Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Kadını İstihdama Katıyoruz Oyunları | Mehveş Evin | Milliyet
Kâğıt üzerinde baktığınızda, kentli kadın istihdamı artıyor... Hükümet, kadının hem çalışıp hem çocuğuna bakabileceği bir “model” üzerinde çalışıyor. İşverene kreş ve emzirme odası açma yükümlülüğü getiriliyor...
Ancak her konuda olduğu gibi kadın istihdamındaki gerçekler çok farklı!
Her şeyden evvel kadın istihdamındaki artış, neredeyse tamamen hizmet sektöründe, özellikle “insan sağlığı ve sosyal hizmetler” alanında.
Artışın yüksek olmasının sebebi, Aile Bakanlığı’nın “evde bakım hizmeti” programı kapsamında engelli ve hasta bireylerin yakınlarına maaş bağlaması.
Tabii evde olan kim? Kadın. Peki, sosyal güvencesi var mı? Yok. Çalışma saatleri ne? 7/24. Anlayacağınız devlet, sosyal yardımı “kadın istihdamı” olarak pazarlıyor.
Kadın istihdamının arttığı ikinci alan, “idari ve destek hizmet faaliyetleri”. Burada da TÜİK’in kendi hesabına çalışan gündelik işçiler, artışın kaynağı! Üstelik onların da sosyal güvencesi yok, hatta yüzde 63.8’i kayıt dışı.
Politik Tezgahlar ve Muhalefetteki Algı Boşluğu | Ali Bayramoğlu | Yeni Şafak
MİT'in İstihbarat'tan sorumlu eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş'i PKK'nın parçası olduğu iddiasıyla dinleyen birileri var.
Havelsan, Aselsan, İHA, Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nı benzer şekilde dinleyen birileri var.
Ne var ki kimileri için bu sadece AK Parti'nin meselesi...
Bu tür hadiseler, devlet içi paralel örgütlenme, otonom yapı üzerine, sorularla giden hiç bir muhalif unsur bulunmuyor. Yargı ve emniyetin ele geçirilmesinin demokrasinin geleceği açısından işaret ettiği sorunları gören muhalif siyasi parti, kişi, gazeteci yok.
Yaşanan kutuplaşma o kadar keskin, o kadar aptalca, o denli şahsileşmiş durumda ki bu konuda sorulan sorular bile onlar tarafından hoş karşılanmıyor.
Oysa kimilerinin sandığının tersi geçerlidir.
Yeni Şafak'ın Haberi ve Sorular| Nazlı Ilıcak | Bugün
İktidarı tutan gazetelerde “yasa dışı dinleme” iddiaları birbiri ardından ortaya atılıyor. Bu yayınların, Gülen Cemaat’i aleyhine açılacak bir davanın içini doldurma amacı taşıdığı açık.
Ülkemizde, yılda ortalama 100 bin kişi, adli ya da istihbari faaliyet olarak dinleniyor. Bunların içinde mutlaka yasa dışı dinlemeler de mevcut ama önce bir hayali örgüt oluşturup, sonra bu yasa dışı faaliyeti o örgüte yamamak doğru değil.
Meselâ, Yeni Şafak’ta birçok önemli kişinin 2008-2010 yılları arasında İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından, başka adlar altında dinlendiği iddiası manşete taşındı. (28 Mayıs 2014) Bazen telefonun İMEİ numarası üzerinden, bazen de telefon numarası üzerinden mahkemeden karar alınmış. O tarihlerde, Ramazan Akyürek ve Ömer Altıparmak İstihbarat Daire Başkanı. Akyürek, 2009 yılının Ekim ayına kadar görevini sürdürdü. Sonra, onun yerine Ömer Altıparmak atandı. Bence bu işin iç yüzü araştırılmalı.
Musluk Medyası | A. Turan Alkan | Zaman
Yakın zamanlara kadar salı günleri yapılan Meclis grup toplantılarını, bir nevi vazife hissiyle takib ederken sonra bunun hiç de gerekli olmadığını fark ettim.
Bu toplantılarda partilerin meclis gruplarının nasıl çalıştığına dair bir fikir edinmek imkânsızdı zaten. Genel başkanlar kürsüye alkışlar arasında çıkıyor ve kamuoyuna karşı haftalık “konferans”larını verdikten sonra yine alkışlar arasında konuşmalarını bitiriyorlardı. Konferanstan önce ve sonra o salonda nelerin yaşandığına dair bir kanaat edinebilsek neyse... ve zaten liderler önceden tahmin edebileceğimiz şeyler söylüyorlardı. Naklen yayınlanan bu seanslar esnasında parti içi demokrasinin nasıl işlediğine dair bir örnek görmek mümkün değildi. Liderler galiba burada, “hâlâ yaşıyorum, partimin başındayım; kimse yerime göz dikmesin” kabilinden bir isbat-ı vücut gösterisinde bulunuyorlardı.
Bütün haber kanallarının, bu garip nutuk seanslarını naklen vermesinde azdırıcı, yoldan çıkarıcı bir tesir bulunduğu muhakkaktır. Sırf bu sebepten ötürü yayın esnasında ekranlardan şöyle bir altyazı geçirilmesi gerektiğine inanıyorum: “Dinlediklerinizi fazlaca ciddiye almamanızı önemle hatırlatırız; evde denemeye kalkışmanız halinde kendinize ve çevrenize zarar verebilirsiniz!”
Gültan Kışanak O Annelere Neden Kucak Açmaz? | Eyüp Can | Radikal
19 Mayıs’tan bu yana Diyarbakır’da acılı analar isyanda.
Bu kez isyan devlete değil PKK’ya!
Her gün belediye önünde toplanıyorlar.
Tek istekleri var: Kaçırılan çocuklarımızı geri verin!
Dikkat edin valiliğe gitmiyorlar.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önünde toplanıyorlar.
Bir kadın, bir anne ve duyarlı bir siyasetçi olarak Diyarbakır Belediyesi Başkanı Gültan Kışanak’ın devreye girmesini 14-15 yaşında çocuklarının Kandil’den geri getirilmesini istiyorlar.
Alışık olmadığımız bir durum.
Diyarbakır’da bugüne kadar acılı analar devletin kapısını çalarlardı…
Ya çocuklarının cesedini ya da maruz kaldıkları işkenceleri sorarlardı.
Ağlayan, isyan eden yine analar ama bu kez durum farklı.
Onlar çocuklarını örgütten, dağdan, çatışmadan kurtarmak istiyorlar…
Bu yüzden de valiliğe değil BDP’nin yönettiği belediyeye gidiyorlar.
Peki belediye ne yapıyor?
Türkiye’nin dört bir yanından gelen o acılı Kürt annelere kucak açmak, dertleriyle dertlenmek yerine, temizlik bahanesiyle zabıtaları üzerlerine sürerek belediye önünden uzaklaştırıyor.
Çocuklara Özgürlük | Güngör Mengi | Vatan
PKK tarafından kaçırılan çocukların akibeti, çözüm sürecinin de kaderini belirleyecek.
Dağa kaçırılan çocuklar, hedefi barış yapmak olduğu savunulan bir sürecin pazarlık malzemesi olamaz.
Olduğu takdirde “terörle pazarlık yapılmaz” tecrübesi yeni bir doğrulama kazanır.
Geçen hafta sonu Öcalan’la konuşan HDP’li Sırrı Süreyya Önder sorunun artık bürokrasiden çıkıp siyasi heyetler üzerinden görüşülmeye başladığını belirterek bunun “iyiye gidiş” işareti olduğunu savundu.
Ama realist olmalı, çocuklar ailelerine teslim edilmediği sürece bu tür yorumların hiçbir değeri yoktur.
HDP Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü PKK’nın kaçırdığı çocuklar konusunda şu açıklamayı yaptı:
“Bize yapılacak bir talep yoktur. Askere alma dairesi olarak iş görmediğimiz gibi çocukları arayıp bulma kurumu da değiliz!”
Af | Yılmaz Özdil | Hürriyet
Sayın medyamız sevinçle duyurdu.
“Müjde” manşetleri attılar.
Hani, siz düğüm olmuş trafikte, el frenini çekip efendi gibi beklerken, emniyet şeridinden vızır vızır giden ayılar var ya, işte onlara af çıkıyor.
Hani, siz bankadan kredi çekip, yanınızda çalışanların sigorta primini yatırırken, primlerin üstüne yatıp, kendine o parayla yazlık alanlar var ya, işte onlar yırtıyor.
Hani, siz günü gününe ödeyeyim, aman kuruş sektirmeyeyim diye koşa koşa gidip elektrik-su faturalarınızı öderken, benden babayı alırlar diyen, kendini uyanık, sizi enayi görenler var ya, işte onlar ödüllendiriliyor.
Çünkü...
Ayakkabı kutusu cumhuriyeti’dir.
Sadece düzgün insanlar cezalandırılır.
Gezi'deki Çocuklar Dağdaki Çocuklarla Buluşunca | Oya Baydar | T24
İçinde debelendiğimiz şiddet, nefret, çatışma iklimini değiştirip normalleşmeyi sağlayacak; hepimizi savuran, birbirimize düşman eden kötü rüzgârlar yerine ılımlı bahar yelleri estirecek siyasal reçete, aslında basit. Gezi eylemlerindeki gençler, çocuklar neye isyan ediyorlar, neden meydanlardalar? Dağ’a çıkan gençler çocuklar neye isyan etmişlerdi, neden Dağ’dalar? Teşhisi doğru yapıp bu sorunun cevabını doğru verebilirseniz reçetedeki ilaca da ulaşabilirsiniz.
İktidar, muhalefet, çeşitli siyasal-ideolojik çevreler; Gezi’deki çocuklarla Dağ’daki çocuklar arasındaki bağı görmüyorlar, ya da görmek istemiyorlar. Oysa o çocukların isyanının ortak kaynağı var O kaynak; devletin, siyasetin, toplumun, otoritenin, her çeşit iktidarın onları ezen, kimliklerini örseleyen, özgürlüklerini kısıtlayan baskıları, buyurganlığı, tehditleri, zulmü. Onlar, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri etlerinde kemiklerinde hissedenler; başka bir dünya, başka bir yaşam, başka bir kader mümkün diyenler; bunu sloganlarda, pankart yazılarında, parti programlarında bırakmayıp meydanlarda, dağlarda haykıranlar. Onlar; “devlet dersinde öldürülmeden” önce meydanlarda, dağlarda bir teneffüs daha yaşayabilme mücadelesi verenler; meydanlara, sokaklara, dağlara mecbur bırakılmış olanlar.
Çatışma Yaşamı ve Madenciler! | Mustafa Balbay | Cumhuriyet
Maden işçiliği insanlık tarihinin en derin fotoğrafıdır. Latin Amerika’dan Afrika’ya, sanayi devriminin başlangıcı sonrasında yayılan madencilik, insan emeğinin en hor kullanıldığı alanlardan biri olmuştur. Madenlere ulaşma hırsı sadece insan ömrünü değil, çevreyi de tüketen önü alınması zor bir süreçtir.
Bugün bile dünyanın akciğeri olarak kabul edilen yeryüzündeki bütün oksijenin tek başına beşte birini üreten Amazon ormanları saatte 250 metrekare küçülmektedir. Bunun başlıca nedeni maden işletmeciliğidir.
Özellikle 18. yüzyıl boyunca madenlerde çalışanların ortalama ömrü 35 ila 40’ı geçmemiştir. Bir maden işçisi yerin altında ortalama 7 yıl çalıştıktan sonra yaşamını yitiriyordu.
Bugün uygar dünyanın görsel zenginliklerinde biraz da o maden işçilerinin kanı var dersek abartmış olmayız.
İnsan hakları kavramı geliştikçe madende çalışanlar da en az ölçülerde olmasına karşın bundan payını aldı. 18. yüzyılda günde ortalama 15 saati bulan maden mesaisi, adım adım azaltıldı, çalışma koşulları iyileştirildi, teknolojinin gelişimiyle birlikte de kol emeğinin yerini robotlar aldı.
Bağımsız Kurumlar | Taha Akyol | Hürriyet
Merkez Bankası ile Başbakan arasındaki ihtilafı son derece önemli buluyorum, çünkü modern devletlerde “kurumsal yapı”nın nasıl işleyeceği meselesi son derece önemlidir. O kadar önemli ki, hükümet içinde bile kesin görüş ayrılıkları ortaya çıktı: Bir tarafta Başbakan Erdoğan, öbür tarafta Merkez Bankası’nın yanında yer alan Ali Babacan ve Mehmet Şimşek…
… Ben olaya Erdoğan taraftarlığı veya karşıtlığı gibi siyasi gözlükle bakılmasını yanlış buluyorum. Kurumsal açıdan, yani Merkez Bankası’nın niye bağımsız olduğu açısından bakılması gerektiğini düşünüyorum. İktisatçı değilim. Güvendiğim, politize olmamış iktisatçılar, enflasyondaki yükselişin sebebinin faiz olmadığını, aksine, başka sebeplerden yükselen enflasyonu dizginlemek için faiz vasıtasıyla piyasadaki parayı çekmek ve dövizi frenlemek gerektiğini söylüyorlar.