Mehmet Zihni Sungur Yazio: Aşk ve Çağrışımlar
Duygularımız yaşantılarımızdan çok yaşantılarla ilgili algılarla, yani onlara verdiğimiz anlamlarla belirlenir. Algılar ise düşüncelerin ürünüdür. Bir cümleyle özetlemek gerekirse hayatınızı değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştirmeniz gerekebilir.
Bitmiş ya da devam eden çoğu romantik ilişkinin bir âşık olma dönemiyle başlıyor olması, aşka atfedilen anlamları gözden geçirmeyi gerektirir. Aşk ile ilgili tanımlamaların temaları gözden geçirilecek olursa, çoğu kez birbirleriyle çelişen hatta kutuplaşan algılamalar göze çarpar:
“İnanılmaz bir mutluluk – tarifsiz bir acı”
“Güç – güçsüzlük”
“İrade – iradesizlik”
“Sağlıklı olma hali – hastalık hatta delilik hali”
“Var olmanın anlamı – yok olmanın romantik yolu”,
“Her sorunun çaresi – çaresizliğin ta kendisi”
“Gerçek – hayal ya da rüya”
“Umut – umutsuzluk”
“İki kişilik – tek kişilik”
gibi ifadeler aşk yaşamış ya da yaşayan insanların birbirleriyle örtüşmeyen tanımlarından bazılarıdır.
Biraz şaşırtıcı gibi görünse de her şeyin karşıtıyla birlikte var olduğunu düşünecek olursak, birbirlerinin zıddı gibi görünen bu tanımlamalarda anlam bulabilmek mümkün olabilir.
Çeşitli yaşantılar sonucu ortaya çıkan duygularını belirleyen temel etken, nasıl düşündüğümüz, yani bu yaşantılara verdiğimiz anlamlarla belirlenir.
Başka bir deyişle A noktasında yaşadığımız olaya C noktasında verdiğimiz duygusal tepki, aslında A ile C noktası arasındaki B noktasında, A olayı ile ilgili düşüncelerimiz (algılarımız) ile belirlenir. A noktasındaki olayı, “tanıdık birinin size bakıp selam vermeyişi” olarak düşünelim. C noktasında bu selam vermeme olayına yönelik farklı duygular ortaya çıkabilir. C noktasında öfke duygusu yaşanıyorsa bu, muhtemelen B noktasında “Beni tanıdığı halde selam vermeyecek kadar saygısız, kendini ne zannediyor?” düşüncesi ile ilgilidir. C noktasında üzüntü duygusu yaşanıyor ise bu B noktasında, “O da benim selam verilmeye değer olmadığımı anladı ve beni önemsemiyor,” şeklinde düşünülmesinden kaynaklanır. C noktasında suçluluk duygusu yaşanıyorsa bu B noktasında, “Mutlaka onu kıracak bir şeyler yapmış olmalıyım ki selam vermedi,” biçiminde düşünmeyle ilgili olabilir. Bütün bunlara karşılık kişi B noktasında olayı kişiselleştirmeden, “Bana baktığı halde görmediğine göre dalgın, dalgın olduğuna göre bir sorunu olmalı,” şeklinde düşünüyorsa C noktasında daha sıcak ve yargılamaktan öteye, anlamaya yönelik olumlu bir duygu yaşanacak ve belki de selam vermeyene yardım etme doğrultusunda harekete geçilecektir. Göründüğü gibi A noktasındaki, “selam vermeme olayı”, B noktasında bu olay ile ilgili olarak yapılan farklı değerlendirmelere yani düşüncelere bağlı olarak C noktasında birbirinden oldukça farklı duygulara neden olabilmektedir. O halde; duygusal yaşantılarımızı belirleyen, yaşadığımız olaylar değil, olaylarla ilgili düşüncelerimizdir.
Düşüncelerimiz, duygularımız yanı sıra davranışlarımızı da belirler: Selam vermeyen kişinin bu davranışını kendisine yapılan bir hakaret gibi algılayan ve bu nedenle öfkelenen kişi, selam vermeyene soğuk veya mesafeli davranacaktır. Böylelikle karşı tarafın da soğuk ve mesafeli davranma olasılığını artıracaktır. Kendisine değer verilmediği düşüncesiyle üzüntü yaşayan kişi, kendisine bu olumsuz duyguyu yaşatan kişiden uzak duracaktır. Suçluluk duygusu yaşayan kişi ise bu durumun kendisinin bir ihmali sonucu olduğunu düşündüğünden gereksiz yere aşırı sorumlu ve özverili tutumlarını devam ettirecektir. Selam vermeyişin kendisi ile ilgili değil, o kişinin yaşamış olabileceği bir sorun nedeniyle oluşan dalgınlık sonucu olabileceği düşünen kişi ise muhtemelen selam vermeyen kişiye onu dalgın yapan nedeni ve onun için yapabileceği bir şey olup olmadığını sorarak, belki de yaşam boyu devam edecek bir dostluğu başlatacaktır. Görüldüğü gibi düşünceler duyguları, duygular davranışları, davranışlar ise yaşamımızı belirlemektedir.
Bunu Mahatma Gandi şu güzel cümlelerle özetler:
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.
O halde yaşamınızı değiştirmek istiyorsanız belki de düşüncelerinizi değiştirmeniz ya da en azından esnetmeniz gerekir.
Benzer biçimde, yaşadığınız aşka anlam verirken bunu yaşanan sürece değil de sonuca göre veriyorsanız, doğal olarak aşkı iki aşırı uç bağlamında (iyi-kötü, mutluluk-mutsuzluk vb.) değerlendiriyor olabilirsiniz. Sonuçlar kendi
istediğiniz gibi gelişmişse aşk sizi mutlu ederken, istemediğiniz şekilde gelişmişse mutsuz edecektir. Ve… sonuçlarına göre değerlendirilen aşk yargılanan, karalanan, suçlanan bir aşktır. Oysa aşk yalnızca bir yaşantıdır. Yargılanmadan da yaşanabilir.
Aşkın Çağrıştırdıkları
Taze aşıkların birbirlerine söyledikleri hoşa giden sözlere bir bakalım:
“Mükemmelsin.”
“Tamamen benim istediğim gibisin”
“Tüm arzularımın gerçeklendiği yersin.”
“Anlamsız varoluşuma yaşam boyu sürecek bir anlam getirdin.”
“Ruh ikizimsin.”
“Birbirimiz için yaratılmışız.”
Bu tür söylemlerin hoş, ancak abartılı olduğunu görmek pek zor olmasa gerek. Mükemmel âşıklar, mükemmel birliktelik oluşturduklarına inanmak ister. Daha somut söylemek gerekirse; Ahmet Ayşe’yi sevdiğinde, Ayşe artık:
• Harikadır,
• Olağandışıdır,
• Zekidir,
• Yıldız gibi parlak gözleri vardır,
• Ahmet’in aradığı her şeye sahiptir.
Bu bağlamda partnerler birbirleriyle mükemmel bir uyum içindedir. Ne şimdi, ne de ileride herhangi bir sorunları olabileceğini hayal bile etmiyorlardır.
Aslında bu gerçek bir ilişki değil, hayali bir birliktelik hatta olağandışı bir kaynaşmadır.
Bu kaynaşma sürecinde, “ben”ler “biz” olabilmek pahasına yok olmaktadır.
Aşkı bu bağlamda, bir kaynaşma hali olarak düşünmek mümkündür. Bu bütünleşme hatta kaynaşmanın en güzel örneklerini şu söylemlerde görmek mümkündür:
“Onunla ben etle tırnak gibiyiz.”
“Onunla ben bir bütünün ayrılmaz parçalarıyız.”
“İkiden bir gidince bir kaldığı yalan. Sen gidince, ben kalır mıyım o zaman?”
“Birbirimiz için yaratılmışız.”
“Biz birbirimizin ruh ikiziyiz.”
Aşkın, yaşamın devamı için su ve hava gibi temel bir ihtiyaç olduğu ve bu bağlamda bir gıda gibi algılanabildiğini şu tür söylemlerde görmek mümkündür:
“Aşkına susamış bir haldeyim.”
“Aşk açlığı içindeyim”
“Onsuz yaşayamam.”
“O benim içtiğim su, aldığım nefes gibi.”
Aşkın, olağandışı bir süreci simgeliyor olması zaman zaman büyüyü çağrıştırmasına da neden olabilmektedir. Aşkın büyü ile birlikte anılmasını şu cümlelerde görmek mümkündür:
“Bu aşkın büyüsü bitti.”
“Ona aşk büyüsü yapmışlar.”
“O beni büyülüyor.”
Aşkın nasıl ve nereden geldiğinin net olarak belirlenememesi ve aşka karşı koyulamaması olağanüstü güçlerle birlikte anılmasına da neden olmuştur.
Bazılarına göre aşk doğal bir gücü, bazılarına göre ise fiziksel/manyetik hatta yerçekimine karşı koyan olağandışı bir gücü simgeler.
“Ona bir mıknatıs gibi çekiliyorum.”
“Aşk ayaklarını yerden kesmiş.”
“Aşk gözlerini kör etmiş.”
“Aramızda kontrol edilemez bir çekim var.”
“Aşkın rüzgârı ile sallanan bir yaprak gibiyim.”
Aşk acısı birçok yazara konu olmuş ve aşkın yakıcı gücünden söz edilmiştir. Aşk, bu bağlamda ateş gibi algılanmakta ve tanımlar da bu algıyı yansıtmaktadır:
“Aşkın ile yanıp tutuşuyorum.”
“Aşkınla yana yana…”
“Vücudumu ateş basıyor.”
“Aşk ateşiyle yanıyorum.”
Aşkın tüm önlemlere rağmen engellenememesini sıvısal özellikleri ile açıklayanlar da vardır.
“Sırılsıklam âşık olmak.”
“Aşk şarabını içmek.”
“Sevgi nehri gibi kabına sığamamak.”
“Aşk iksiri.”
“Sevda suyu.”
İlişkilerin kolaylıkla tüketildiği bir dünyada aşkın ancak karşılık bulduğu ve hak ettiği değeri kazandığı zaman anlamlı olabileceğini düşünenler de az değildir. Bu bağlamda aşk, karşılık bulma beklentisi olarak da algılanabilir.
“Aşkıma layık değil.”
“Bu aşk için ben senden fazlasını yapıyorum.”
“Aşkımın karşılığını alamıyorum.”
Aşkın kontrolsüzlüğü, kural tanımayışı, dürtüselliği, olağandışı ve abartılı davranışları içermesi delilik ile birlikte anılmasına da neden olmuştur.
“Aşkından çıldırmış durumda.”
“Senin için deliriyorum.”
“Deli gibi seviyorum.”
“Ona deliler gibi âşığım.”
Tüm duygular gibi aşkın da bir ömrü ve sınırlı bir süresinin olması, eninde sonunda tamamlanacak bir yolculuğu çağrıştırabilmektedir.
“Bu yolculuk hiç bitmesin istiyorum.”
“Bu yolculuk bizi nereye götürürse götürsün umurumda değil.”
Aşk sonuçlarına göre değerlendirildiğinde hayal kırıklığı ve pişmanlıkla birlikte de anılabilir.
“Zaten hiçbir zaman bir bütün olamadık”
“Kara büyü idi, geldi ve geçti”
“Aptalca bir çılgınlıktı”
“Aşkımın karşılığını asla alamadım”
“Aşk gözlerimi kör etmişti',
“Yanlış birkarardı, bitti” gibi...
Tüm bu tanım ve çağrışımların birer genelleme olduğu ve her genellemenin arkasında öznel yaşantıları saklama eğilimi olduğu unutulmamalıdır. Aşk insan olmanın hallerinden biridir ve yargılanmadan da yaşanabilir. Yargıların çok olduğu yerde sevmeye zaman kalmaz. Sevgi iyileştirir. Önemli olan sonuç değil süreçtir. Sonuca göre yapılan tanım sürecin anlaşılmasına engel olur. Sürecin tadını çıkarıp farkındalıkla yaşamak ise olumsuz yaşantılarda bile anlam bulmayı kolaylaştırır. Önemli olan ne yol, ne de yolculuktur. Önemli olan yolculuğu kiminle yaptığınızdır. Yolculuğunuza eşlik edeni kucaklayabilirseniz, kucağınızda anlamlı ve değerli bir yolcu oluşur. Yolunuz ve yolculuğunuzun önü açık olsun.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın