Mehmet Zihni Sungur Yazio: İzmir Depremi ve Çağrıştırdıkları: Zor Zamanlarda İnsan Kalabilmek -Sosyal Destek ve İkincil Travmalar
Günlük yaşam içinde birçok zorlayıcı ve rahatsız edici yaşam olayları ile karşılaşırız. Ancak bunların hepsi bizde travma oluşturmaz. Zorlayıcı bir yaşam olayının bir travma gibi algılanması ancak bazı özellikleri içinde barındırması ile mümkündür. Bunların başında yaşanılan olayın bireyin günlük deneyimlerinin dışında kalması ve bu nedenle gündelik bilgi işleme süreçleri ile kolaylıkla anlaşılıp geride bırakılamamasıdır. İnsanların bazı yaşam olaylarını yaşamlarında bir “milat” gibi tanımlatıp hayatlarını “o olaydan önce” ve “o olaydan sonra” şeklinde ikiye ayırması bu nedenle olur.
Yaşantıların anlamlandırılamaması ise olayın geride bırakılmasının önünü keserek kişinin işlevselliğini bozar, yaşam kalitesini düşürür hatta çeşitli ruhsal sorunlara zemin oluşturur.
Travmalar kendi içlerinde “doğal yolla oluşan” ve “insan eliyle oluşturulan” olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal yolla oluşan travmalar deprem, sel, fırtına, volkanik patlama gibi doğa olayları ve jeolojik süreçlerle ilgilidir. İnsan eliyle oluşturulan felaketler ise kendi içinde “kazayla” oluşanlar (iş kazaları, trafik kazaları gibi) ve amaçlı (bilerek) olarak oluşturulanlar (savaşlar, işkence, tecavüz, terörizm gibi) travmalar olarak ikiye ayrılır.
Ağır travma ve felaketler insan eliyle oluşturulduğunda etkileri daha ciddi olmakta, daha uzun sürebilmekte ve ortaya korku ve dehşet dışında birçok karmaşık duygu çıkarabilmektedir.
Bu süreçte, ne yazık ki daha önceden yaşanmış deprem acısından öğrenilip aktarılan bilgi ve tecrübelerin benzer deneyimden geçenlere yansımadığını bizzat gözlemledim.
İkincil travma nedir?
İkincil travma herhangi bir travmayı izleyerek insanların kendi başlarına gelenlerden kendi kendilerine sorumlu tutmaları veya başkaları tarafından sorumlu tutulmaları sonucu ortaya çıkar. Bu olayın en tipik örneklerinden biri insan eliyle gerekse doğal yollarla oluşan felaketlerin sonunda bu felaketlerin belirli kişi ya da insan topluluklarının yaptığı çeşitli hatalar nedeniyle oluştuğuna dair söylemlerdir.
1982’deki Erzincan depreminden sonra bir yerel gazetede çıkan bir haberde aynen şunlar yazılı idi “Depremde birçok kişinin hayatını kaybettiği SSK Hastanesi’nde fuhuş işleniyordu. Erzincan’da yıkılan iki otelde gayrimeşru ilişkiler yaşanıyordu. Yıkılan binalara bakıyoruz. Erzincan’da en fazla can kaybı SSK Hastanesi’nde iken, hemen bitişikteki blokta hiçbir can kaybı yoktu. Ahlaksızlık iddialarının ayyuka çıktığı kız meslek lisesi, kahvehanelerde, hakim ve savcı lojmanlarında ölüm sayısı da az değildi. Erzincan’da “Çanak antenli” bina sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Ama ne tesadüftür ki yerle bir olan 4’er, 5’er katlı büyük yapıların üzerinde “baykuş gibi” türemiş çanak antenler gördük.” Şimdi siz değerli okuyuculara soruyorum. Bizler bu tür söylemleri yalnızca Erzincan Depremi’nden sonra mı işittik? Yoksa İzmir depremi dahil birçok felaketten sonra benzeri söylemleri duyduk ve duymaya devam mı ediyoruz? Duymaya devam etmek istemiyorsak neler yapabiliriz?
Çoğumuz adil bir dünyada yaşamadığımızı bildiğimiz halde olumsuz yaşantılarımızın rastlantısal (herhangi bir suç işlenmeden) olabileceği gerçeğini kabul etmek istemeyiz.
O nedenle felakete uğrayanları uğradıkları felaketten sorumlu tutma yolunu seçeriz. Travmaya uğrayanların da benzer varsayımları olabilecekleri ve karşılaştıkları travmadan kendilerini suçlayabilecekleri hep aklımızda tutmamız gereken gerçeklerdir. Bu tür söylem ve tutumlar insan onuruna yakışmayan, değersizleştirici, yargılayıcı, acımasız ve insani şefkatten uzaktır. Böyle söylemlere izin vermemek gerektiği gibi, bu tür söylemlerin yazılı ya da görsel medyada yer vermek insanlar arasındaki kutuplaşmayı artırır. Yaşanan acıya şapka çıkarıp-empati yapabilmek insan olmanın en temel erdemlerinden biridir. Ben bu yüzden “tüm suç benim, annem babam ben yeterince dua etmedim diye öldü. Daha çok dua etseydim onlara bir şey olmazdı” diyerek ağlayan birçok çocuk gördüm. Eğer küçük çocukların bu söylemlerinden bile etkilenmiyor, umursamıyor ve felaketlerden etkilenenleri başlarına gelenlerden dolayı suçlamaya devam edebiliyorsak şimdi yazdığım ve bundan sonra yazacağım hiçbir yazının hiçbir değeri olmayacaktır. Suçlamayalım, yargılamayalım. Yargının çok olduğu yerde sevgi ve şefkate vakit kalmaz.
Devlet eliyle yapılan iyi niyetli yardımların da adil ve kolay ulaşılabilir olması yaraların sarılmasında aynı şekilde etkilidir… Ben kamyon üzerinden halka atılarak dağıtılan battaniyeler, ekmekler gördüm. Ne acı… Bazıları 3 battaniye alırken diğerlerinin battaniyesiz kalması… Travma var, ardından travmayı telafi etmek için yardım var ama siz ona da ulaşamıyorsunuz… Bütün bunları bilip, yüreği sızlamayanın kendine ya da insanlığa saygısı kalabilir mi?
Aynı zincirin parçaları olarak yaşadığımızı fark edebilmek ve yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızla başkalarının yaşamlarını belirlediğimizi daha çok görebildiğimiz ve umursadığımız zamanlar dilekleriyle.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın