Görüş Bildir
Haberler
Hüsamettin Oğuz Yazio: Zamanda Seyahat Eden Kadın Hikâyeleri: Serda Kranda

etiket Hüsamettin Oğuz Yazio: Zamanda Seyahat Eden Kadın Hikâyeleri: Serda Kranda

Hüsamettin Oğuz
11.05.2022 - 12:24

İster kitap uzunluğunda bir proje üzerinde çalışıyor olun ister yazma becerilerinizi geliştirmek istiyorsanız, özel bir yazma koçu yazma yolculuğunuzu değiştirebilir. En iyi yazı koçlarının dil konusunda bir heyecanı, yazma dünyasında uzmanlığı ve tomurcuklanan bir yazar olarak işinize karşı şefkati vardır. Editör, yazar koçu Serda Kranda Kapucuoğlu’nu Yazio (Onedio) aracılığıyla tanıdım. Sempatik, cana yakın güzel bir insana tesadüf etmenin neredeyse zor olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Az önce yazdığım gibi; yazdıklarınıza, okuma serüveninize şefkatle yaklaşan bir editöre, yazar koçuna ihtiyaç duyduğunuzda sizi yormayacak, üsten bakmayacak, hep yanınızda olacak bir Serda Kranda Kapucuoğlu’na tesadüf etmek bir hediyedir aslında…

Sen nasıl bir insansın, ne yazar ne okursun, nasıl böyle “editör, yazar koçu” oldun diye sormak için Serda’yı aradım. Bıkmadan, usanmadan, yemeğimin altı yanacak, çocuklar tepemde, bekleyen okumalarım var demeden anlattı ve dinledim de dinledim… 

Sonra konuştuklarımızı bir editörle röportaj yapmanın hassasiyetiyle yazıya döktüm.

İşte sonuç…

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Hep merak etmişimdir. Kitapların künyesinde bir editör hep vardır. Sahi yazar kadar önemli editör, kimdir?

Hep merak etmişimdir. Kitapların künyesinde bir editör hep vardır. Sahi yazar kadar önemli editör, kimdir?

Ülkemizde editör ne yazık ki yazar kadar önemli değil. Hatta daha da ötesi, editörün öneminin farkında bile değiliz. Ben sorunuza döneyim. Editör, bir kitabı herkesten, yazarından bile iyi anlayan, tanıyan kişidir. Bu açıdan hayati bir konumu olduğunu düşünüyorum. Elinizde bir kitap mı var, işte editör o kitabın her şeyinden sorumlu kişi. Her şey onun onayı demek. Virgülü, noktası, anlamı, mesajı, kurgusu… Daha da ötesinde teknik detayları, pazarlaması, yasal süreçleri, mizanpajı… Her şeyi hem kontrol ediyor hem yönetiyor. Okur, yazar, yayıncı ve iç süreçler arasındaki bağı kuruyor. Bu açıdan editörün varlığı çok ama çok önemli.  Üstelik günümüzde editör sadece bitmiş bir dosyada da çalışmıyor.  Bitmemiş, iyi yazılamamış, “olmamış” dediğimiz dosyalarda da çalışıyor. Benim de içinde olduğum bir grup editör daha var ki henüz yazılmamış kitapları bile çalışıyoruz. 

De'ler ve da'lar mi'ler… Ayrı mı bitişik mi sorunu var. Hayati önemi var değil mi bunların?

Bu soruyu iki açıdan cevaplamak isterim. İlk cevabım, hiç önemli değil olacak. Neden? Çünkü önemli olan kişinin fikrini, duygusunu, tepkisini dile getirmesidir. Anlam, bağlamdan da çıkar. Bu açıdan, hiçbir şey bilmeyen birinin de kendini ifade etmesini çok önemsiyorum. Bazen sosyal medyada rastlıyorum. Bu konuda zayıf olan kişileri hakir görenler oluyor. Buna çok karşıyım. Elbette herkes dil kurallarını bilse şahane olur ama ne yazık ki ülkemiz bu konuda çok zayıf. Hiçbir şey yapılmayan konuların başında geliyor, dilimiz. Bu ilgisizliğin, görmezden gelinmenin ceremesini de bu konuda eğitilememiş kişiler çekiyor. Kısacası, önemde birinciliği, ifade özgürlüğü alıyor benim için. İkinci cevabım, kesinlikle çok önemli olduğu şeklinde. Dil kuralları çok önemlidir. Şimdi elimize bir enstrüman verseler hepimiz ses çıkarabiliriz hatta halimizden tavrımızdan o anki ruh halimiz bile anlaşılabilir hiçbir şarkı çalamazsak da. Ama nota bilmek başkadır. Sesleri, durakları, notaları okumak başkadır. Bu biraz buna benziyor. Dil kurallarını, noktalamayı bilirsek o zaman daha güzel şarkılar çalar söyleriz. Her dil kuralının metinde tekabül ettiği bir yer var: anlam, ses, süreklilik vb. Ve tabii bir de estetik. Ses estetiği. Okumak, duymaktır. Ve elbette bir de takip gerektirir. Metni doğru takip edebilmek gerekir. Okuyup kendince anlaman yetmez, yazarın ne demek istediğini de doğru anlaman lazım. Kelimeler tek başına yeterli değildir. Onlarla kuralına uygun bir cümle kurabilmek, paha biçilemez. Bence ülkemizde bu konuda bir seferberlik başlatılmalı. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi, “Türkçem benim ses bayrağım.” Bu konuyu ciddiye almak gerek.

Editörlüğe nasıl başladın?

Editörlüğe nasıl başladın?

2001 yılında bankadaki görevimden istifa edip muhabirlik eğitimi aldım. Bu eğitim sonrasında gazete ve dergiler için haberler, içerikler hazırlamaya başladım. Röportajlar yapıyordum bazen de. Bir gün, röportaj yaptığım biri bana birlikte kitap yapmayı önerdi. Ben sorular soracaktım, o da cevaplayacaktı. Bu çalışmayı da derleyip kitap haline getirecektik. Yapamayacağımdan korktum ilkin. Kitap editörlüğü hayal ettiğim bir şeydi ama doğrusu bunun için yeterli olmadığımı düşünmüştüm. İyi ki de korkmuşum. O korku sayesinde büyük bir titizlikle çalıştım. Kitabı bitirdim. Yayımlandı. Yazarla öyle uyumlu çalıştık ki sonra da arkası geldi. 

Editör olmak zor mu?

Bence dünyanın en zor işlerinden biri. Bir o kadar da zevkli. Çok dikkat istiyor. Özen istiyor. Sabır istiyor. Saatlerce hareketsiz bir masada oturuyorsunuz. Uyumadığınız saatlerin çok büyük bir kısmını okuyarak geçiriyorsunuz. Bu mesleği yapmak isteyen kişinin böyle tek başına, uzun saatler geçirmeye uygun olması gerek. Bir de bir özelliği var ki editörlüğün o özellik olmazsa olmaz. Nedir o derseniz, şüphe elbette. Hem çok emin olmak hem de her an yeniden şüpheye düşmek. Çalışırken kendi kendimize geçtiğimiz yollar çok tuhaf. Bu açıdan bir editör aynı zamanda bir hafiye gibi, muhabir gibi de olmalı. Kitabın her şeyinden sen sorumlusun. İnsanın uykularını kaçırır editörlük.

Kendi kitabını ne zaman yazacaksın ve editörlüğünü kendin mi yapacaksın?

Kendi kitabını ne zaman yazacaksın ve editörlüğünü kendin mi yapacaksın?

İlk kitabımı yazdım. İsmi Birdenbire. Sander Yayınları etiketiyle yayımlandı. Ve kendi editörlüğümü yapamadım elbette. Sağ olsun başka editör arkadaşlarımdan yardım aldım. Yayına hazırlanırken de sevgili arkadaşım Fatma Aktaş yaptı son okumamı. Yayınevindeki editörüm Betül Yılmaz da titizlikle yayına hazırladı. Aklına yatan ve yatmayan yerleri tartıştık. Uslu uslu dinledim editörümü. Nihayetinde her kitap biraz da editörünün kitabı…

Pandemi döneminde kitap okuma grupları oluşmaya başladı. Okurun da artması anlamına mı geliyor bu durum?

Sanmıyorum. Kitap kulüpleri, dijital buluşmanın da verdiği kolaylıkla hepimiz için hoş bir sosyalleşme ortamı yarattı. Biz kitap kurtları, kitaplardan konuşmayı çok severiz. Hele aynı kitabı okumuş iki insanın sohbeti muhteşemdir. Kulüplerin çok keyifli bir ortam sağladığını görüyorum. Bizim de bir okuma kulübümüz var, ismi 21 Gün Okuyanları. Pandeminin başındaki o ilk 21 günlük kapanmada başladık. Bir Instagram canlı yayınında çıktı fikir. Bir yılımızı doldurduk.   Bu süre zarfında 11 kitap okumuşuz. Son kitabımız Nazlı Eray, İmparator Çay Bahçesi’ydi. Şimdi de sıra, benim romanımda. Çok heyecanlıyım. Öyle güzel bir grup olduk ki. Çok iyi dostluklar kuruldu, çok hoş bir paylaşım var. Bazen de yüz yüze buluşuyoruz. Ben okuma kulüplerinin entelektüel paylaşım açısından çok önemli fırsatlar yarattığını gözlemliyorum. Keşke herkes en az bir okuma kulübüne üye olsa. 

Yazarlık atölyelerinden bahseder misin?

Atölyeleri çok seviyorum. Ben biraz fazla insancılım sanırım, orada da yazma işiyle uğraşan kişilerle temas etmeyi çok seviyorum. Roman, öykü, kurgu dışı, kurumsal metin yazarlığı ve uydurmaca yazarlık gruplarım var. Seminerler düzenliyorum bazen. Bir editör olarak daha çok teknik anlatıyorum. Yöntem yani. Bir de mesleğim sayesinde yazı ve yazar sorunlarını çok yakından tanıma fırsatım oldu. Onları anlayabiliyorum. Bu açıdan hem metin hem ruh hali çalışıyoruz diyebiliriz. Yazıyla uğraşan birinin kendi duygularını yönetebilmesi, kendi kendini sabote etmemesi aynı zamanda çevresinden aldığı geri bildirimlerle maniple olmaması çok önemli. Özellikle kitap yazmaya çalışan birinin o uzun ve zorlu süreci tanıması, yolu doğru yürüyebilmesi açısından hayati önem taşıyor. Hatta bazen yazının kendi kadar önemli. Bu işin bir de psikolojisi var çünkü. Heyecanını, hevesini, kederini ve zaferini yönetmek gerek zira hepsi yalan söylüyor olabilir. 

Bir de dergi var, bunca işin arasında vakit ayırıp çıkarttığınız?

Evet. Ortağım Yaprak Çetinkaya’yla Pozitif dergisinde tanıştık. Bir akşam sohbet esnasında çıktı, birlikte dergi yapma fikri. İkimiz de aynı şeyi hayal ediyorduk. Uzun süre sadece düşündüğümüz ve hayal ettiğimiz bir şeydi ama pek güzel hayal etmiş olmalıyız ki geçtiğimiz yıl mart ayında dergimiz Mümkün yayınlandı. Kişisel gelişim, mindfulness, wellbeing, ezoterik bilgiler, astroloji, felsefe gibi başlıklarımız var. “Gerçek ancak mümkün olanı içerir” diyoruz. Kendi alanında sorumlu yayıncılık yapan, referans bir yayın olmayı hedefleyen iyi bir iş çıktı ortaya. Geçtiğimiz ay da ilk dijital sayımız çıktı. Dergilik uygulaması üzerinden ücretsiz indirilip okunabiliyor. 

Serda, çok teşekkür ederim. Güzel ve keyifli bir sohbet oldu.

Instagram

Twitter

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
4
1
1
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın