BİR KONYA SABAHI
BİR KONYA SABAHI
Bir Pazar sabahı,güneş ışınlarının yüzünü yeni yeni göstermeye başladığı saatler, şehrin orta yerinde, ıslak asfaltlar boyunca uzanan caddeler. Hava soğuk mu soğuk, bir kaç sokak köpeği ve günün ilk seferine başlayan tarihi Konya tramvayı. Egzoslarından dumanlar çıkan, camları puslu, sabahın ilk arabaları. Alladdin bulvarından, Mevlana müzesine uzanan o kederli yolda, bir kaç adım yürüdükten sonra, o yolu hiç tamamlamadığımı düşünerek yürümeye başladım. Tarihi valilik konağının, Mevlana Müzesine bakan yamacının alt tarafında bulunan, tarihi ahşap çarşı dikkatimi çekti. Bu çarşının adı Bedesten Çarşısı. Yan yana düzülmüş dükkanlar, ekmek peşinde koşan işportacılar, çarşıyı temizlemeye çalışan, belediyenin temizlik işcileri. Hepside ekmeğinin peşinde. Dükkanlarda çalışan küçük çıraklar, camları temizlemeye çalışırken, diğer elemanlar hareketli bir gün için, hazırlık halindeler. Ustalar ellerinde taze demlenmiş, dumanı üzerinde çaylarını hüpürdetirken, bir taraftanda bir düşünceye dalıp gidiyorlar. Derken biraz daha yürüdükten sonra, karşıma haşmetli bir cami çıktı, Caminin adı Aziziye. Bu cami hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyerek, etrafıma bakındım fakat kimseyi bulamayınca hayal kırıklığına uğradım. Camiye biraz daha baktıktan sonra, caminin duvarlarında bir yazı ilişti gözüme. Yazı da şu satırlar vardı; ‘’ Konya merkezindedir. Kesme Gödene Taşı ile yapılan mabed son Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir. Yerindeki 1671-1676 yılları arasında Şeyh Ahmed eliyle yaptırılan camii yandığı için 1867 Sultan Abdülaziz'in annesi Pertenihal adına yeniden bugünkü Camii yaptırılmış ve bu adla anılmıştır. Türk Baroku üslubunda yapılan caminin altı mermer sütuna oturan üç kubbeli son cemaat yerinin iki ucunda kaideleri şadırvanlı iki minaresi dikkat çeker. Üzeri ferah kubbe ile örtülüdür’’.
Cami hakkındaki bilgi açlığımı giderdikten sonra, Cami etrafında biraz daha dolandım. Birazda yorulduğumu hissederek bir sıcak çay içecek bir yer aradım. Biraz yürüyüp etrafıma bakındıktan sonra, ara sokaklardan birinde küçük bir çay ocağına rastladım. İçerisinde girer girmez, odun ateşinde yanan sobanın sıcaklığını yüzümde hissettim. Kendime oturacak bir iskemle beliryerek oturdum. Gözüme hemen çay ocağının düzeni ve duvarlarda ki gazete küpürleri dikkatimi çekti. Bu çay ocağını benim keşfettiğimi düşünürken, gazete küpürlerinde çayocağının boy boy haberleri yayınlanmıştı bile. Çay ocağı, odun ateşinde çay yapmasıyla çoktan meşhur olmuş bile. Kendime önce bir çay söyledim. İnanın hayatımda hiç çay içmediğimi anladım. Sallama çaylarla, ne kadar çok sallamışız hayatı diye düşündüm. Bu çay ocağının adı; Nasip Çayevi.
Çayı içip bitirdikten sonra, duvarlarda ki küpürlerden birinde, bir habere daha gözüm ilişti. Nasip çayevinin, Menengiç kahvesiyle de meşhur bir yer olduğunu öğrendim.Hemen bir tane menengiç kahvesi söyledim kendime. 10 dakika sonra, osmanlı kahvesi fincanında geldi, menengiç kahvesi. Aldığım ilk yudumda, daha önce böyle bir lezzeti tatmadığımı anladım. Kahveyi yapan çaycının yanına giderek bunun ne olduğunu ve ne tür faydaları olduğunu öğrendim. Bu sizlerle de paylaşmak isterim.
‘’Menengiç Kahvesi, bu ağacın meyvelerinin kurutulup kavrulması, ardından tıpkı Türk Kahvesi gibi pişirilmesi ile elde edilmektedir. Oldukça faydalı olan Menengiç birçok derde deva olabilmektedir. Bunlardan bazılarını ise şöyle; Nefes darlığına, Ses tellerine, solunum yollarına, miğde ağrılarına, böbrekteki kumların dökülmesine, öksürüğü kesmeye, yardımcı olmaktadır. Özündeki yağı sebebiyle de yağlı bir içecektir,yüksek miktarda E vitamini ve doymamış yağ asidi sebebiyle;kolesterolü düşürmeye,kalp-damar sertliklerini önlemeye yardımcı olur. Bir gün yolunuz bedesten çarşısına düşerse, mutlaka Nasip Çayevine uğramayı unutmayın ve sizden sipariş alan garsona gülümseyerek, bir fincan menengiç kahvesi istemeyi unutmayın.
Yorum Yazın