Her Kadının Hayatı Boyunca En Az Bir Kez Okuması Gereken 'Ufuk Açıcı' Kitaplar
Okumak ve daha çok okumak... 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, kadınların mutlaka okuması gereken kitapları bir araya getirdik.Keyifli okumalar!
Not 1: Sıralamanın kitapların niteliği ile bir ilgisi yoktur!
Not 2: Her liste gibi, bu liste de eksik ve kusurlu, siz de lütfen eksikliğini hissettiğiniz kitapları belirtin; listeyi ileride bu doğrultuda güncelleyebiliriz.
1. "Madame Bovary", (1856) Gustave Flaubert
2. "Anna Karenina", (1877) Lev Nikolayeviç Tolstoy
3. "Aşk ve Gurur", (1813) Jane Austen
Klasik dönem romanları arasında önemli bir yere sahip olan 'Aşk ve Gurur', 18. yüzyıl İngiltere'sinde geçen unutulmaz bir aşk hikâyesini konu alıyor.
Orta halli bir ailenin zeki ve neşeli kızı ile kibirli ve mağrur olmasının yanı sıra son derece dürüst ve varlıklı genç bir adamın neredeyse nefretle başlayan ilişkilerinin büyük bir aşka dönüşünü anlatan bu kitapta, biri gururlu diğeri önyargılı iki insanın zaman ilerledikçe yanıldıklarına ve birbirlerine yaptıkları onca haksızlığın yalnızca aşkla telafi edilebileceğine şahit olacaksınız.
4. "Vadideki Zambak", (1835) Honoré de Balzac
Honoré de Balzac'ın en bilinen kitaplarından biridir. Kocasıyla mutlu olmayan Henriette'le, kendisinden çok daha genç olan Felix'in imkânsız aşkını anlatan kitap, 18 yy. Fransa'sındaki, devrim sonrası, toplumsal hayat hakkında da ipuçları içermekte, duygusal bir yakınlaşmayı anlatmaktadır.
Başka bir gözden okuyucuların gözüne girmiştir. Ayrıca kişi ve yer tasvirlerinde büyük ustalıkla okuru olayın kurgusunun içine sürüklemiştir.
Romanda, 18. yy. ailesi tarafından çeşitli itilişlere maruz kalan bir gencin zamanla hayatında olan değişimleri ve ilerde tanıştığı bir kadına olan bağlılığı anlatılıyor. Aşkın getirdiği ızdıraplar, son derece özgün ve iyi anlatımla yansıtılıyor.
5. "Kolera Günlerinde Aşk" (1985) Gabriel Garcia Marquez
'Kolera Günlerinde Aşk', Gabriel García Márquez'in en ünlü romanlarından biridir.
19. yüzyılın sonları - 20. yüzyılın başları arasında Fermina Daza, Florentino Ariza ve Doktor Juvenal Urbino üçgeninde gelişen canlı bir karşılıksız aşkı konu alan kitap, acı çekmenin yüce bir davranış olduğu fikrini yoğun şekilde işler.
Florentino Ariza sevdiği bir ömür boyu sevdiği Fermina Daza'ya kavuşabilmek için tam 53 yıl 7 ay 11 gün bekler.
6. "Uğultulu Tepeler", (1847) Emily Brontë
19. yüzyıl İngiliz edebiyatının önemli kadın yazarlarından biri olan Emily Bronte'nin ilk ve tek romanı 'Uğultulu Tepeler', kırık olduğu kadar marazi de olan bir aşk hikâyesi etrafında gezinerek kadın ve erkek, insan ve doğa, aşk ve ölüm, sadakat ve ihanet, hakikat ve yalan gibi ikilikleri kendine özgü bir dille işliyor.
Gotik roman türünün başarılı örneklerinden olan 'Uğultulu Tepeler', karanlık ve puslu evleri, içinde türlü arzuların, tutkuların ve düşüncelerin boyattığı odaları, ter içinde uyanılan kâbusları anlatırken, gerçekçiliği elden bırakmayan bir strateji izliyor.
7. "Jane Eyre", (1847) Charlotte Brontë
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir.
Gönderildiği katı kuralları olan yatılı okulda kötü günler geçirir. Ancak Jane Eyre, Charlotte Brontë kadar şanslı değildir; okulda on yıl kalır ve öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester'ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur.
Evin gizemli efendisi Rochester'e âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir...
8. "Rüzgâr Gibi Geçti", (1936) Margaret Mitchell
'Rüzgâr Gibi Geçti' Amerikan yazar Margaret Mitchell'ın 1936 tarihinde ilk basımı yapılmış Batı edebiyatının dünyaca ünlü tarihi romans kitabıdır. Amerikan iç savaşı döneminde geçen kitap, savaşın zorluklarına göğüs geren karakterlerin aşk, gurur ve hayat şartları örgüsüyle yazılan romantik bir eserdir.
Aynı isimle 1939 yılında kitaptan uyarlanan roman, “20. Yüzyılın En Popüler Romanı Pulitzer Ödülünü” de kazanmıştır.
9. "Kürk Mantolu Madonna", (1943) Sabahattin Ali
'Kürk Mantolu Madonna', Sabahattin Ali'nin 1943 yılında yayımladığı bir romanıdır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak tefrika edilmiştir.
Sıra dışı bir aşk hikâyesinin konu edildiği roman, son yıllarca Türk edebiyatının en çok okunan yapıtlarından biri konumundadır.
10. "Damızlık Kızın Öyküsü", (1985) Margaret Atwood
Cinsel içerikli olduğu ve Hristiyanlığa saldırdığı gerekçesiyle ABD'deki bazı okul ve kütüphanelerde yasaklandı.
11. "Lady Chatterley'in Aşığı" (1928) D.H. Lawrence
Yayımlandığı günden itibaren çeşitli tartışmaların odak noktasında yer alan Lady Chatterley'in Âşığı, savaşta yaralanarak kötürüm kalan Clifford'ın genç karısı Constance ile koru bekçisi Mellors arasındaki aşkı anlatır. Romanın, kadın ihaneti olarak önyargılı biçimde yorumlanmasına karşın, kocanın fiziksel kısıtlılığının yanı sıra, karısını duygusal açıdan da ihmal ettiği, hatta bir vâris sahibi olmak için kadını evlilik dışı gebeliğe bile yönlendirdiği görülür.
Eser, tutucu bir yaklaşımla müstehcen damgası yemişse de, aslında sorun, aristokrat bir kadınla işçi kesiminden bir erkeğin aşkını kabullenemeyen sınıf ayrımcılığına dayanır. Dahası, dönemin toplumsal ve siyasal yapısına da ışık tutan romanda egemen sınıfların emekçi kitlelere karşı ezici, aşağılayıcı ve dışlayıcı yaklaşımı yansıtılınca kitaba cephe alınmıştır.
12. "Günden Kalanlar", (1989) Kazuo Ishiguro
Kazuo Ishiguro'nun benzersiz tarzını en iyi ortaya koyduğu eserlerinden biri 'Günden Kalanlar'...
13. "Kafesteki Kuş Neden Şakır, Bilirim", (1969) Maya Angelou
'Kafesteki Kuş Neden Şakır, Bilirim' otobiyografik bir roman: Yazar, şair, şarkıcı, dansçı, oyun yazarı ve öğretmen Maya Angelou'nun yedi kitaptan oluşan sıra dışı ve ilham verici yaşamöyküsünün ilk cildi. Savunmasız, şiddet gören küçük bir kızın, ırkçılık ve bağnazlıkla savaşarak güçlü bir karaktere; onurlu ve göz kamaştırıcı bir genç kadına dönüşmesinin öyküsü.
'ABD'nin en çok yasaklanan yazarı' olarak bilinen Maya Angelou'nun bu romanı, şiddet, müstehcenlik, küfürlü dil kullanımı vs. gibi gerekçelerle defalarca yasaklandı.
14. "Anne Frank'ın Hatıra Defteri", (1947) Anne Frank
'Anne Frank'in Hatıra Defteri', iki yıl boyunca Hollanda'nın Nazilerce işgali sırasında ailesiyle birlikte saklanıyorken Anne Frank tarafından tutulan günlüğünü içeren kitap. Aile 1944 yılında tutuklandı ve Anne Frank, Bergen-Belsen toplama kampında tifüsten öldü. O günlük, Anne'nin babası olan Otto Frank tarafından Miep Gies'e verildi. Günlük, 60'tan çok dilde basıldı.
Siyonizm propagandası yaptığı gerekçesiyle çeşitli ülkelerde yasaklanmıştır.
15. "Sevilen", (1987) Toni Morrison
Toni Morrison'un 1988 Pulitzer Edebiyat Ödülü'nü kazanan bu büyük romanın konusu, Amerika'nın iç savaşını izleyen yıllarda Ohio'da geçiyor; köle Sethe'nin ve ailesinin çevresinde dönüyor. Kentucky'de köle olarak bulunduğu bir çiftlikten kaçan Sethe, yakalanacağını anlayınca, beyazların eline geçmemesi için iki yaşındaki kızını öldürmeyi yeğler. Ölen küçük kızın ruhunun evde dolaştığına inanan güzel ve gururlu Sethe, bu olayın etkisinden kendisini kurtaramaz.
Aradan on sekiz yıl geçtikten sonra Sethe'nin evine bir genç kız gelir. Yirmi yaşındaki bu ilginç konuk, nereden geldiğini bilmemekte, çatlak sesiyle bir çocuk gibi konuşmaktadır. Sethe'ye taparcasına bağlı olan genç kız, adının Sevilen olduğunu söylemektedir. Roman, Sethe'nin kölelikten özgürlüğe doğru yaptığı zorlu yolculuğu anlatırken, geri dönüşlerle bu çarpıcı anlatımın içine Sethe'nin geçmişindeki ürkütücü gerçekleri de katar.
Irk ayrımının olanca şiddetiyle hüküm sürdüğü günlerde geçen olaylarda, kör inançlarla, ruhlarla dokunmuş roman örgüsü, yoksulluğun ve özgürlük verirken, bir köle ve bir anne olarak Sethe'nin çektiği acıları çok irkiltici bir biçimde anlatıyor.
16. "Ye, Dua Et, Sev" (2006) Elizabeth Gilbert
Saat sabahın üçüdür ve Elizabeth Gilbert banyonun taşları üzerinde hıçkırarak ağlamaktadır. O, otuzlu yaşlarındadır ve bir kocası, bir evi vardır. Kocasıyla bebek sahibi olmaya çalışmaktadırlar ve o bunu istemediğinin farkına varır. Acı verici bir boşanma süreci ve hemen sonrasında tutkulu bir aşk yaşar. İçindeki boşluğu doldurmanın peşine düştüğü bir yolculuğa çıkarak haz, dinsel inanç ve dengenin arayışına girer.
Gilbert, Roma'da yakışıklı bir İtalyan'dan İtalyanca öğrenecek, on beş kilo alacaktır; Hindistan'da ruhunu aydınlatacak ve kendini Tanrı'ya adayacaktır ve Endonezya'nın Bali Adası'nda dişleri olmayan bir şifacıdan, huzurun yeni bir tanımını öğrenecektir. Mutluluk yavaş yavaş onu sarmalamaktadır.
17. "Tom Amca'nın Kulübesi", (1852) Harriet Beecher Stowe
Amerikalı kadın yazarın 1852'de yazdığı kölelik karşıtı romanı Amerikan İç Savaşı sırasında Güney Eyaletleri'nde yasaklanmıştı. Eşitlikle ilgili aşıladığı fikirlerden dolayı kitap Çar I. Nikolay döneminde Rusya'da da yasaklandı.
18. "Bülbülü Öldürmek", (1960) Harper Lee
1960 tarihli Pulitzer ödüllü roman 1930’ların Alabama’sında ırkçılığı ve eşitsizliği ele alıyor ve eleştiriyordu ama garip bir biçimde 'ırkçılık ve küfür' içerdiği için yasaklandı.
19. "Sırça Fanus", (1963) Sylvia Plath
Parlak bir üniversite öğrencisi olan Esther Greenwood, 1950'lerde yayın dünyasında acımasız bir rekabetin sürdüğü New York'a büyük hayallerle gelir ve önemli bir moda dergisinde iş bulur. Kapıldığı beklentilerle karşısına çıkan fırsatların yoğunluğu, masumluğunu yitiren genç kızın zamanla kaldıramayacağı bir boyuta ulaşır ve Esther kendini tam bir karabasanın içinde bulur.
Kimlik arayışı peşinde ürkütücü bir yola giren duyarlı ve hevesli bir genç kadının üniversite yılları, erkeklerle ilişkileri, yaşadığı çöküş, intihar girişimleri ve gördüğü psikolojik tedaviler mizahi bakış açısı unutulmadan son derece içtenlikle işlenmiş.
Sylvia Plath'ın kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı ve ilk kez 1963 yılında, ölümünden bir ay önce, başka bir isim altında yayımlatmayı başarabildiği Sırça Fanus, o günün olduğu kadar bugünün insanının da metropol yaşamındaki yabancılaşmasını anlatan modern bir klasik haline gelmiştir.
20. "İkinci Cins", (1949) Simone de Beauvoir
Feminist kuramın en önemli eserlerinden birisi hiç kuşkusuz de Beauvoir’ın 1949 yılında yazdığı 'İkinci Cins'tir.
Bu kitapla beraber Simone de Beauvoir varoluşçu bir feminist anlayışın temellerini ortaya koymuştur.
21. "Yüzyıllık Yalnızlık", (1967) Gabriel García Márquez
'Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım.
'Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım.
'Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.'
22. "İnci Gibi Dişler" (2000) Zadie Smith
'İnci Gibi Dişler'in 80 sayfalık müsveddesini götürüp yayınevinden 250.000 pound avans alan Zadie Smith, kitap piyasaya çıktığı andan itibaren hem İngiltere'de hem dünyada çok büyük sükse yaptı ve hemen hemen bütün ödüllerde adını bir fırtına gibi estirdi. Öyle ki dünyaca ünlü Guardian gazetesinin bu yıl ilk defa verdiği ödülü kazandığında da, jüride bulunan ünlü romancı Julian Barnes, düşüncelerini şu sözlerle ifade etmişti:
'Bir romancı olarak içim kıskançlık ateşiyle kavruluyor.' Peki, ne anlatıyordu ki bu gencecik, yarı-Jamaikalı kız: Her türlü aşırılığın revaçta olduğu Londra'nın kenar semtlerinden birinde, farklı renklerin, farklı dinlerin ve farklı kuşakların, Jones'lar, İkbal'ler ve Chalfen'ler gibi üç renkli ailenin, çoluk çocuk birbirinden matrak hikayeleri etrafında, göçmenlerin, geleneklerin, İngiliz orta sınıf ailesinin ve alt-kültürlerin ağzına kadar dolu bir cümbüş sürahisine daldırıp daldırıp çıkarılan bir parodisini...
'İnci Gibi Dişler', uçuk bir kızdan delice ironilerle dolu çılgınca bir roman.
23. "Kendine Ait Bir Oda", (1929) Virginia Woolf
Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf'un belki de en kolay okunan kitabıdır. Kolay okunur, çünkü konu çok somuttur: 'Kadın ve edebiyat'. Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları 'ezeli' ve de 'ezici' bir soru vardır. 'Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?'
İşte Virginia Woolf bu 'yakıcı' soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: 'Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!...'
24. “Kadın Haklarının Savunusu", (1792) Mary Wollstonecraft
1792 yılında yazılan kitap, kadın haklarının ve feminizmin ilk önemli, sistemli ve cesur kitabı kabul edilir. Kadınların da erkekler gibi “insan” olduğunu ve erkeklerin sahip olduğu ve yararlanabildiği her hakkın kadınlar için de geçerli olması gerektiğini savunan, kadınların eğitimine büyük önem veren Mary Wollstonecraft, eseriyle kadın hakları mücadelesinin başta gelen temsilcilerinden biri olmuştur.
25. "Etin Cinsel Politikası", (2013) Carol J. Adams
Her on yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor. 'Dayak yiyen kadınlar' gerçekliği her gün yüzümüze çarpılıyor ekranlardan ve gazete sayfalarından. Çiftliklerin esir ettiği, mezbahaların katlettiği hayvanlar 'marketteki et'e indirgeniyor günümüzde.
Etin hem protein için zorunlu olduğuna hem de gücün kaynağı olduğuna inanmamız için örülen mit, aslında erkeğin potansiyel şiddet eğilimiyle üstünlük kurmasına neden oluyor. Etçilleri yiyen etçiller, kafamızdaki iktidar piramidinde en üste yerleştiriliyor ve bu haliyle gündelik hayatımızın her köşesine sızıyor. Reklamların neredeyse tamamında eti yenen hayvanların kadınsı temsil edilmesi ve erkek zihninde seks yapılacak kadının et veya piliç görüntüsünde olması yapbozu kendiliğinden tamamlıyor.
İşte Carol J. Adams bu kitapta, yukarıda sayılan olguları ve genel olarak ataerki ile et tüketimi arasındaki diyalektiği çözümlüyor. Ona göre, erkeklik inşasının önemli bir parçası başka bedenleri denetim altında tutmaktır; et yemek de bunun önemli bir aşamasını oluşturur. 'Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir.' Onun kuramıyla, pornoda veya sofrada (aslında erkeğin yazdığı tüm 'metinlerde') parça parça tüketilen tüm adsızlar, 'kayıp gönderge' olarak yeniden bedene kavuşuyor.
Bu kitap, kadın ve hayvanın tüm yönleriyle eş olduğunu savunmuyor; yalnızca şiddet ve tahakkümden beslenen erkek egemen kültürün yeri yurdu olmadığının, zayıf bulduğu her şeyi ve herkesi 'erkek' tanımının dışına atarak alt edilecek bir öteki ilan ettiğinin, özneden nesneye indirgediğinin altını çiziyor.
Yiyecek/giyecek başka bir şey yokmuşçasına, birtakım canlılara yaşarken kafesi, ölürken ise kan gölünü reva gördüğümüz sürece savaşları ve ayrımcılığı olumlayan eril şiddet kültürünün ve hiyerarşinin aramızdan ayrılmayacağını hatırlatıyor.
26. "Kadının Adı Yok", (1987) Duygu Asena
Duygu Asena bu kitabında, temiz, telaşsız, kıvrak anlatımıyla bir kadının yaşadıklarını, daha doğrusu cinsiyetii kadın olarak belirlenmiş, herkesin üç aşağı beş yukarı tanık olabileceği ortak bir macerayı, bir kadının ağzından anlatıyor.
Bu kadın, küçücük bir kızın henüz yaşanmamış doğal meraklarından, aşklar, acılar, sahtekârlıklar, hıslarla dolu bir hayatın bazen hafif, bazen ağır kıpırtılarına kadar, kendi ayakları üzerinde durabilmek için mücadele ediyor. Bu kadın, pürüzsüz bir tenden kırışıklıklara uzanan zaman içinde kendisi için var olabilmeyi hedefliyor. Beceriyor da...Ne pahasına olursa olsun!
27. "Cinsiyet Belası", (1990) Judith Butler
1990'da yayımlandığında feminist kuramda ve toplumsal cinsiyet araştırmalarında çığır açan, queer kuramın öncü metinlerinden sayılan Cinsiyet Belası nihayet Türkçede.
Judith Butler'ın cinsiyetin ne ölçüde 'doğal' olduğunu sorgulayarak cinsiyetin performatif yapısına dair kışkırtıcı savını ilk kez ortaya koyduğu bu metin, birbiriyle bağlantılı pek çok tartışmayı birden barındırıyor.
28. "Ruhlar Evi", (1982) Isabel Allende
Şili'nin seçimle iş başına gelen, askeri bir darbeyle devrilip öldürülen Marksist başkanı Salvador Allende'nin son saatleri nasıl geçti? Nobel ödüllü büyük şair Pablo Neruda'nın cenaze töreni, faşist diktatör Pinochet'nin onca baskısına karşın, nasıl bir gösteriye dönüştü?
Ruhlar Evi adlı bu ilk romanında, bir ailenin üç kuşağını, yetmiş yıllık bir süreç içinde yaşananları ustalıkla dile getiriyor.
29. "Karanlığın Sol Eli", (1969) Ursula K. Le Guin
'Bilimkurgu'nun en önemli iki ödülü olan Hugo ve Nebula'yı kazanarak kısa zamanda türünün klasikleri arasına giren Karanlığın Sol Eli, dünyamıza çok benzeyen Kış adlı bir gezegende geçer. Bu gezegende yılın en sıcak zamanlarında bile yarı-kutup iklimi yaşanır ve tüm sakinleri çift cinsiyetlidir (androjen). Cinsel kimliğin bir statü ya da güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende kişiler yılın belli bir döneminde o anki hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın olmaktadırlar.
Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş bir ana daha sonra başka çocukların babası olabilmektedir. 'Arkadaşlık' ve 'sevgililik' arasındaki 'boşluk' anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan... ve benzeri ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamış gibidir. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış.
Bir gün Kış'a uzaydan bir erkek elçi gelir ve onların da katılmasını istediği bir gezegenler birliğinden söz eder... Elçinin gelişiyle birlikte yerli ile yabancı, erkek ile dişi, benzerlik ve benzemezlik, parça ile bütün arasındaki ilişki ve çelişkiler insanlardaki karşılıklarını bulup yaşamaya başlar...
30. "Kurtlarla Koşan Kadınlar", (2013) Clarissa Pinkola Estes.
İnsanlık tarihi boyunca bastırılmış ve örselenmiş kadınların durumunu sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ele alan çok sayıda inceleme yapıldı. Her inceleme, kadınları 'tanımlama ve çözme' açısından farklı yöntemler önerdi. Bu önermelerin ne ölçüde kadının doğasına ilişkin isabetli ve farklı alternatifler olduğu ise tartışmalı...
Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar'da gerçekten farklı bir önermede bulunuyor; kadınlar için yalın, uygulanabilir ve doğal çözümler öneriyor. XIX. yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak, kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi keşfetmek olduğunu söylüyor ve kadınların içlerinde yatan sınırsız güç ve yaratıcılığın, kurtların doğal yabanıllığında yattığı savını ileri sürüyor.
Kadınların çoğu zaman farkında olmadan içselleştirmek zorunda bırakıldıkları eziklik ve yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerine çok değişik bir malzemeden yaklaşıyor: Masallar! İnsanlığın ortak bilinçaltının aynaları olduğunu düşündüğü masallar aracılığıyla kadın psişesinin derinliklerine iniyor ve birçok açmazdan kurtulmalarına yardımcı olacak masal tadında terapiler uyguluyor.
31. "Küçük Şeylerin Tanrısı", (1997) Arundhati Roy
Arundhati Roy, İngiltere'nin en saygın edebiyat ödülü olan Booker Ödülü'nü 1997 yılında 'Küçük Şeylerin Tanrısı' adlı romanıyla aldı.
Yasak bir aşkın çökerttiği bir ailenin soluk kesen dramını anlattı. Varlıklı bir Hindu ailesinin güzel kızı Ammu, ailesinin yanında çalışan bir işçiye aşık olur. Önüne geçilmez, kural tanımaz, tutkulu bir aşkla bağlanırlar birbirlerine. Oysa genç adam Dokunulmazlar sınıfındadır...
Hindistan'da yayınlandığında, Hristiyan bir Hindu kadınıyla alt kasttan bir erkek arasındaki aşk ve aşk sahneleri Hint gelenek ve göreneklerine aykırı düştüğü için büyük tartışmalara yol açan 'Küçük Şeylerin Tanrısı' bir solukta okunan bir roman.
32. "Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir", (2006) Emma Goldman
'Dans etmeye başlayan sizler. Siz de şunun farkına varın. Dans etmek demek, sonsuza kadar süren bir mutluluk değildir. Dans etmek demek, yaşamak demektir. Ve yaşamak, mutlulukların ve umutların dansı olduğu kadar keder, acı ve ıstırabın da dansıdır. Yaşamayı öğrenmek, hem çirkin hem de güzel olmaktan geçer.
Yaşam hem umuttur hem umutsuzluk, hem neşe hem de keder. Unutmayın, önce dans etmeyi öğrenin. Ve ardından dans etmenizi engelleyecek olan tüm devrimleri silin. Çünkü dans edemeyecekseniz bu sizin devriminiz değildir. '
Kadınların erkeklerle her alanda eşit ve özgür oldukları bir dünya dileğiyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!
Yorum Yazın
Kadının yanı sıra erkeğin de okuması gereken kitaplar.