Her sabah karanlıkta uyanıp okul yoluna düşmelerinin tek amacının zorunluluk olduğunu düşünüyor ve okula vardığı andan itibaren, eve varacağı an için dakikaları saymaya başlıyor, ders zilinden hemen sonra teneffüs için sabırsızlanıyor. Bu öğrenciler neden ve nasıl oluyor da, öğrenmeye aç olan kişiliklerini kaybedip, okuldan yorulmuş kişiliklere dönüşüyorlar?
Okumalıyım ki sınavlardan iyi not alayım, ailem sevinsin, bana hediye alsın ya da bana daha fazla oyun zamanı bıraksın; iyi bir okul kazanayım, iyi bir üniversiteye gireyim, böylece toplumun benden istediği ve bana uygun gördüğü bir mesleği tüm hayatım boyunca yapayım, para kazanıp aileme bakayım, ben de çocuklarımı iyi okullara gönderebileyim… Ne zaman öğrenme, bu şekilde geri plana atılıyor ve hatta önemsenmiyor da, yalnızca notlar, para ve diğerlerini mutlu etme amacı ilk sıraya konuyor?
Elbette bu soruların kişisel ve toplumsal bağlamda pek çok cevabı olabilir ancak tam olarak değişimin geldiği ana bakarsak, ki bu da okula başlanan ilk gün, eğitim sisteminin bir dinozordan farksız olduğunu görebiliriz: Tüm dünya hızla artan bir ivmede değişim içerisindeyken, eğitim sistemi yüzyıllardır köklü bir reforma uğramadı. Yalnızca, yıllar içerisinde, yine hatalı şekillere evirilen sorunlu önermelerle gelen mini değişimler ortaya çıktı, o kadar.
Sistem, insanları ve öğrenme biçimlerini anlamadan oluşturulmuş bir ucube halinde. Çok garip, çocuklarımıza okula başlayana dek “hayal gücünü genişlet” diyoruz, resimler çiz, şarkılar söyle, oyunlar oyna, sosyalleş… Sonra okula başlıyorlar ve onları tahtaya ve öğretmene dönmüş bir sırada oturtuyor; çizgili bir deftere, kurşun kalemle, sayısız düz çizgi çizmeleri için onlara görevler veriyoruz. Öğretmeni dinle, çok konuşma, sessiz ol, o ne derse yap… Sonra bu çizgiler için onları alkışlıyor, çizdikleri dümdüz simsiyah çizgilerle onlara puan veriyoruz… Yamuk veya yeşille çizer, aman diyeyim dikkat! O zaman çocuğumuz nasıl başarılı olur, nasıl ilerler?
Doğdukları andan itibaren, “sen özelsin, sen farklısın, sen önemlisin,” dediğimiz çocuğumuzdan bir anda, diğerleri gibi olmasını bekliyoruz; ona kendi özgün değerini bulması için yardım etmek yerine, “Mehmet’ten, Ayşe’den daha iyi olmalısın, yoksa kazanamazsın” diyoruz… Üstelik öğrenme yöntemleri inanılmaz genişlemiş, öğrenme süreçleri üzerine yapılan araştırmalar bu denli çeşitlenmiş ve derinleşmişken! Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için sürekli gelişme ve değişmeyi destekliyoruz; ama sınıfları, öğrenmeyi geliştirmek için çabamız bile yok. Geleceğin dünyasına değer katmak için çalışmamız gerektiğini biliyoruz, ama geleceğin insanları olacak olan çocuklarımızla geleceği tanıştırmayı denemiyoruz.
Çocukların tek derdi çarpım tablosunu ezberlemek, tek tıkla tüm insanlık tarihinin matematik bilgisine ulaşabileceklerken üstelik… Bunun sonucunda da, çocuklarımız öğrendiklerini sandıkları bilgilerle (!), ki bu öğrenme değil yalnızca ezber, ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Yorum Yazın