Buket Adanç Yazio: Lezzetli Yaşam
Tadına varmak... Bu deyimi duyduğumuzda pek çoğumuzun aklına ilk gelen fizyolojik olarak lezzet almak. Oysa mecazi anlamının da hayatımızdaki yeri bir o kadar kıymetli. Mekanizmasını açıklamak ve anlamak ise bilim insanları sayesinde oldukça kolay.
Mesela nasıl tat alırım diye internet ortamından ufak bir araştırma yaparsanız, bu konuda birbirine paralel yazılmış pek çok makale göreceksiniz.
Peki ya “Hayatın tadına varmak...” dediğimizde bunu keyifle, her anın büyüsünü doya doya yaşamak olarak algılayanlar, hayattan tat almak için ruhumuzun tat tomurcuklarının sağlıklı olup olmadığının farkında mıyız?
Bu sorunun cevabı kimimize göre coşkulu bir “ evet”, kimimize göre hüzünlü bir “hayır”. Melankoliden beslenenleri saymazsak, hemen hemen herkes mutluluğun peşinden koşuyor. Bu nedenle olsa gerek kişisel gelişim kitapları, seminerleri, kurslarına olan talep çığ gibi büyümeye devam ediyor. Ancak tüm bu çabaya rağmen hala beklediğimiz mutluluğu bulamıyoruz. Bu kaynakları detaylı incelediğimizde ise sunumlarının neredeyse mükemmel ama içeriğinin yavan olduğunu görüyoruz. Yani tadı damağımızda kalacak beklentisi ile oturduğumuz sofradan hem gözümüz hem de ruhumuz yalnızca yarı tok kalkıyoruz. Bunun temel nedeni işleyişi incelemek yerine yüzeysel dileklerle çözüme ulaşacağımıza olan inancımız.
Psikolog değilim bu nedenle bilimsel kısmını anlatmayı onlara bırakıyorum. Ancak lezzetli yaşamayı yirmili yaşların sonuna doğru öğrenmiş birisi olarak bu konuda birkaç kelam etmek isterim.
Öncelikle salt bir mutluluk yaşama arzusunu her öğün bal yiyerek doyma isteğine benzetiyorum. Düşünün... Görüntüsü, kokusu, tadı ve hacmi ile sizi tatmin edecek bir bütün yerine sadece tatlı olduğu için bal tercih ediyorsunuz. Sonuç? Doymadınız, daha çok acıktınız, haz almadınız ve mideniz bulandı. Oysa her lezzeti dozunda barındıran güzel bir kahvaltının sonunda yediğiniz balın size yaşattığı tatmin buna kıyasla çok daha fazladır.
Ben tat tomurcuklarını düşüncelere benzetiyorum. Hayattan aldığımız tadı belirleyen en önemli nokta algımız ve yaşadığımız duygular. Bunu belirleyen ise tıpkı tat tomurcukları gibi çalışan düşünce tomurcuklarımızın sağlıklı oluşu. Bu sağlıklı olma hali sevginin içerisinde bulunan masum kıskançlıkla, şiddet ve kısıtlamayı birbirinden ayırabilen, hassasiyet ve melankoli arasındaki ince çizgiyi görebilen veya yardımcı olmak ve suiistimal edilmek arasındaki farkı hissedebilmemize yardımcı olabilen şeylerdir. Çünkü lezzetleri dozunda alırsak hissedebiliriz.
Peki sağlıklı bir düşünce yapısı için öncelikle nelere ihtiyacımız var?
Mesela sizin için çok önemli bir proje üzerine çalışıyorsunuz ve bu geçici bir süre için zamanınızın çoğunu istila ediyor. Bu durumda birisi çalışmanın, üretmenin hazzını yaşarken, bir başkası süreci sürekli ne kadar yorulduğuna odaklanarak ve günün sonucunda mutsuz hissederek geçirebilir. İki durumun da doğrusu yanlışı yok ancak şunu söyleyebiliriz, bu kişilerin hayatında kurduğu denge birbirinden farklı. Genellikle iş, aile, sosyal ilişkiler ve kişisel gelişim gibi temel değerleri dengeli yaşamayı tercih edenlerin olası problemlere karşı geri bildirimleri , odak noktası tek bir yönde toplanmış kişilerden çok daha yumuşak ve kabul edilebilir oluyor. Böylece çalışmanın, tatilin, sosyalliğin, iş yaşamındaki başarı ve başarısızlıkların sonucunda kendilerini yerin dibinde veya gökte görme ihtimalleri daha düşük kalıyor. Olayları tam bulundukları noktadan daha objektif analiz edip ona göre aksiyon alabiliyorlar. Çünkü dengeyi kurdukları yaşamlarında, düşünce tomurcukları sağlıklı ve onları besleyen damarlar daha çeşitli...
Kısaca, hem bedensel hem ruhsal olarak doyumlu olabilmek için fiziksel ve ruhsal denge olmazsa olmazımız. Tabii arada kantarın topuzu kaçabilir. İşte bu noktada düşünce tomurcuklarını nadasa bırakmak gerekebilir. Sonuçta hayatın lezzeti, yaşamın aroması olan iniş çıkışlarda saklı...
Yorum Yazın