Görüş Bildir
Haberler
Emeksizlikten ve Eşitsizlikten İçi Burkulanlar Kulübü

etiket Emeksizlikten ve Eşitsizlikten İçi Burkulanlar Kulübü

Prof.Dr. Duygu Aydın
30.04.2023 - 12:07 Son Güncelleme: 26.05.2023 - 18:32

Bu yazı tüm emekçilere ithafen yazılmıştır ve konunun çözümsüz olduğu peşinen kabul edilir.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Babam emekçi bir esnaftır. El emeği, adeta sanat eseri bıçaklar üretir.

Babam emekçi bir esnaftır. El emeği, adeta sanat eseri bıçaklar üretir.

Müptelaları çoktur. Ülkemizde bu işi yapmakta olan az sayıdaki son zanaatkarlardandır. Ziyaretine gittiğimde işten güçten konuşuruz. Ürünlerine bakar, fiyatlarını sorarım. Saatlerce çalışarak ortaya çıkardığı bir ürünü çok daha yüksek fiyatlara satabilecekken bazen öyle cüzi fiyatlara satar ki içim burkulur. Yanlış anlamayın cüzi fiyatı kendi tercih eder, çünkü ona göre emeğin karşılığı o kadar olmalıdır. 70 yaşında ve her işini kendi yapar, geçim sıkıntısı olmasa da sürekli çalışma arzusu o kuşağın kimliği gibidir. Şu zincir kahvecilerden kahve ve atıştırmalık alır giderim yanına. “Kızım bu paralar bunlara verilir mi!” diye hayıflanır. Yanından ayrıldığımda bir süre kendime gelemem. Marka değerinden ötürü orta ve üstü fiyatlar karşılığı aldığım her üründe babam ve onun gibi emekçileri hatırlar ve boğazım düğümlenir. Bir süre gerçek ihtiyaçlarım dışında bir şey almaya elim gitmez. 

Ben iletişim alanında çalışan bir akademisyenim. Fikir işçiliğiyle hayatımı kazanıyorum. Babamla yaşam biçimimiz sosyo-ekonomik bakımdan farklılık gösteriyor. Büyük olasılıkla babamdan ve rol modellerimden gelen ruhuma işlemiş bir emekçiliğim vardır. Ama şu işe bakın ki çalışma konularım kapitalizmin en azılı alanları, pazarlama, reklamcılık, marka iletişimi ve tüketici davranışları. Öğrencilerime bilimsel konuların yanında, mesleki olarak bir işletmeye pazarlama ve iletişim yoluyla nasıl daha fazla para kazandırabileceklerini öğretiyorum ve birçoğunu bu sektörlerde çalışmak üzere yetiştiriyorum. Kapitalizmin bu alanlarına hizmet etme burukluğuyla, işin bilimini yapmak arasında ince bir çizgideyim.

“Bir film olsak Çağan Irmak filmleri olurduk.”

“Bir film olsak Çağan Irmak filmleri olurduk.”

Başlıkta söz ettiğim gibi formal olmayan bir kulüp ve üyeleri var biliyorum. Eşitsizlik ve emek denince, aynı duygu ve düşüncelerde olduğumuz kişilerle burkula burkula bir hal oluruz. Eşitsizlik üzücüdür. Dünyanın ekonomik düzeni böyle buyuruyor ve büyük olasılıkla bu hiç değişmeden filmin sonunu göreceğiz. İşin ‘bir şeyler değişir mi?’ kısmında değilim. 

Biz kendimize düşeni, sorumluluk olsun diye görev edinerek değil, ruhumuzun talebiyle ve salt inancımızla kendi ekosistemimizde yapmaya devam eder, burada da duygudaşlarımızla ancak içimizi dökeriz. “Diğerleri ne yapıyor?”u önceleri fazlaca önemserdik, onu da çoktan bıraktık. 80’ler Türkiye’sinde orta halli ailelerin dünyaya getirdiği ihtilal çocuklarıyız biz. Zorlu koşullarda, kendi imkânlarıyla eğitimlerini sürdürmüş, çalışmayı ilke edinmiş, emek vermeye inanan, ailelerinin geleceğini kurtar dayatmasıyla kimliği oluşmuş, hürmet nedir bilen bir nesiliz. Ayrıca istisnaları hariç tutarak böyle romantik genellemeler yapmayı da severiz. 

Hayatımız boyunca en çok eşitsizlikleri sorgulamış olmamız muhtemel. Çünkü bir yandan hem dünya hem de ülke olarak önemli değişimlerin yaşandığı bir döneme tanıklık ettik. Cep telefonsuz bir dünyaya doğup, yapay zekâlarla ilerlemek kimseye nasip olmaz. 2000’li yıllarla birlikte teknolojinin yaşam biçimlerimizde yarattığı dönüşümler büyük bir hızla gerçekleşti. Kitleselden bireysele evrildi yaşamlarımız, küçüldük ve yalnızlaştık. Yeni iş kültürleri, tüketimlerde yeni alışkanlıklar derken bambaşka bir yere geldik. Markalaşma ve pazarlamanın yaşamın tüm hücrelerini ele geçirdiği bir dönemi film izler gibi izledik, izliyoruz. 

Ekonomi, teknoloji, kültür ve insan ayrılmaz bir döngüdür ve birlikte ilerler. Ekonomik güç ve teknoloji sahipliği dünyadaki eşitliğin ya da eşitsizliğin başat belirleyicisidir. Kültürünü ve yaşama biçimini dayatarak rolleri belirler, dağılımı yapar ve hatta razı eder. Her konuda yaşanan eşitsizlikler bugün tüm dünyanın mücadele ettiği bir konudur. Çünkü artık biliyoruz ki eşitsizlikleri ortadan kaldırmadan ya da azaltmadan, şiddetin, adaletsizliğin, ekonomik krizlerin ve dünya kaynaklarının yok olmasının önüne geçilemiyor. Uzun, derin, zor bir konu. Ve bunların tam merkezinde bir ‘değer’ algısı yer alıyor.

İnsan taraflarımıza nasıl fiyat biçilir?

İnsan taraflarımıza nasıl fiyat biçilir?

Artık bir şeye yönelttiğimiz dikkatin, bir şeyi beğenmemizin, paylaşmamızın bir değeri ve ekonomik karşılığı var. Kurumları, işletmeleri geçtik, kişilerin markalaştığı, kendilerine marka dedikleri, değer biçtikleri, tüm yaşamlarını açtıkları, yaşamlarının içeriklerine fiyat belirledikleri bir yerdeyiz. 

Bir dizi oyuncusunun ya da şarkıcının pek tabii emek harcayarak bir günde kazandığı para ile bir set-sahne çalışanının bir günde harcadığı emek ve kazandığı para kıyaslamasından içimiz burkulur. Aradaki değer farkını yaratan nedir? Ünlü olmak ve kitleleri peşinden sürüklemek mi? Yüksek sanat mı? Marka olmak mı? Arada bunca uçurum olmalı mıdır ve ne denli sindirilebilir? 

Bir de ‘influencer’lık var ki ayrı bir muamma. İçlerinde bilgisi, sanatı, emeği olanlarla, yalnızca şöhreti, güzelliği, ilginçliği vs. olanları ayırt etme imkanı da kalmamıştır. Zaten tümü, kişiliğini markalaştırarak kendine bir değer atfetmekte ve yaşamının paylaştığı içeriklerinin aralarına reklam, ürün yerleştirme alarak bunların fiyatını belirlemektedir. Birer mecraya dönüştükleri için işletmeler tarafından ticari değer atfedilmektedir. Çocukları, kedileri, acıları, sevinçleri, yedikleri, içtikleri, seyahatleri, konforlu ya da sözde konforlu yaşamları, bedenleri yani her şeyleri ekonomik sistemin içinde ticari karşılığı olan bir metaya dönüşmüştür. Ne kadar çok insan takip edip beğenirse, ticari karşılıkları yükselmektedir. Bir ürünü tanıtmak için tek bir hikâye içeriği paylaşımına alınan bilmem kaç bin liralar ile o ürünün üretilmesine emek verenlerin kazandığı hayatta kalma standartları arasındaki farka içimiz burkulur. “Ama ürünün daha çok satılmasını sağlayarak onu üreten emekçilerin işlerini sürdürmelerine aracı oluyorlar!” diyenler olacaktır. Teorik olarak doğru. Yanlış olan ise zaten bu düşünme biçimi. Bugünkü ekonomik düzenin mimarlarıyla aynı olan düşünme biçimi. Hiçbir işe yaramayacağını bilerek boş boş eleştirdiğimiz şey tam olarak budur. Ne yapsınlar? Düzen böyle. Pek tabii içimizi düzene döküyoruz zaten. Ayrıca bu işin sadece bir boyutu. 

Ekonomik sistemler bakımından finansal yatırım araçları gibi tartışmaya açık birçok konu var. Büyük hacimlerle paradan para kazanılan, büyük bir bölümü emeksiz ve katma değersiz bir döngünün içindeyiz. Bir taraftan herkesin kafasına göre fiyat biçtiği işler ve ürünler cabası. “Evi satın mı alıyoruz?” dedirten kiralarla, bir fincan kahvenin ve kitabın önlenemez yükselişiyle, maaşları birleştirme evlilikleriyle, hayatı sorgulatan özel okul bütçeleriyle, en çok düşük gelirliyi vuran temel gıda fiyatlarıyla fantastik bir film kurgusuna doğru ilerliyoruz. Herkes kendince düzen tutturmuş, bir şekilde hayatta kalıyor. Emek, değer, kazanç ve ekonomik koşulların dengeleri şaşmış durumda. Hangi işin içinde ne kadar emek var sorusunun anlamını yitirdiği bir noktadayız. İğneyi kendimize batırmıyoruz sanılmasın. Akademide en üst unvana gelindiğinde harcanan emek ve verimlilikte ciddi bir düşüş olduğunu gösteren araştırmalar var. Devlete bağlı çalışanların içinde harcanan emek ve yaratılan verimlilik unsurunu ayrıştırmak ve denetlemek ne kadar mümkün? Böyle derin mevzularda sorunlar ve çözümleri çok boyutlu ve karmaşık olduğu için kestirimci bir cevap veremiyoruz. En tepede herkes için adaletli bir düzen, en küçük hücrede ise bireysel sorumluluktan söz edebiliriz ancak. “Kendi küçük dünyamızda ne yapıp ediyoruz, emek ve eşitlik dengesini nasıl gözetiyoruz?” sorusu anlamlı kendi adımıza.

Kabul edelim ki, bu bir dünyaya bakış meselesidir. Prensiptir, kendine saygıdır, ruhuna yapışmış emekçiliktir, halden anlamaktır, adına ne derseniz deyin. Babam sadece kendi hikâyemden çıkardığım bir simge burada. Ben çok tanıyorum böyle insanlar. Yaptığı işin niteliğine ve marka değerine bakılsa çok daha fazlasını kazanabilecekken dozunu ayarlayan esnaflar, doktorlar, sanatçılar, mimarlar, eğitimciler tanıyorum. Erdemleri karşısında bu kez gururdan içim burkuluyor sizler gibi.

Liyakatli olanın yüceltildiği, herkesin kendi emeğinden sorumluluk duyduğu bir dünya hayalimiz var yine de.

Instagram1

Instagram2

Twitter

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio'       

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
3
2
1
1
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın