Taşeronlaşma hikayesinin temel nedeni bir ekonomik önermeden ibaret. Türkiye ürettiği mamullerin çok önemli bir kısmını dışarıdan ihraç ederek burada tekrar işleyerek satmakta. Doğalgaz, petrol gibi enerji kaynakları olmadığı için bunları da ihraç etmek zorunda kalan Türkiye'nin imalat sektörünün diğer ülkelerle rekabet edebilmesinin tek yolu işçi maliyetleri üzerinde baskı uygulamak. Diğer yandan inşaat, madencilik gibi sektörlerde de yüksek karın yolu işçi maliyetlerini düşürmekten geliyor. Yani devlet kendi maliyetlerini düşürmek ve belli sektörlerde kar oranlarını arttırmak için taşeron işçiliği destekliyor, belirli insanların elinde toplanan zenginliğin, örneğin Mehmet Cengiz'in servetinin maliyeti de Soma'da gördüğümüz gibi düşük ücretle, herhangi bir iş güvencesi olmadan, sendikal haklardan yoksun işçilerin yaşam koşullarıyla ödeniyor.
Taşeron işçilik, işçilerin haklarını elinden aldığı, düşük yaşam koşullarına mahkum ettiği için işçilerin siyasal bir özne olmasını da engelliyor. Sendikalar gittikçe güçsüzleşirken, ücretlerini düzgün alamayan, çalışma güvencesi olmayan işçiler de sessizleşiyor hak talepleri de yok oluyor. Bu bir bakıma iktidarların kendi kendisini oy açısından beslemesine de neden olan bir süreç.
Halbuki yapılması gereken şey işçileri kölelik koşullarında çalışmaya zorlamak, oy verme davranışlarını da bu şekilde baskı altına alarak ekonomik ve siyasal rant sağlamak değil. Bu durum sadece milyonlarca insanımızın ekonomik ve sosyal açıdan son derece geri koşullarda yaşamasına ve hayatlarını cehenneme çevirmeye neden oluyor. Yapılması gereken şey, işçilerin temel haklarını koruyarak, adil bir gelir dağılımına yönelen yeni bir üretim ve büyüme politikası oluşturmak. İşçi haklarındaki sorunları çözemeyen bir Türkiye 'Taşeron Cumhuriyeti'ne dönüşürken, hepimizin de siyasal ve sosyal hakları tehdit altında kalıyor, dünyanın ortalama seviyesinde bir ülke olmaya mahkum ve mahdum yaşamımızı sürdürüp gidiyoruz.
Nazım'ın dediği gibi gerçekten 'bu cennet, bu cehennem bizim.'