İş Dünyasındaki Rekabetçi Ortamı Anlatan Fare Yarışı Nedir?
Hepimiz hayatımızın bir noktasında “Bu kadar koşturuyorum ama neden hâlâ aynı yerdeyim?” diye düşünmüşüzdür. Sürekli daha fazla çalışıp, daha fazla kazanma telaşıyla oradan oraya koşarken aslında bir kısır döngünün içinde olduğumuzu fark etmek bazen biraz zaman alıyor. İşte tam da bu noktada devreye “fare yarışı” kavramı giriyor.
Peki, bu yarış neden bu kadar yorucu ve nasıl bu kadar kolay içine çekiliyoruz?
Gelin, bu döngüyü birlikte masaya yatıralım!
Öncelikle, şu "fare yarışı" denen şey neymiş bir bakalım.

Bu terim aslında iş dünyasında bitmek bilmeyen bir koşturmacayı anlatıyor. Hani sürekli daha çok çalışıp daha çok kazanmak için uğraşıyoruz ama sanki hep aynı yerde sayıyoruz ya, işte tam olarak bu!
Ne kadar çabalarsak çabalayalım, hep bir şeyler eksik kalıyor ve tatmin olamıyoruz. Yani bu yarışın sonu yok gibi görünüyor ve açıkçası biraz sinir bozucu.
Peki, bu yarış neden bu kadar yorucu dersiniz?
En büyük sebeplerden biri, iş dünyasında rekabetin her geçen gün daha da çılgın bir hale gelmesi. Üstüne bir de performans değerlendirmeleri ve hedefler eklenince stres tavan yapıyor. Sonuç olarak, rekabet bir motivasyon kaynağı olmaktan çıkıp düpedüz tükenmişlik sebebi oluyor. Yani her sabah işe giderken 'Bugün istifa mı etsem acaba?' diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Bununla birlikte, terfi ve maaş artışı hayalleri de cabası.
Hani şu “Bu sefer kesin terfi alırım!” diye umutlandığımız ama daha fazla sorumluluk ve stresle sonuçlanan terfilerden bahsediyorum. Maaş artıyor ama dertler de artıyor, tam bir paradoks! Böyle olunca da merdiven çıkıyoruz sanıyoruz ama aslında koşu bandında aynı yerde koşup duruyoruz.
Bir de işten atılma korkusu var tabii ki.
İşini kaybetme ya da geride kalma korkusu yüzünden çoğu insan bu yarıştan çıkmayı göze alamıyor. Sürekli daha fazla çalışmak ve kendini kanıtlamak zorunda hissetmek gerçekten yıpratıcı. Hele ki çevremiz de başarıyı para ve mevkiyle ölçerken bu baskı katlanarak artıyor.
Bu arada, iş-yaşam dengesi diye bir şey vardı sanki ama ne oldu ona?
Mesai saatleri mi? O da ne? Artık sabah dokuz akşam beş çalışmak bir hayalden ibaret. Mesai sonrası gelen mailler, hafta sonu bile bitmeyen işler derken özel hayat diye bir şey kalmıyor. Bu yüzden hem fiziksel hem de zihinsel olarak yıpranıyoruz ama yine de duramıyoruz.
Yetmedi, bir de kişisel gelişim furyası var.
Daha fazla sertifika al, yeni diller öğren, liderlik eğitimlerine katıl… Liste uzayıp gidiyor. Kendimizi sürekli geliştirmek güzel ama bu da başka bir yarışa dönüşmüş durumda. Yani işte yarış biterse kişisel gelişim yarışına katılıyoruz, oradan çıkarsak sosyal medyada başarı hikayelerine bakıp dertleniyoruz. Sonuç? Sürekli bir koşturma ve asla ulaşamadığımız bir tatmin.
Bu kadarla da kalmıyor, teknoloji de işin içine girince olay iyice çığırından çıkıyor.
Yapay zeka ve otomasyon yüzünden işimizi kaybetme korkusu, yeni beceriler edinme zorunluluğu derken stres katsayımız tavan yapıyor. Yani teknoloji işleri kolaylaştıracak derken daha da zorlaştırdı diyebiliriz. Sürekli güncel kalmak zorunda olmak bile başlı başına bir yarış zaten.
Peki bu yarışın bir kazananı var mı dersiniz?
Ne yazık ki yok. Çünkü bu yarışta birinci olsan bile ertesi gün yeni bir yarış başlıyor. Yani sürekli daha iyisi, daha fazlası derken ömrümüz geçiyor ama tatmin olmuyoruz. Bu yüzden asıl mesele bu yarıştan nasıl çıkacağımızı öğrenmek olmalı.
Bu noktada, belki de yapmamız gereken şey kendi yolumuzu çizmek.
Yani daha fazla kazanmak yerine daha anlamlı bir yaşam sürmeyi hedeflemek. Kendi önceliklerimizi belirleyip iş-yaşam dengesini sağlamak bu yarıştan kurtulmanın en etkili yolu olabilir.
Özetle, fare yarışından çıkmak kolay değil ama imkansız da değil.
Bunun için cesaret ve kararlılık gerekiyor. Kendimize ve hayallerimize yatırım yaparak, başkalarıyla yarışmayı bırakıp kendi yolumuzda ilerlemeliyiz. Sonuçta bu hayat bizim ve nasıl yaşayacağımıza sadece biz karar verebiliriz.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın