28 Şubat ve AB: Aynı Anda İki Süreç
28 Şubat ve Avrupa Birliği (AB)
“Aynı anda iki süreç: 28 Şubat ve Avrupa Birliği”
**Çalışma Sahibi:**
Hacı
Mehmet BOYRAZ, Gediz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü & Siyaset
Bilimi ve Kamu Yönetimi (ÇAP)
boyrazhacimehmet@gmail.com
İçerik
1. Özet
2. Anahtar
Kelimeler
3. Kronoloji
4. 28
Şubat öncesi TC-AB ilişkilerindeki durum
5. 28
Şubat sürecine AB’nin bakışı
6. 28
Şubat’tan Helsinki’ye
7. Sonuç
8. Kaynakça
1. Özet
28 Şubat ve Avrupa Birliği’nin (AB) değerlendirildiği
bu çalışmanın amacı 28 Şubat ekseninde AB ile yaşanan sürecin ve 28 Şubat
sonrasında AB ve Türkiye tarafından yapılan hamlelerin kısa ama öz bir şekilde
incelenmesidir. Bu sebepten, 28 Şubat sürecinin oluşum ve uygulama aşamasına detaylı
bir şekilde yer verilmemiştir. Bunun yanı sıra, Şeyma Akın tarafından
hazırlanan ‘28 Şubat ve Batı Medyasındaki Algılanışı’ başlıklı Yüksek Lisans
tezinden edinilen veriler ışığında bazı AB üye ülkelerinin medya organları
üzerinden yapılan alıntılarla üye ülkelerin sürece bakış açılarına da yer
verilmiştir. Kısaca, 28 Şubat öncesi, ekseninde ve sonrasında TC – AB
İlişkileri değerlendirilmiştir.
2. Anahtar Kelimeler:
Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Zirvesi, Gümrük
Birliği, Katılım Ortaklığı Belgesi, İlerleme Raporu, Milli Güvenli Kurulu
(MGK), Ortaklık Konseyi, 28 Şubat post-modern darbe.
3. Kronoloji:
·
14 Nisan 1987:
Özal Hükümeti AET’ye tam üyelik başvurusunda bulundu.
·
1 Ocak 1996:
TC ve AB arasında Gümrük Birliği yürürlüğe girdi.
·
28 Şubat 1997:
MGK toplantısı sonrası post-modern darbe sürecinin başlaması.
·
16 Mart 1997:
Apeldoorn şehrinde yapılan gayri resmi Dışişleri Konseyi toplantısından sonra,
29 Nisan 1997’deki AT-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında Avrupa Birliği,
Türkiye’nin üyelik ehliyetini bir kez daha teyit etti.
·
22 Mart 1997:
1997’de Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Gren başkanlığındaki
bir heyet Org. Çevik Bir ile görüşme sağladı ve bu görüşmede Bir, demokrasi
güvencesi verdi (!).
·
18 Haziran 1997:
Erbakan istifa edip görevini Çiller’e devretti.
·
15 Temmuz 1997:
AB tarafından Gündem 2000 kabul edildi. Bu belge ile Türkiye’nin ekonomik ve
politik durumu hakkında da değerlendirmeye yer verilmiştir. Bu belge, aynı
zamanda, Türkiye’nin “bölgedeki bir dizi sorunun çözülmesi ve Kıbrıs sorunun
adil ve kalıcı bir çözümüne aktif şekilde katkıda bulunması yönünde güçlü bir
taahhüt vermesi gerektiğini” ifade etmiştir.
·
12 – 13 Aralık 1997 Lüksemburg
Zirvesi: TC’ye adaylık statüsünü tanınmadı ama katılım
ehliyetini en yüksek düzeyde olduğu teyit edildi. Bunun üzerine Türk Hükümeti ilişkileri
tek taraflı olarak dondurdu.
·
1998:
Avrupa Komisyonu Türkiye hakkındaki ilk ilerleme raporunu yayınladı.
·
10 – 11 Aralık 1999 Helsinki
Zirvesi: TC’ye aday ülke statüsü verildi.
·
8 Mart 2001:
Avrupa Konseyi Türkiye’nin AB katılım sürecinin yol haritası olan Katılım
Ortaklığı Belgesini kabul etti.
·
17 Aralık 2004:
Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatma kararı
almasıyla 3 Ekim 2005’te Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri başlatıldı.
4. 28 Şubat öncesi TC-AB ilişkilerindeki
durum
14 Nisan 1987’de Turgut Özal’ın AET’ye yapmış olduğu
tam üyelik başvurusundan sonra uzun süre ilerleme kaydedilemeyen
ilişkilerimizin önemli dönüm noktalarından olan ve Türkiye açısından erken
bahar havası yaratan 1995’teki Gümrük Birliği Antlaşması ile Türkiye’ye
muhtemel üyeliği öncesi Avrupa entegrasyonun önemli bir parçası eklemlenmiştir.
Bu antlaşma ile Türk ve Avrupa mallarının bazı sektörler hariç karşılıklı
olarak gümrüksüz dolaşması amaçlanmıştır.
Gümrük Birliği’nden sonra 1998’deki İlerleme
Raporu’na kadar önemli bir ilerleme de yaşanmamıştır. Bu sebepten 1995-1997
arasında göze çarpan tek durum Gümrük Birliği’nden ibaret olmakla beraber
hükümetler arası çalışma grupları, AB tarafından Türkiye sunulan teknik
hizmetler ve irili ufaklı diplomatik ilişkiler de vuku bulmuştur.
5. 28 Şubat sürecine AB’nin bakışı
28 Şubat 1997’deki MGK
Toplantısı sonrası hükümete uyarı niteliğinde alınan kararlar sonrası başlayan
“28 Şubat post-modern darbe” senaryosunun etkileri siyasi tarihimizde önemli
bir yer tutmaktadır. Bunun sebebi askerin direkt müdahale anlayışı yerine “birtakım
sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının,
üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı
mensuplarının desteği alınarak baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle
hükümetin işlevsiz hale getirilerek, istifaya zorlanmasıdır. Sürecin bir diğer
dikkat çekici noktası ise ABD ve AB’nin, 28 Şubat MGK kararlarına karşı ciddi
bir eleştiride bulunmamalarıdır. ABD ve AB gibi liberal demokratik
mekanizmaların efektif bir şekilde kullanıldığı ülkelerin hukuksuz ve
anti-demokratik bir uygulamaya ses çıkarmamalarının altında araştırılması
gereken üstü kapalı sebepler olmalıdır. Bu çalışmanın ekseriyeti nedeniyle yapılan
araştırma ve inceleme faaliyetleri sonucunda 1998 yılında Avrupa Komisyonu
tarafından yayımlanan Türkiye İlerleme Raporunda da 28 Şubat süreci hakkında direkt
olarak herhangi bir yorum yer almaması dikkat çekicidir. Direkt yorum yerine,
üstü kapalı bir takım eleştiriler yapılmıştır. MGK Kararlarına verilmeyen tepki
kadar AB’nin, 16 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisinin Anayasa Mahkemesi
tarafından ‘laiklik karşıtı odak’ olma gerekçesiyle kapatılması konusundaki
tutumu da o dönem bazı kesimlerce eleştiriye maruz kalmıştır.
Genel hava itibariyle tarihi akışa bakıldığında AB’nin
kurumsal olarak 28 Şubat sürecine bakış açısı ne yazık ki net değildir. Biz de
bu sebepten 28 Şubat post-modern darbenin AB’deki kurumsal algısını
anlayabilmek için üye devletlerden bazılarının 29 Şubat’taki (28 Şubat MGK
Toplantısı sonrası) haber başlıkların bakmakta yarar gördük; çünkü sürecin bir
darbe olup olmadığı ilk etapta anlaşılamamıştır. Hatta AB’den de öte ülke
içerisinde dahi 28 Şubat’ın darbe olduğu çok sonra anlaşılabilmiştir.
Bunun yanı sıra, Türkiye üye bir ülke olmadığı için herhangi
bir yaptırım da söz konusu olmamıştır. Ancak yaptırım söz konusu olmasa da
AB’nin kurumsal olarak anti-demokratik post-modern askeri müdahaleye daha sonra
karşı bir hamle yapması kaçınılmazdı ve bunu 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde
TC’ye aday ülke statüsü vermeyerek göstermiş oldu. Görevdeki hükümetin ise
buna cevabı tek taraflı olarak sürecin durdurulması gibi yanlış bir adım
olmuştur. Yanlış olarak addedilmesinin sebebi zaten süreç boyunca demokrasi
karşıtı birçok sahne yaşanmış, akabinde bir hükümet modern yollarla devrilmiş
ve toplumsal bir bölünme yaşanmıştır. İşte tam da bu demokrasi eksikliğinin
hissedildiği dönemde Türkiye’yi az da olsa demokrasi limanına itebilecek tek
itici güç olabilecek Avrupa Birliği ile ilişkilerin durdurulmasının akıl ve
mantıkla izah edilmesi söz konusu değildir. Bir başka ifade ile zaten ‘Kopenhag
– Siyasi Kriteri’nin bütünüyle çiğnendiği bir süreçte AB’nin en azından bunu
yapması anormal değildir. Buradaki mühim nokta AB’nin süreci geç okuması ve
kurumsal hamlelerin geç gelmesidir. Böyle bir ifade metnin yazarı olarak beni
AB taraftarı olarak gösterebilir ama burada kastedilen AB’nin kurumsal olarak
yapması gerekeni geç yapmasıdır; çünkü halk tarafından iktidara getirilen bir
hükümete karşı sivil bir darbe yapılmıştır ve bunun temel AB normları ile
bağdaşır bir tarafı bulunmamaktadır.
28 Şubat’tan sonraki günler içerisinde AB ile TC
arasındaki ilişkide de bir kopukluk yaşanmıştır. Ancak 22 Mart 1997’de Avrupa
Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Gren başkanlığındaki bir heyet Org.
Çevik Bir ile bir görüşme sağlayarak bu kopukluğu kısmen gidererek mevcut durum
hakkında karşılıklı bilgi alış verişinde bulunmuşlardır. Bu görüşmede Çevik Bir
de heyete demokrasi güvencesi vermiştir (!). Burada üzerinde durulması gereken
husus AB’nin post-modern darbecileri direkt eleştirmedikleri gibi siyasi
muhatap olarak da Dışişleri Bakanlığı yetkilileri yerine askeri yetkililerle
irtibat kurmaları AB’nin var olan hukuksuzluğu görmezden geldiği gibi
diplomatik sınırları da ihlal ettiğinin göstergesidir.
Yukarıda belirtildiği gibi AB’nin kurumsal olarak 28
Şubat’a karşı net bir tutumu olmadı gibi üstü kapalı olarak da darbecileri
kendilerine muhatap almışlardır. Ancak kısa bir süre sonra 1997’deki Lüksemburg
Zirvesi’nde TC’ye aday ülke statüsü verilmeyerek gecikmiş kurumsal cevap
verilmiş oldu.
Şimdi İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa
Birliği içerisinde ağırlığı olan bazı üye ülkelerin sürece bakışlarını haber
sayfalarından inceleyerek kurumsal kimlik kadar üye ülkelerin bakış açılarına
da göz atabiliriz.
İtalya – Corriere
Della Sera:
“Askerler Erbakan’ı yargılıyor. 1974 Kıbrıs
çıkarması öncesinde bile MGK toplantısı bu kadar uzun sürmedi. Şeriatı getirmek
isteyen RP liderinin laikliği tehlikeye sokacak macerasına dur denildi ve
askerler laikliği korumak için yemin etti.” (1)
Fransa – AFP:
“MGK, devletin laik kurumlarını savunacağını ve
İslami radikallere göz açtırmayacağını vurguladı ki, bu gelişme Erbakan
Hükümeti’ne son uyarı olarak değerlendiriliyor. Konsey, 9 saati aşan toplantı
sonunda, TC’nin demokratik sistemde de çağdaş uygarlık yolunda gelişmesini
güvence altına alan yasalardan ve anayasanın uygulamasından ödün verilmeyeceği
bildirisini yayınladı.” (2)
Almanya
– Die Welt:
“Laikliğin bekçisi olan Demirel ve generallerin,
İslamcı Başbakan Erbakan’a karşı sabırları artık tükendi. Bugüne kadar el
altından yaydıkları düşüncelerini şimdi açıkça söylediler.” (3)
İngiltere
– Reuters:
“Laik generaller ve koalisyon yönetimi arasında
süregelen gerginliğin ardından toplanan MGK, İslamcıların önderliğindeki
hükümeti demokrasi ve laiklikten ayrılmaması konusunda uyardı. Gece yarısına
kadar süren toplantı sonunda yayınlanan bildiri, ordunun geleneksel yaklaşımını
yansıtıyor.” (4)
İngiltere
– BBC:
“Generallerin MGK kararları Türkiye’nin
gerçekleri ile uyuşmayan zorba maddeler içeriyor. %99’u Müslüman olan bir
ülkede bu kararların uygulanması oldukça zordur. Bu kararların uygulanması
demek, Türkiye’nin insan hakları açısından elli yıl geriye gitmesi demek.” (5)
İngiltere
– Daily Telegraph:
“İslamcı radikallerin önünü kesme hareketi, Türk
ordusunun rolünü sorgulatıyor” başlıklı yazı, ordunun Türk siyasetindeki
ağırlığından bahsederken, 1997’de ilk İslamcı Başbakan olan Erbakan’ın görevden
alındığını dile getiriyor. Yazıda ön plana çıkarılan husus ise AB’nin
Türkiye’ye bir takım şartlar öne sürmüş olduğudur. Bu şartlar arasında ordunun
siyasetten uzak durması da vardır. (6)
“Ordu müdahalesi, Türkiye’nin AB şansını tehdit
ediyor” başlıklı bir diğer yazıda ise, Avrupa Birliği’nin Türk ordusunun
siyasete müdahale etmemesi gerektiği yoksa ülkenin AB’ye giriş şansının
azalacağını belirtiyor. Ayrıca Olli Rehn’in sözlerine de yer verilmiş; buna
göre Avrupa, özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı,
hukuk devleti, demokratik sivil iktidarın ordu üzerindeki üstünlüğü ilkelerine
dayanmaktadır ve Türkiye de bunlara saygı duymalıdır. (7)
İtalyan, Fransız, Alman ve İngiliz medya
organlarının 29 Şubatta gazetelerindeki haberlerin analizleri yapıldığında ortaya
çıkan sonuç 28 Şubat’ın Batı medyasında doğrudan bir darbe olarak algılanmamış
olmasıdır. Diğer sonuçlar ise şu şekildedir:
·
İtalyan haber ajansı anti-demokratik
darbe sürecinden ziyade laiklik vurgusunu ön plana çıkartarak Erbakan
Hükümeti’ni eleştirmiştir.
·
Fransız haber ajansı 28 Şubat’ın darbe
olduğunun farkında olmadığından eleştirisini dinci Erbakan Hükümeti’ne
yöneltmiştir.
·
Alman haber ajansı da İtalyan ve Fransız
ajansları gibi darbe vurgusu yerine laikliğe vurgu yapmıştır.
·
İngiliz Reuters ve Daily Telegraph haber
ajansları İtalyan ve Fransız haber ajanslarına nazaran geleneksel darbeci
tutumu ön plana çıkarmışlardır. 28 Şubat’ın bir darbe olduğunu kavrayabilen tek
ajans muhtemelen BBC olmuştur. Özellikle haberin son ifadesinde belirtildiği
gibi bu kararların uygulanması demokrasi ve insan hakları açısından ilerleme
değil gerileme sebebidir.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun o dönemki Genişlemeden
Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in sözleri ise aslında AB’nin kurumsal olarak
veremediği tepkinin açığa vurulmasıdır. Avrupa Birliği’nin özgürlük, demokrasi,
insan hakları ve temel özgürlüklere saygı, hukuk devleti gibi kavramlar
üzerindeki hassasiyetine vurgu yapan Rehn, demokratik sivil iktidarın ordu
üzerindeki hâkimiyetine de atıfta bulunarak 28 Şubat’ta askerin sivil otorite
üzerinde baskı kurduğunu üstü kapalı olarak ifade etmiştir.
Kısaca, Batı demokrasilerinde asla kabul görülmeyen
bir yöntem olan darbenin, İslamcılara karşı yapıldığında müdafaa edilebilecek
bir durum olması göze çarpmaktadır.
6. 28 Şubat’tan Helsinki’ye
Post-modern darbe süreci boyunca AB üye ülkelerinden
bazılarının ve AB’nin kurumsal olarak sürece bakışını (!) yukarıda inceledik. AB’nin
kurumsal olarak 28 Şubat’a en sert tepkisi 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde
TC’ye aday ülke statüsü verilmemesi oldu. Bu hamleye karşılık Türkiye
ise siyasi ilişkileri tek taraflı dondurmuştur. Ardından 1998’deki İlerleme
Raporumuzda Türkiye’de yaşanan genel siyasi havaya üstü kapalı olarak eleştiriler
yöneltilmiştir. İlerleme Raporu’ndaki en dikkat çekici husus “ordunun sivil
denetiminin olmayışı, kaygı vericidir. Millî Güvenlik Kurulu kanalıyla ordunun
politik yaşamda oynadığı büyük rol, bunu yansıtmaktadır.” ifadesidir. (8)
1998 tarihli İlerleme Raporu’nda yer
alan bazı önemli ayrıntılar:
1998’deki ilk İlerleme Raporumuz 28 Şubat’ın AB’ye
üstü kapalı olarak çok ufak eleştiriler yaptığı resmi bir belgedir. Bu üstü
kapalı ve ufak eleştirilerden bazıları aşağıda sıralanmıştır:
·
“Türkiye’deki durum hakkında önceki
değerlendirmeler” (9) kısmı
“İdare ve eğitim sistemindeki son gelişmeler,
laikliği güçlendirmeye yönelik olmakla beraber, Türk toplumunda ordunun özel
rolünü göstermektedir… Ordunun sivil politik denetimi bakımından Türk hukuku
sisteminde belirsizlikler vardır.”
·
Türkiye’deki son politik gelişmeler
(10) kısmı
“Geçen bir kaç yılda, Türkiye’deki politik durum
nispeten istikrarsız olmuştur. Başbakan Yılmaz’ın (ANAP) idaresindeki mevcut
azınlık koalisyonu, haftalarca süren bir bunalımdan sonra, Erbakan (Refah) ve
Çiller (DYP) önderliğindeki hükümetin yerine geçerek Haziran 1997’de iktidara
geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çoğunluğa sahip olmayışı
nedeniyle, Yılmaz Hükümeti, koalisyon dışında kalan partilerin desteğine
muhtaçtır.”
“Ocak 1998’de, Türk Anayasa Mahkemesi, Refah
Partisi’ni kapattı, tüm malvarlığına el koydu ve partinin başlıca liderlerini,
beş yıl boyunca, herhangi bir politik gruba üye olmaktan men etti. Bu kapatma
kararı, 21 Ocak 1998 tarihinde Avrupa Birliği adına yapılan bir Başkanlık
açıklamasına konu oldu. Söz konusu açıklamada şöyle deniyordu: “Bu karar, Türk
Anayasası’nın hükümlerine uygundur. Fakat Avrupa Birliği, bu kararın,
demokratik çoğulculuk ve ifade özgürlüğüne ilişkin sonuçlarından endişelidir.”
Refah Partisinin kapatılmasından bu yana, milletvekillerinin hemen hepsi, yeni
bir partiye, Fazilet Partisi’ne katılmışlardır.”
Bu iki kısımda raportörün bakış açısına göre
Türkiye’de gayri demokratik olaylar olmuştur ve ordunun sivil politik
denetimden yoksun olmasının hukuken belirsizlik arz etmesi ifade edilmiştir.
Ancak Batı (AB ve ABD eksenli) nasıl ki bugün Ortadoğu’da yaşanan trajikomik
sahnelere ses çıkarmıyor ve ‘darbeye’ darbe diyemiyorsa o gün de Türkiye’de
yaşanan sürece ‘darbe’ demekten imtina etmiştir.
Böyle bir tabloya rağmen sadece 1 yıl içerisinde
dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından etkin bir diplomasi yürütülerek
1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesi ise
dikkate değer bir başarıdır. Bu vesileyle süreç öncesindeki durumdan bir adım
daha ileriye gidilmiştir ama belirtildiği gibi burada Cem’in etkin diplomasi
anlayışı ön plana çıkmıştır.
Devam eden süreç içerisinde de 8 Mart 2001’de Avrupa
Konseyi Türkiye’nin AB katılım sürecinin yol haritası olan Katılım Ortaklığı
Belgesini kabul ederek aslında iyi niyetini ortaya koymuştur.
7. Sonuç:
28 Şubat 1997’deki yapılan MGK toplantısında alınan
kararlarla askerler halkın oyuyla iktidara gelmiş sivil bir iktidarı 4. kez
bozguna uğratmış oldular. Ancak sürecin ülke içerisindeki etkileri kadar ülke
dışındaki etkileri de göze çarpmıştır. Gümrük Birliği ile AB’ye bir adım daha
yakınlaşan Türkiye’ye ne yazık ki o dönem gerekli ideolojik yardım AB
tarafından yapılmamıştır/ yapılamamıştır.
Süreci geç okuyan ve geç tepki veren AB’nin 1997
sonunda Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’yi aday ülke olarak tanımaması kurumsal
olarak verilebilecek tek tepkidir. Bunun yanı sıra AB üye ülkeleri de
genellikle darbe olgusundan ziyade laiklik olgusuna vurgu yaparak sürecin bir
darbe olduğunu anlayamadıkları da aşikârdır. Yapılan haber analizlerinde de
askerin rolüne bir eleştiri olmadığı gibi generallerin arkasındaki geniş destekten
bahsedilmiş ve neredeyse ‘yaramaz’ çocuk tasviriyle Erbakan ve İslamcıların
hizaya getirildiği aktarılmıştır. (11)
Özetle,
“değişim sürecindeki devletlerde demokratik sistemlere geçmenin ya da halkın
iktidarını kabul ettirmenin yolu seçkinlerin kullandığı kavramları kullanmaktan
geçmektedir. 28 Şubat süreci bu kavramların halk tarafından keşfedilmesi için
iyi bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin sürekli
vurguladığı Batılılaşmanın zamanla sembolü halini alan AB ile olan ilişkiler 28
Şubat süreciyle iktidardan uzaklaştırılan sağ kesim için ayrı boyut
kazanmıştır. Bunun yanı sıra, 28 Şubat süreci yıllardır kabul edilmeyen
kimliklerin kabul edilmesinde de etkili olmuştur.” (12)
8. Kaynakça:
Kitap, Makale ve Tez
1. Avrupa
Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998
2. Akın,
Şeyma “28 Şubat Süreci ve Batı Medyasındaki Algılaması” – Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tez
Danışmanı: Doç. Dr. Ercan Oktay, 2011
3. Dedeoğlu,
Beril “Dünden Bugüne Avrupa Birliği”– Boyut Yayınları, 2003
4. Gürses,
Ezgi “28 Şubat – Demokrasi Ters Şeritte” – Şule Yayınları, 2012
İnternet Kaynakları:
1. Akın,
Şeyma: “28 Şubat Süreci ve Batı Medyasındaki Algılaması” – Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tez
Danışmanı: Doç. Dr. Ercan Oktay, 2011, sayfa 106-107
2. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 107
3. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 108
4. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 107
5. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 115
6. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 110-111
7. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 113
8. Avrupa
Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998, sayfa 17
9. Avrupa
Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998, sayfa 6
10. Avrupa
Birliği Komisyonu, a.g.e. sayfa 8
11. Akın,
Şeyma: a.g.e. sayfa 108
12. http://www.postakutusu.co.uk/yazarlar/28-subat-sureci-ve-abye-tersten-bakis/
(erişim 20.04.2014)