti. İsimler değişti, koltuklar değişmedi. Koltuğun ağzı olur mu, olur. İsimler değişti, koltukların ağzı değişmedi. Her gelen, ötekini öcüledi. Birimizden biri sofraya oturamadı. Birimizden biri azarlandı, cezalandırıldı, yok sayıldı, görülmedi. Birbirimize üzülmekten, birbirimizin yarasını sarmaktan başımızı alamadık. Öldürülenler, susturulanlar, bombalar, ekonomiler, dolarlar. Hep bir korku hep bir kaygı hep bir “dur bakalım, şu günler geçsin hele” hali. Yolsuzluklar, hırsızlıklar, öfkeli bıyıklar, çılgın kırmızı ceketler, kötü kötü bakan gözlükler, sallanan parmaklar.
Ne istediniz de vermedik?
Büyüdük genç olduk. Bizi önce hayat bilgisi kitaplarındaki güzel dünyaya inandırdılar, sonra da dünyanın hiç de öyle bir yer olmadığını yaşayarak öğrendik. Gel gelelim, temelimiz sağlamdı. Hayat bilgisi kitaplarındaki gibi bir dünyanın mümkün olabileceğine inanmış gibiydik. Harika şarkılar dinledik, harika. Muhteşem konserlerde bağırarak şarkılar söyledik, AKM’de operalar, baleler izledik, Şehir Tiyatrolarında oyunlara gittik, gazeteleri takip et dediler ettik, kitap oku dediler okuduk, klasik müzik dinle dediler dinledik. Her birimiz kendi kentimizin kafelerinde aşklar yaşadık, sokaklarında arkadaşlarımızla buluştuk, hayaller kurduk, hedefler edindik. “Emeksiz yemek olmaz.” dediler, emek ettik. “Kırk fırın ekmek yemen lazım.” dediler, vallahi yedik. Geç sıranı bekle dediler, bekledik. Sabırla koruk helva olur, dediler sabrettik. Hep çok çalıştık ama ne çalıştık, böyle bir çalışmak görülmemiştir. Şunu giy dediler giydik, bu otobüsten başka yok dediler bekledik. Kısıtlı imkanların sadece bize kısıtlandığını bile bile “sofraya küsülmez.” dedik, önümüze konanla yetinmeyi bildik. Çok uslu çocuklardık, iyi çocuklardık. Yine de olduramadık. Hayatlarımızı bir yere kadar getirebildik de oradan sonrasına emeğimizi, kısmetimizi, bahtımızı yetiremedik. Hakkımız dolmuş gibi öylece kalakaldı bir yerde hayatlarımız, yeniden yükleme yaptıramadık.
Ne istediniz de vermedik?
Yetişkin insanlar olduk. Çoluk çocuğa karıştık. Bizi her gün ama her gün yeni bir yetersizlikle karşılaştırdılar. Yetemedik. İçimize dokundu hallerimiz ama yine de ses etmedik. Her şeyin değişeceğine inanıyorduk. Mutlu günlere. Mavi denizlere.
Ülkemizi de seviyorduk. Gidecek yerimiz yok muydu, yo vardı. Okumuş çocuklardık, dünya bizimdi, dünya çok güzeldi. Yine de gitmedik. Sofraya küsmedik. Yine çalıştık. Çok çalıştık. Emeğimizi hiçbir işten sakınmadık. Bir yere varamayacağımızı biliyorduk. Zaten hayatlarımız olduğu yerde duruyordu, buna alışmıştık ki daha beteri oldu. Hayatlarımız geriye kaymaya başladı. İleri gitmek zaten imkansızken, yerini korumak da bir mücadeleye dönüştü. Çocuklarımız da büyüyordu bu esnada. Defalarca değişen eğitim sistemiyle, yetersiz okullarla yüz yüze bırakıldık. Dershaneler, kurslar, takviyeler, deneme sınavları, koş babam koş. En temel haklarımızdan biri olan eğitim hakkı bile bizim için bir mücadeleye dönüştü. Çocuklarımız farkındaydı, anneleri babaları deli deli çalışıyor, herkes çırpınıyor, kendi de çırpınıyor… A a! Bir tavuk sanki, kanatları var ama uçamıyor.
Ne istediniz de vermedik?

Biz kümesi sevmemiştik ama yine de farkındaydık, kümes bile şükre değerdi çünkü ne kadar olsa hâlâ bizim kümesimizdi. Cumhuriyet yürüyüşlerinde iman tazeliyor, Edip Akbayram şarkıları eşliğinde umut şarjını %30’lara çıkarıyorduk. Yalan yok, bir sonraki krize kadar da idare ediyordu. Krizler bize can havli veriyordu. Alkışlar, protestolar, hayat gailesi, işsiz kalırım korkusu, gelirken ekmek al, bir film aç, kapanış. Yine de geçiyordu ömür. Annelerimizden satın aldığımız “Bizden geçti, ben çocukların geleceği için kaygılanıyorum.” ruhu, içimize girmişti bile. Yine de hâlâ o çocukluğumuzdaki gibiydik. Uslu çocuklardık. Söz dinlemeyi, halden anlamayı, sabretmeyi, beklemeyi biliyorduk.
Ne istediniz de vermedik?
Biz, bizden istediğiniz her şeyi verdik size. Okuduk, çalıştık, besledik, büyüttük. İnkâr edilmez bir şekilde iyi insanlar da olduk.
Ya sonra? Tıpkı şarkının ilk sözleri gibi oldu:
Nedir derdin söyle diye, bir gün bana sormadın
Yüzüme bakmadın
Bilsen nasıl, acı çektim kendim; kimse görsün istemedim
Candan seven birini bekledim
Sen yoktun ki, bu kara günlerde; başkası vardı gönlünde
Gerçekleri gördüm, yeter dedim
Sanılmasın ki sitemim sadece hükümete. Hayır değil. Türkiye gibi muhteşem bir kaynağı, muhteşem bir insan gücünü, buradaki doğal imkanları, ilahi nizamı alıp da ondan bir şey yapmayı becerememiş herkese sitemim. 1938’den bu yana, ortaya hiçbir vizyon koyamamışlara sitemim. Hep bir sınır çizmek, hep bir kıtlık kafası, hep bir bizden olmaz ezikliği, hep bir Batı hayranlığı, hep bir tarih düşmanlığı, hep faşizm, hep sallanan parmak, hep öfkeli gözlük, hep salyalı koltuk. Şu kocaman ülkede, bunca yıl bir tane insan çıkmaz mı yahu kendinden öncekinin yaptığı iyi bir hizmeti alsın da bir yukarı taşısın? Her gelenin kendinden öncekini yıktığı, her gelenin yanında gelmeyeni lanetlediği, kazananın güç sarhoşu olduğu, kazanamayanın sindiği, kazandıramayanın tukaka edildiği bu ülke, bir avuç siyasinin bir avuç muktedirin midir?
Nedir derdin söyle, diye bir gün olsun sormadınız. Hadi sormadınız, istatistiklerden de anlamadınız. İnsanlar her gün ama her gün sosyal medyadan halini beyan edip durdu, biriniz de el atmadınız. Kahramanlar bekleyip durdunuz, içinde bu potansiyeli barındıran milyonlarca insanı da başsız, eforsuz, kaynaksız, imkânsız bıraktınız. Bizden çok güzel şeyler olabilirdi, becerip de yapamadınız. Bu ülkeden öyle insanlar çıkabilir, bu ülkede öyle büyük başarılar elde edilebilirdi ki alan açmadınız, ah nasıl basıp giderdik, nasıl kırardık dümeni müreffeh geleceklere ama siz bir beceremediniz ki motor şöyle bir güzel açılsın, gazı bir güzel kökleyelim. Hep istibdat hep kıtlık hep dur bakalım… Atatürkler, Fatihler, Alparslanlar gökten iniyor sandınız, bizi hepten nasipsiz sandınız.
İstibdat bugün mü var? “Bana yasal, sana yasak.” hep vardı. Bu yıllardır öyle kanıksandı ki nihayetinde büyüyüp hepimizi yutacak hale geldi işte.
Ne istediniz de vermedik?

Vallahi söyleyin. Ne istediniz de vermedik? Ne yapmak istediniz de biz mâni olduk? Ne dediniz de anlamadık? Hangi görevi verdiniz de yapmadık? Ne yaptınız da biz yıktık? Halkız biz yahu. Çok övündüğünüz gibi 1000 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Bizimle yapabileceğiniz onca şeyi, nasıl oldu da yapamadınız? 600 yıl olmuş İstanbul bizim, siz projelendirdiniz alt yapıyı, ulaşımı biz gidip taşları mı taşımadık? Ne istediniz de vermedik? Hâlâ yurt, hâlâ kreş, hâlâ yol, hâlâ indirimli bilet, hâlâ bahçe park falan filan, biriniz de bizi kendi kendine yeter hale getirmediniz; hizmetleri sadaka, zekat sandınız!
Hiçbir şeyi olduramadınız. Kaç kıç oturdu kalktı o koltuklardan da onca kıç, bir ülkeyi doğrultamadınız.
Derdine sırt çevirdiğiniz halkı, başınız sıkışınca da sokağa çağırıyorsunuz, yahu biz sizin okçu birliğiniz miyiz? Biz kendi isyanımızı kendimiz ederiz.
Ne istediniz de vermedik?
Gidin ve sağlıklı yetişkinler olup sorunlarınızı çözün. Ülkenin ayarlarıyla, bizim de sinirlerimizle oynamayın. Şu sakil siyasal düzende sokağa laf yetiştireceğinize oturun da işinizi yapın. Bizi serseme çevirdiniz. 93’te Uğur Mumcu için ağlayan bizleri 99’da Tayyip Erdoğan’ı, 2016’a Selahattin Demirtaş’ı, 2025’te Ekrem İmamoğlu’nu savunmak zorunda bıraktınız. Yahu biz; 2013’te bir haziran akşamı Hüseyin Avni Mutlu ile çay içmek zorunda bırakılmış insanlar, 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermek zorunda kaldık.
Al işte, bizi eylediniz ama çocuklar büyüdü, şimdi ne olacak? Bizi kümesteki tavuklar gibi kanadı var uçamaza indirgediniz tamam, biz de kendi martılığımızı fotoğraf albümlerinden biliyoruz ona da tamam ama bu çocuklar albatros, onları ne yapacaksınız?
Hadi şimdi düzeltin bakalım, bozduğunuz gibi. Ha amaç zaten buysa, onu bilemem. Biri bir pankart hazırlamış, “Çapulcuların çocukları büyüdü” diye… Güldüm, yalan yok. Lakin bugün meydanda olanların sadece eski çapulcuların çocukları olduğunu düşünmek yanlış olur. Çapulcuların anneanneleri, dedeleri de orada; o günlerde çapulcuların terörist olduğunu düşünenler de. Neden? Çünkü faşizm berbat bir şey. Bugün sokaktaki herkes, hayatında en az bir kere dışlandı, en az bir kere haksızlığa uğradı, en az bir kere zorbalığa maruz kaldı ve sayısız kez desteksiz, yardımsız kendi işini kendi yaptı. İktidara oy verenler de mutsuz, vermeyenler de. Neden biliyor musunuz ey muktedirler… Sizin bizi hiç görmediğiniz yıllarda biz de kendi kalite standartlarımızı belirledik. Hepimizde artık, nasıl daha iyi olabileceğine ve aslında çok da iyi olabileceğine dair müthiş bir farkındalık var. Yapmadınız, yapamadınız, tercih etmediniz ya da bilhassa yaptınız. Bilemiyoruz. Çözüm niyeti olanların, gençlerin öfkesine bakarken öfkenin hemen yanında parlayan umudu görmesini de diliyorum. İçinizden birinin, güzel bir Türkiye’nin mümkün olduğuna inanmasını diliyorum. Tıpkı bizim gibi.
Biz, ne istedinizse verdik, daha da verecek bir şeyimiz kalmadı.
Bugünden sonra artık, sizin bize vereceklerinizi, veremediğinizde de gölge etmemenizi istiyoruz.
Görmüşsünüzdür. Biri protestocuların çoğunda kask görünce şaşırıp “Ne iyi akıl etmişler ama nerden bulmuşlar bunca kaskı?” diye sorunca, diğeri “Gençlerin çoğu motorlu kurye oldu da ondan.” demiş. Bugün sokak sadece Ekrem İmamoğlu değil. Böyle okumak çok yanlış olur. Bugün sokak, kaska mecbur ve mahkûm edilmiş ancak özgürlüğe aşık, hayatına sahip çıkan, devletin görevlerini ve muktedirin sınırlarını bilen albatroslardır. Onlar fikri ve vicdanı hür, kendi sınırlarını korumayı bilen bir nesil. Özgürlüğü de çok iyi biliyorlar, hakkı da hukuku da.
İşte sokak budur, sorun budur, dava budur: Hayata sahip çık, özgürlüğü müdafaa, erdemi muhafaza et!
Dünyayı bilmem ama Türkiye, sizin küçük kişisel hesaplarınızdan büyük! Olmadığını düşünenler için Türkiye, zor bir yer olmaya devam edecek. Aziz Nesin, “Türk halkının %60'ı aptaldır.” demiş ya, çıkarıp çıkarıp söylerler bu lafı. Hiç katılmıyorum Aziz Nesin’e. Ben tıpkı Atatürk gibi düşünüyorum. “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.” Zamanın hangi gününde olursa olsun, her dili, her ırkı, her mezhebi, meşrebiyle, çiftesi pek bir sessiz at gibidir Türk milleti. “Şurasına kadar gelmeyegörsün”, alanına gireni tepmeyi çok iyi bilir. Nasılını, ne zamanını, hangi şartlardasını merak edenler, Türkiye tarihi okuyabilirler.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!