Netflix’de yayınlanan bu reality show’un çoğunluğu kurgu ama içinde gerçeklik unsurları da barındırmıyor değil.
Programın formatı, bir ay içinde ilk başta birbirini görmeden evlenmek üzerine kurulmuş. Çiftler “kapsül” denen kapalı odalarda fiziksel görünüşleri, ırkları, maddi durumlarına dair bilgi vermeden, aralarını bir duvarın ayırdığı odalarda aşk, ilişkiler, hayat, beklentiler, evlilik üzerine konuşmalar yapıyorlar. Birbirlerine hikâyelerini anlatıyorlar. Amaç fiziksel dünya gerçeklerinden bağımsız, yarışmacıların tamamen, ruhsal bir bağlantı kurup, evlenip evlenmemeye karar vermeleri ve bunun için de 10 günleri var. Gözden değil ruhtan bağlanma amaç.
Katılımcılar genelde 20-40 yaşları arasında oluyor ve çok çeşitli maddi gelir, mesleklerden gelebiliyorlar. Kapsüllerde birbirlerini görmedikleri ve sadece konuşarak iletişim kurdukları için rahatlar, bir nevi günümüzde ‘kendin olmak’ kavramına daha uygunlar. Burada çiftler ruhsal bir bağlantı kurmayı başarırsa ve erkek kadına evlilik teklif ederse, nişanlanıp birbirlerini görebiliyor, daha sonra programın formatı gereği tatile çıkıyorlar, tatilin ardından telefonları iade ediliyor, aynı evde yaşayarak gerçek hayatı deneyimliyorlar, ailelerle tanışıyorlar ve ardından düğün ve son karar aşaması geliyor. Bu son karar aşamasında, mihrapta ‘evet ve ‘hayır’ deme şansları var, elbette mihrapta reddedilmek hiç de kolay bir şey değil. Ardından evlenen evleniyor, ayrılan ayrılıyor, yaklaşık 9 ay sonra yarışmada kim ne yapıyor öğrenmek için, stüdyoda herkes bir araya gelip hâlâ beraberler mi, yarışmacıların hayatında ne olup bitmiş, hepsi açığa çıkıyor.
Bu arada bazen aynı kişiyle derin bir bağ oluşturmuş ama başkasını seçmiş kişiler de olabiliyor ve onlar da ortamlarda bir araya getiriliyor ve olası kıskançlıkların önü açılıyor. Ben, İsveç, İngiltere ve birinci sezon Amerika versiyonunu izledim. Bazıları gerçekten evlendi, mutlu oldu, hatta çocukları bile oldu, bazıları yarışmadan ün kazanıp influencer oldu, bazıları birbirinden nefret etti, bazıları hâlâ dost.
Benim gözlem tarafıma en çok hitap eden İsveç sezonu oldu. Bizim kültürümüze en uzak kültür olarak seçtiğim İsveç sezonunda, olmayacak denen çiftler evlendi, hatta birisi bebek sahibi oldu. Ruhsal bağın, fiziksel bağın ötesine geçebildiği ilişkilerin yürüyebildiğini gözlemledim. Kendini olduğundan farklı gösterenlerin değil, kendini tam olarak hatalarıyla, zayıflıklarıyla ve güçlü taraflarıyla gösterenlerin ve gerçekten niyetlerinde samimi olanların, ego savaşlarını geriye çekebilenlerin güçlü bağlar kurduklarını gördüm.
Örneğin İsveç sezonunda, o kadar açık iletişimle birbirlerinin sevip sevmedikleri yanlarını söylüyorlardı ki, hayretler içinde kaldım. “Beni şu davranışın kırdı, kendimi değersiz hissettirdi’ diyordu mesela biri, diğeri ‘gerçekten öyle hissettirdiysem üzgünüm” diyebiliyordu. Kolay kolay insanların kırıldıkları şeyleri söylememesine, içine atmasına ve sonunda patlamasına alışkınız biz. Açık iletişimin faydaları apaçık ortaya çıkmıştı. Kültür çatışmalarını da açık açık söylediler.
Hiç evlenmeyecek çiftlerin evlenmesindeki en büyük etkenin, ilişkiye şans verip, onarılmasına ve ilk kişilik çatışmasında yakıp yıkmayan, daha sabırlı, yumuşak sesli, kendini açık anlatanların, durduk yerde kavga çıkarmayanların başarılı oldukları bir gerçekti. Bu açıdan laboratuvar gibiydi, hayat üzerine benzer değerlere sahip olmanın önemini de gösterdiler. Hangi sezon hatırlamıyorum ama bir yarışmacı, ayrıldığı partneriyle ilgili şöyle bir şey anlattı. Plajda yürürlerken, küçük bir çocuğun yaptığı kumdan kaleye rastlamışlar. Kadın ‘ne kadar güzel kumdan kale’ derken, erkek atlayıp ayaklarıyla kaleyi ezmiş. Bu aslında tarafların hayata yaklaşımdaki eğilimlerini de gösteren bir durum.
İşte reality showlar, içinde ne kadar kurgu barındırırsa barındırsın hayat hakkında, insan, kahramanın çatışmaları hakkında pek çok şey söylüyor…
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio